11 Mayıs 2025 Pazar
Ana Sayfa Blog Sayfa 9

Beyin sağlığı için faydalı ve zararlı besinler neler?

Vücudumuz en önemli parçası beynimizdir. Hem ruh hem de beden sağlımız için beynimize oldukça iyi bakmalıyız. Yaşlanmaya bağlı olarak ve tüketilen gıdalardan kaynaklı olarak beyin rahatsızlıklarının önüne geçmeliyiz. Beyiz sağlığı için oldukça tehlikeli gıdalar bulunmaktadır. Bu gıdalardan uzak durmamız lazım. Diğer yandan beyin sağlığı için oldukça önemli gıdalardan tüketmeliyiz. İşte beyin sağlığı için faydalı ve zararlı gıdalar;

Beyin Sağlığı İçin Yararlı Olan Gıdalar;

Brokoli;

Uzmanlar tarafından sürekli önerilen brokolinin tüketilme sebebini şimdi daha iyi anlıyor olmalısınız. Brokoli, içerisindeki K vitamini ve kolin sayesinde beyin sağlığı için oldukça önemli bir besin kaynağıdır. Tam bir vitamin deposu olan brokoli, sadece beyne değil tüm vücuda büyük fayda sağlamaktadır. Brokolinin faydalarından yararlanmak için günde 1 kase kadar tüketmeniz yeterli olacaktır.

Badem ve ceviz;

Beyin yaşlanmasını durdurmak ve sağlığını korumak için E vitamini tüketmeniz gerekmektedir. Badem, içerisindeki E vitamini sayesinde beyin sağlığı için oldukça önemli rol oynamaktadır. Beynin yaşlanmasını ve gerilemesini engelleyerek sağlıklı kalmasını sağlamaktadır. Bunun yanı sıra ceviz, yer fıstığı, kaju ve kabak çekirdeği gibi diğer kuruyemişlerde beyin sağlığı için oldukça etkilidir. Beyninizi zinde tutmak ve sağlığını korumak için güne başlamadan önce birkaç tane kuruyemiş tüketebilirsiniz.

Bitter çikolata;

Bitter çikolatalar, beyin sağlığınız için oldukça önemli rol üstlenmektedir. Bitter çikolata, beyne giden kan akışını rahatlatarak daha sağlıklı bir beyin için çalışmaktadır. Ancak burada dikkat etmeniz gereken hususlar vardır. Marketlerde satılan bitter çikolataların birçoğu çok fazla işlem görmüş ve kakao bakımında zengin olmayan ürünlerdir. Bitter çikolata alırken çok fazla işlem görmemiş ve yoğun kakao içeren bitter çikolataları tercih etmelisiniz. Aynı zamanda beyaz ve sütlü çikolata yerine bitter çikolata almalısınız. Kilo yapıcı özelliğinden dolayı çok fazla tüketmemeye dikkat etmelisiniz.

Doğal zeytinyağı;

Zeytinyağı, güçlü antioksidan özelliği sayesinde beyin sağlığı için oldukça önemli bir besin kaynağıdır. Zeytinyağı içerisindeki bileşenler sayesinde beyin hasarlarını onarmada ve sağlığını korumada oldukça etkilidir. Zeytinyağlarını kullanırken organik olmasına ve katkı maddesi içermemesine dikkat edin. Piyasa satılan birçok zeytinyağının içerisinde katkı maddesi bulunmaktadır. Güvendiğiniz markalardan vazgeçmeyin ve en önemlisi el yapımı zeytinyağı almaya dikkat edin.

Somon;

Beyin için en önemli yağlardan bir tanesi de omega-3 yağlarıdır. Omega-3, somon balıklarında bolca mevcuttur. Taze bir somon balığı tükettiğinizde, sadece eşsiz bir lezzet değil eşsiz bir fayda da edinmiş olacaksınız. Omega-3 yağ asitleri sadece beyin sağlığı için değil vücudun genel sağlığı için de oldukça etkilidir. Kansere karşı koruyucu özelliğinden hafıza güçlenmesine kadar birçok faydası vardır. beyin ve genel sağlığınız için somon tüketmekten vazgeçmeyin.

Yumurta;

Yumurtanın faydaları hakkında hemen herkes bir şeyler biliyordur. Yumurta insan sağlığı için adeta mucizevi bir besin kaynağıdır. İçerisindeki birçok faydalı vitamin sayesinde insan sağlığı için vazgeçilmezdir. Hafıza ve zihin gelişimi için çok önemlidir. Günde bir adet yumurta tüketerek beyin ve beden sağlığınıza destek olmuş olursunuz.

Kemik suyu;

Kemik suyu çoğu zaman şifa kaynağı olarak da tabir edilmektedir. Bu durum oldukça normal ve bir o kadar da doğrudur. Kemik suyunun içerisindeki kalsiyum gibi değerli mineraller bulunmaktadır. Bu mineral ve vitaminlerden dolayı beyin sağlığı olumlu etkilenmektedir. Kemik suyunu çorba olarak ya da yemeklerinize koyarak tüketebilirsiniz.

Bu besinler beyin sağlığımız için oldukça faydalıdır. Aslında beyin sağlığımızı korumak için sadece bu besinleri tüketmek yeterli olmayabilir. Farkında olmadan beyin sağlığınıza zarar veren birçok gıda tüketiyor olabilirsiniz. Beyin sağlığını ciddi derecede etkileyen birçok zararlı gıda bulunmaktadır. Bu gıdalardan uzak durarak beyin sağlığınızı koruyabilirsiniz.

Beyin Sağlı İçin Zararlı Olan Gıdalar;

Fast food gıdalar;

Fast Food gıdalar, insan bünyesine ve beyin sağlığına ciddi derecede zarar verebilmektedir. Bu gıdaların içerisinde bilmediğiniz birçok zararlı maddeler bulunmaktadır. Bu gıdaların tüketilmesi durumunda beyinde birçok kalıcı hasara ve beyin rahatsızlıkları görülebilmektedir. Yapılan araştırmalar sonucunda, uzun süreli fast food gıdaların tüketilmesinde anksiyete, öğrenme bozukluğu ve sağlıklı düşünememe gibi durumların olduğu gözlemlenmiştir.

Alkol;

Alkolün karaciğeri bitirdiği konusunda hemen herkes fikir sahibidir. Ancak alkolün çok daha kötü zararları vardır. Öncelikle uzun süreli alkol tüketiminde, beyinde ciddi ve kalıcı hasarlar oluşabilir. Beyin sinirlerine ve yapısına zarar vererek kalıcı hasarlar bırakabilir. Alkol tüketimi bırakıldığında, oluşan hasarlar zamanla onarılabilir. Ancak uzun süreli alkol kullanımında kalıcı ve ciddi hasarlar oluşmaktadır. Bu hasarlar onarılmadığı gibi ölümcül de olabilmektedir.

Şeker;

Hiçbir şekilde şeker tüketmemeniz gerektiğini kimse iddia edemez. Fakat uzun süreli şeker tüketiminde ciddi rahatsızlıklar oluşabilmektedir. Şeker tüketimiyle ilgili birçok araştırmalar ve çalışmalar yapılmıştır. Uzun süreli şeker tüketiminin sonucunda nörolojik olarak rahatsızlıkların oluştuğu gözlemlenmiştir. Şekeri hayatınızdan komple çıkarmanız gerekmiyor. Ancak uzun süreli ve aşırı şeker tüketiminden kaçınmalısınız.

Sigara ve tütün ürünleri;

Sigaranın içerisindeki kimyasallardan dolayı insan sağlığına olan zararı, alkolün zararı kadar fazladır. Uzun süreli sigara tüketiminde beyinde ve diğer organlarda ciddi hasarlar oluşabilmektedir. Sigara ve tütün ürünleri, bol miktarda nikotin içerdiği için karaciğer, kalp, damar, akciğer ve beyin gibi organlara zarar vermektedir. Sigara erkenden bırakılırsa zararları da zamanla onarılacaktır. Fakat uzun süreli sigara kullanımında alkol kullanımı gibi ciddi hasarlar oluşacak ve onarılması mümkün olmayacaktır.

Kızarmış ve işlem görmüş gıdalar;

Kızarmış ve ısıl işlem görmüş gıdalar beyin sağlığını ciddi anlamda tetikliyor. Bu gıdalar katkı maddesi ve kimyasallar barındırmaktadır. Aynı zamanda içerisinde birçok farklı yağ bulunmaktadır. Bu katkı maddeleri, zararlı yağlar ve kimyasallar insan sağlığı için oldukça tehlikelidir. Özellikle çocuklar için büyük risk teşkil etmektedir.

Aspir yağı ne işe yarar, nasıl kullanılır, kilo verdirir mi?

Çok eski zamanlardan bu yana çeşitli hastalıkların tedavisinde kullanılan aspir yağı en fazla Hindistan’da üretilmektedir. Bununla beraber, Çin tıbbında da tedavilerde aspir yağına fazlası ile yer verilmektedir. Peki, aspir yağı ne işe yarar? Kullanımı nasıldır? Gelin şimdi bu detaylara göz atalım.

Aspir Yağı Nedir?

Kırmızı, sarı ve turuncu çiçeklere sahip olan aspir yağı otsu bitkiler arasında yer alan çok dallı bir bitkidir. Doymamış yağlar yönünden zengin olması ile birçok farklı şekilde fayda sağlar. Son günlerde zayıflamak isteyen kişilerin çok sık tercih ettiği aspir yağında kalsiyum, fosfor, Omega 3, Omega 6, demir, E ve B vitaminleri bulunmaktadır.

Aspir bitkisinin tohumlarının preslenmesi ile elde edilen aspir yağı yemeklik bir yağdır. Tatsız ve renksiz olması ile ayçiçek yağına benzetilmektedir. Güzel görünümü ile evlerde süs bitkisi olarak kullanılabilen aspir bitkisi ülkemizde de yetiştirilmektedir.

Aspir Yağı Ne İşe Yarar?

Çeşitli hastalıkların tedavisinde kullanılan aspir yağı ne işe yarar denildiği zaman birçok farklı faydadan söz edilebilmektedir. İçeriğinde yüksek oranda E vitamini barındıran aspir yağının insan vücudunu iyileştirici bir etkisi bulunmaktadır.

İltihap oranını azaltan aspir yağının kan şekerini düzenleme özelliği de bulunmaktadır. Aspir yağının ölçülü kullanılması çok önemlidir. Birçok faydası olmasına karşın fazla tüketildiği zaman zararları olabilmektedir.

Aspir Yağının Faydaları Nelerdir?

Cilt bakımı, saç bakımı, çeşitli hastalıkların giderilmesi gibi birçok etkisi bulunan aspir yağı faydaları ile ön planda olmayı sürdürmektedir. Daha çok zayıflama etkisi bilinse de, aspir yağının bilinmeyen faydaları şu şekilde sıralanabilir:

  • Bağışıklık sistemini güçlendirir.
  • Stresi azaltır.
  • Depresyona iyi gelir.
  • Kalp – damar hastalıklarının görülme riskini azaltır.
  • Metabolizmanın hızlanmasını sağlayarak kilo vermeye yardımcı olur.
  • Kabızlığı giderir.
  • Hazımsızlığa iyi gelir.
  • Kan şekerini düzenler.
  • Sivilce ve siyah nokta oluşumunu azaltır.
  • Saçlardaki kepek sorununu giderir.
  • Cildi ve saçları besler.
  • Genç görünüme yardımcı olur.
  • Adet döngüsünün düzelmesine yardımcı olur.
  • Romatizma ağrılarını azaltır.
  • Kötü kolesterolün düşmesini sağlar.
  • Kan pıhtısını önler.
  • Regl ağrılarını azaltır.
  • Balgam söktürmede etkilidir.
  • Migren ağrısına iyi gelir.
  • Göğüs tıkanıklığını giderir.
  • Saç dökülmesini azaltır.

Aspir Yağı Kilo Vermeye Yardımcı Mı?

Obeziteye karşı bir kalkan görevi üstlenen aspir yağı ile kilo vermek mümkündür. Ancak hiçbir ürünün tek başına kilo vermede etkili olmayacağı unutulmamalıdır. Aspir yağını kullanırken beslenmeye ve spor yapmaya da dikkat edilmelidir. Birçok diyetisyen tarafından diyet listelerine eklenen aspir yağının yağ yakıcı özelliği bulunmaktadır. Ayrıca metabolizmayı hızlandırarak kilo vermeye yardımcı olmaktadır.

Aspir Yağı İle Göbek Eritme

Yapılan klinik çalışmalarda yağ yakıcı özelliği olduğu tespit edilen aspir yağı ile göbek eritme son derece kolaydır. Bölgesel yağlanmadan şikayet edenlerin tercih ettiği aspir yağı, düzenli kullanım ve sağlıklı beslenme ile kısa sürede hedefinize ulaşmanızı sağlayacaktır. Salatalara,yoğurda, meyveye eklenerek tüketilebilen aspir yağının göbek yağını erittiği görülmüştür.

Aspir Yağı Ciltte Kullanılır Mı?

Pürüzsüz bir cilt hayali kuran kişiler için aspir yağı ciltte kullanılır mı merak konusudur. Çeşitli faydaları ile birçok kişiye yardımcı olan aspir yağını cildiniz için de rahatlıkla kullanabilirsiniz. Gözeneklerin açılmasını sağlayan aspir yağı, cildi onararak daha genç bir görünüme kavuşmaya yardımcı olur.

30’lu yaşlardan sonra birçok kişi cildinin kurumasından şikayet etmektedir. Ancak aspir yağı kullananlar tarafından yapılan açıklamalara bakıldığında aspir yağının kurumayı önleyerek cildi nemlendirdiği anlaşılmaktadır. Sizlerde aspir yağı ile günde iki kere cildinize masaj yaparak daha genç ve bakımlı bir görünüme sahip olabilirsiniz.

Aspir Yağı Nasıl Kullanılır?

Aspir yağının etkilerinden faydalanmak için düzenli kullanım son derece önemlidir. Aspir yağını cildiniz için kullanmak istiyorsanız, günde birkaç damla aspir yağı ile cildinize masaj yapabilirsiniz. Ayrıca aspir yağını birkaç damla saç kreminize ya da şampuanınıza ekleyebilirsiniz.

Aspir yağını zayıflamak için kullanmak isteyenler, bir çay kaşığı aspir yağını salatalarına ekleyebilirler. Ayrıca sabahları kahvaltıdan önce yine bir talı kaşığı tüketilebilir. Aspir yağının günde bir tatlı kaşığından fazla tüketilmemesi önerilmektedir.

Aspir Yağını Kimlerin Kullanması Sakıncalı?

Buraya kadar aspir yağının faydalarını detaylı bir şekilde aktardık. Ancak aspir yağının yan etkileri nedeniyle bazı kişiler tarafından kullanılmaması gerekmektedir. Ayrıca bu yağın önerilen miktardan daha fazla kullanılmaması önerilmektedir. Aspir yağını kullanması sakıncalı olan kişiler şu şekilde sıralanabilir:

  • Sindirim sorunu yaşayanlar
  • Hamileler
  • Kan sulandırıcı kullananlar
  • Kanaması olanlar
  • Düşük tansiyon sorunu yaşayanlar
  • Ayçiçek yağı alerjisi olanlar

Aspir Yağının Zararları

Son dönemde kullanım oranı artan aspir yağının zararları da bulunmaktadır. Özellikle yukarıda belirtilen aspir yağını kullanması sakıncalı olan kişilerin bu konuda dikkat etmeleri son derece önemlidir. Bununla beraber faydası saymakla bitmeyen aspir yağının zararları da mevcuttur. Aspir yağının bilinen zararları şunlardır:

  • Çok fazla kullanılan aspir yağı metabolizmayı olumsuz etkilemektedir.
  • Aspir yağı bol su ile tüketilmediği zaman karaciğere zarar verebilmektedir.
  • Metabolizmayı çok fazla hızlandırmaktadır. Buna bağlı olarak metabolizması hızlı çalışan kişilerde yan etkiler görülmesine neden olmaktadır.
  • Ciltte gerilmelere yol açabilmektedir.
  • Adet döneminde kanamanın artmasına neden olmaktadır.

Kozmetik ürünlere ihtiyaç duyulmadan cilt rengi nasıl eşitlenir?

Cilt tonunu dengelemek cilt problemleri arasında en zorudur. Bunun için çeşitli makyaj malzemeleri ve kozmetik bakım ürünleri denenir. Günlük kurtarıcı olmaktan öteye geçemeyen bu yollar cildin nefes almasını önler.

Cilt Tonunu Dengeleyen Doğal Maskeler

Yağlı, kuru ve karma demeden tüm cilt tiplerinin bu ortak sorunu cilt rengindeki eşitsizlikler. Ciltteki renk dalgalanmaları kadınları makyaj ürünlerine yönlendiriyor. Çeşitli kaynaklardan derlediğimiz cilt tonunu dengeleyen doğal maskeler bu soruna çare olabilir.

Patates maskesi;

Cilt bakım ünitesinin olmazsa olmaz malzemesi patatestir. Ölü derinin atılmasını kolaylaştırır. Cilt tonunu dengeler ve cildi canlandırır. Bunun için orta boy bir patates yeterlidir. İnce şeritler halinde doğranan patates, bir çatalla ezilir. Püre haline gelen patates boyun bölgesi dâhil tüm yüze uygulanır. Yaklaşık 20 dakika sonra cilt ılık suyla durulanır. Maskenin etkili olması için her gün 1 kez uygulanır.

Limon suyu maskesi;

Limonun içerisinde asitler bulunur. Dolayısıyla bu asitler cildin rengini açar ve eşitler. Ciltteki mikropları arındırır ve cilde parlaklık verir. Bir bardak soğuk suyun içine yarım limon sıkılır. Bu karışım bir pamuk yardımı ile boyun ve yüze uygulanır. Cilt yeteri kadar gerilmeye başladığında ılık suyla durulanır. Bu maskeden sonra güneş ışınlarından korunmak gerekir. Haftada 2 defa yapılması önerilir.

Yoğurt, zerdeçal ve limon suyu maskesi

Yarım limon suyunun içine 1 yemek kaşığı yoğurt ve 1 tatlı kaşığı zerdeçal koyulur. Tüm malzemeler homojen olana kadar karıştırılır. Cilt rengini eşitleme konusunda hızlı sonuç veren bu maske, yüze masaj yapılarak uygulanır. Yaklaşık 10 dakika sonra cilt durulanır. Haftada 1 defa yapılması yeterlidir.

Un, kabartma tozu ve süt maskesi

1 tatlı kaşığı kabartma tozunun içine 1 çorba kaşığı un ilave edilir. Krem formuna gelecek ölçüde süt koyulduktan sonra iyice karıştırılır. Boyun dâhil tüm yüze uygulanır ve soğuk suyla yıkanır. Cilt renginde belirgin bir denge yakalayan bu maske haftada 2 kez yapılabilir.

Cilt Tonunu Dengelemeye Yarayan Öneriler

Cilt tonunu dengelemeye yarayan öneriler sayesinde ciltteki eşitsiz renk dağılımından kurtulmak mümkündür. Bunlar sırasıyla şunlardır:

  • Bol su için
  • Sigara gibi kötü alışkanlıklardan kurtulun.
  • Yaz kış demeden güneş kremi kullanın.
  • Cildinize haftada 2 kez peeling yaparak, ölü hücrelerden temizleyin.
  • Yoğun makyaj yapmayarak, cildin nefes almasını sağlayın.
  • Haftada bir buhar banyosu ile derideki gözenekleri açın.
  • Cilt tipinize uygun ürünler kullanın.
  • Meyve ve sebze tüketmeye dikkat edin.
  • Cilt bakım rutinlerini ertelemeyin.
  • Cilt tonunu dengelemek için doğal maskelerden yardım alın.

Şems Aslan Cilt Tonu Eşitleme Maskesi Nasıl Yapılır?

Güneş lekeleri sivilce izleri, koyu lekeler, yaşlılık ya da genetik etkenlerden dolayı oluşan cilt tonu dengesizliği için güzellik uzmanı Şems Arslan nişasta maskesini uygulayabilirsiniz. Bu maske sayesinde cildiniz parlak, pürüzsüz ve aydınlık hale gelecek.

Malzemeler;

  • 1 tatlı kaşığı buğday nişastası
  • 3 tatlı kaşığı yoğurt
  • 1 tatlı kaşığı kil

Hazırlanışı;

Bütün malzemeleri bir kasede homojen hale gelinceye kadar iyice karıştırın. Şems Aslan cilt tonu eşitleme maskeniz artık hazır.

Uygulanışı;

Şems Aslan cilt tonu eşitleme maskesini bir fırça yardımı ile cildinize uygulayın. 20 dakika kadar bekleyin. Ardından cildinize masaj yaparak cildinizi soğuk suyla iyice durulayın. Bu uygulamadan sonra mutlaka cildinize nemlendirici sürün.

Mafya liderlerinin el attığı mucizevî lezzet: Manuka balı nedir, ne işe yarar?

Manuka çiçeklerinin özünden elde edilen manuka balı tüm dünyada hızla tanınmaya devam ediyor. Sadece Yeni Zelanda’da çıkan bu özel balın tadı ve kıvamı bilinen tüm ballardan farklı olduğu söyleniyor. İçeriğinde yoğun olarak bulunan methylglyoxal isimli madde diğer ballara göre 100 kat daha etkili. Tıpkı bir bakteri kovar makinesi gibi vücudu tüm hastalıklara karşı koruyor.

Mafya liderlerinin el attığı mucizevî lezzet manuka balı aynı zamanda fiyatından da söz ettirmeyi başarıyor. Dünyaca ünlü kişilerin(Scarlett Johansson) kullanmaya başlamasıyla balı üreten arılar kimi zaman çalındı. Küresel talebin artması kovan fiyatlarını etkiledi. Yeni Zelanda doları ile satılan bu balın özellikle Çin ve çevre ülkelerden alıcısı hayli fazla. Ülkemizde yeni tanınmaya başlansa da dünya çapında yüksek maliyetli bir sektör haline gelmiş durumda.

Manuka Balı Nedir?

Manuka ağacını duydunuz mu hiç? Manuka balı nedir diye soranlar öncelikle bu ağacı yakından tanımaları gerekir. Çay ağacıyla hem benzer özelliklere sahip hem de yakın akrabalar. Manuka ağacının yaprakları bile şifa dolu. Yeni Zelanda’nın yerlileri bu bitkinin yapraklarını yara tedavisi için kullanıyor.

Manuka ağacını kullanmaya gelen arılar manuka çiçeklerinin özlerini emiyor. Bunun sonucunda antimikrobiyal ve antioksidan bakımından çok güçlü olan manuka balı ortaya çıkıyor. B vitaminleri,potasyum,magnezyum,amino asitler ve kalsiyum miktarı oldukça yüksek.Fiyatı ne kadar pahalı olsa da birçok ülkenin vazgeçemediği bir lezzet . Satın alırken orijinal olup olmadığı iyi araştırılmalıdır.

Manuka Balı Ne İşe Yarar? Faydaları Neler?

Vücuda etkilerini keşfetmek için manuka balı ne işe yarar diye merak edenlerin sayısı epeyce fazla. Bu farklı lezzetin faydalarını sizler için sıraladık. İnceleyelim.

  • Küçük yaraları ve cilt sorunlarını onarır.
  • Egzama ve akne tedavisine yardımcı olur.
  • Diş tartarlarını temizleyerek, ağız içindeki bakterileri yok eder.
  • Soğuk algınlığını giderir. Kulak burun boğaz enfeksiyonuna yardımcı olur.
  • Geceleri rahat ve sakin uyku sağlar.
  • Düzenli tüketilen manuka balı vücudun bağışıklığını artırır. Antibakteriyel olması nedeniyle vücuda sızan mikropların barınma şansı düşer.
  • Vücuda enerji depolar. Sağlık sorunları minimum seviyeye iner.
  • Yorgunluk ve halsizliği alır.
  • Enfeksiyonlara karşı vücudu korur ve direnir.
  • Eklem ağrılarını dindirir.
  • İltihaplı bölgenin kurumasına yardımcı olur.
  • Parazitlerin atılmasına destek olarak bağırsak florasını korur.
  • Hücreleri yeniler.
  • Hazımsızlık ve mide sorunlarını ortadan kaldırır.
  • Manuka balı yanık tedavisinde başarılı sonuçlar verir.
  • Bronşit ve mantar gibi zor geçen hastalıkların iyileşme sürecini hızlandırır.

Göz kapağı kisti (Şalazyon) nedir? Belirtileri, tedavisi ve ameliyatı

Kirpik diplerinde biriken salgı kanal ağzında tıkanarak şişer. Göz kapağının altında veya üstünde küçük yağ bezesi haline dönüşür. Bu duruma göz kapağı kisti denir.

Şalazyon veya halk dilinde göz kapağı kisti için ilk tedavi medikal yöntemlerdir. Pomad, damla, sıcak pansuman ve antibiyotik gibi reçeteler ile hastanın iyileşmesi beklenir. İlerlemiş kistler için kortizonu iğne seçeneği değerlendirilir. Fakat kesin çözüm cerrahi operasyondur.

Şalazyon Nedir?

Göz kapağında yumru veya kaşıntı olanlar çoğunlukla arpacık çıktığını düşünür. Ancak ikisi arasındaki farkı bilmek için ‘’şalazyon nedir?’’ sorusuna yanıt bulmak gerekir. Şalazyon en net tanımla göz kapağında bulunan yağ bezlerinin tıkanmasıdır. Bu yağlar irinlidir. Şişlik, kızarıklık, gözde batma hissi gibi pek çok rahatsızlıklara neden olur. Arpacık ağrılı iken şalazyon ağrısızdır.

Göz kapağı kisti olan hastalarda bulanık görme veya astigmatizm gibi problemler görülebilir. Bu irinli kist birkaç hafta kalarak, kendiliğinden geçebilir. Geçmediği takdirde inatçı kistler için cerrahi müdahale yapılır.

Şalazyon Belirtileri Neler?

Göz kapağında belirgin irinli yumrular ‘’şalazyon belirtileri neler?’’ sorusuna yanıt veren en belirgin işarettir. Ağrısız ilerleyen bu kistler alt veya üst göz kapağını etkiler. Sıklıkla karşılaşılan göz kapağı kisti belirtileri şunlardır:

  • Sarkan göz kapağı
  • Gözde tahriş ve sulanma
  • Göz içi ve kapağında kızarıklık
  • Göz kapağında şişlik
  • Gözde ağırlık ve baskı
  • Göz içinde batma hissi
  • Göz kırpmada rahatsızlık
  • Görmede bulanıklık
  • Göz kapağı ve çevresinde kabuklanma
  • Işıktan rahatsız olma
  • Dokunurken hissedilen çıkıntı

Göz Kapağı Kisti Neden Olur?

Özellikle gül hastalığı ve seboreik dermatit olan riskli gruplar ‘’göz kapağı kisti neden olur’’sorusuna cevap arar. Salgılanan yağ bezeleri, kanallarda tıkanıp birikir. Biriken bezelerin içi irin dolu yumrulara dönüşür.

Gözlerin nemli ve ıslak kalmasını sağlayan meibomian yağ bezlerinin tıkanması sonucu tüm fonksiyonunu kaybeder. Bu süreçte hijyen oldukça önemlidir. Kirli ellerin göze teması göz kapağı kisti için risk faktörüdür. Diğer nedenleri ise şunlardır:

  • Kronik blefarit
  • Göz makyajı kalıntıları
  • Kirli makyaj malzemeleri
  • Çeşitli viral rahatsızlıklar
  • Göz enfeksiyonu
  • Cilt kanseri ve tüberküloz
  • Şeker hastaları

Göz Kapağı Kisti Nasıl Tedavi Edilir?

Göz kapağı kisti çoğunlukla kendiliğinden geçer. Bunun için bir takım evde bakım uygulamaları denenir. Fakat geçmediği durumlarda göz hekimi tarafından muayene edilen hastaya kanaldaki tıkanıkları açmak için göz damlası yazılır. Göz kapağındaki yumruluk için merhem, sıcak-ılık kompres yapılarak, irinin boşaltılması sağlanır.

Göz kapağı kisti nasıl tedavi edilir diye merak edenlerin yaptığı en büyük hata kisti sıkmaya çalışmaktır. Bu durum geri dönüşü olmayan göz hastalıklarına neden olabileceği gibi iyileşme sürecini de geciktirir. İkinci hata ise sıcak kompres yapılırken suyun sıcaklığına dikkat edilmemesidir. Su ılık olmalı ve ortalama 4 defa kistli bölgeye hekimin önerisi ile doğru masaj yapılmalıdır. Tüm adımları doğru yapan hastalarda en geç 4 haftaya kadar iyileşme görülür. Kimi şalazyonlar medikal tedaviye yanıt vermez. Bunun için cerrahi operasyon seçeneği devreye girer.

Göz Şalazyon Ameliyatı Nasıl Yapılır? 

Medikal tedavi ve göz kapağı enjeksiyonlarına yanıt vermeyen göz kapağı kistlerine cerrahi müdahale gerekir. Bu operasyondan çekinceleri olan hastalar için şalazyon ameliyatı nasıl yapılır sorusuna cevap aradık. İşte yanıtı…

Şalazyon ameliyatı oldukça basit bir müdahaledir. Kistin durumunu inceleyen hekim bu operasyonla kistin içini temizlemeyi hedefler. Lokal anestezi ile uyuşturulan hastanın göz kapağının altına ufak bir kesi atılır. Patolojik inceleme için bölgeden bir miktar sıvı alınır. Kalan irinli kısım ise tamamen boşaltılır.

Bu operasyonun süresi oldukça kısadır ve hasta aynı gün taburcu edilir. Ameliyat sonrasında hastanın göz kapaklarında şişlik ve kızarıklık olması normal karşılanır. Şalazyon hastalarına yapılan bu operasyon genelde astigmata sorunu olan ve kisti tekrarlananlar için önerilir. Göz kapağı kisti hafife alınmaması gereken ve erken müdahale edilmesi gereken bir göz sağlığı problemidir. Bunun için hastanelerin göz sağlığı ve hastalıkları bölümüne gidilmesi tavsiye edilir.

Regl döneminde uzak durulması gereken 4 besin

Kadınların adet dönemlerinde beslenme düzenleri değişiklik göstermektedir. Bu değişikliklerinden çok çeşitli sebepleri mevcuttur. Bunlardan biri minerallerin ve vücutta bulunan temel vitaminlerin kanama yoluyla azalmasıdır. Bir diğeri sebep ise kadınların adet dönemlerinde ortaya çıkan hormonal değişiklerdir.

Kanama yoluyla meydana gelen temel vitamin ve minerallerdeki seviyeyi korumak ve azalmasını engellemek için dengeli beslenmek gerekmektedir. Bazı besinler hormon, vitamin, mineral ve benzeri maddelerin seviyesini azaltırken, bazıları ise bunların korunmasında büyük önem taşımaktadır.

Dengeli beslenmek; kadınların adet dönemlerinde meydana gelen şiddetli baş ağrısı, şişkinlik, mide bulantısı, vücudun çeşitli bölgelerinde oluşan kramplar, yorgunluk hissi ve şiddetli sırt ağrısı gibi sorunları azaltırken bazı besinleri tüketmek bu belirtiler arttırmaktadır.

Adet Döneminde Uzak Durulması Gereken 4 Besin

Siz değerli okuyucularımız için alanında uzman diyetisyen ve doktorlar ile bu konuyu derinlemesine araştırarak adet döneminde sizi rahatsız eden ve uzak durmanız gerek besinleri listeledik. Kadınların adet dönemlerinde kesinlikle uzak durması gereken 4 besin;

1-Sağlıksız Atıştırmalıklar ve Şeker Türevi Ürünler

Özellikle regl dönemlerinde severek tükettiğiniz paketli atıştırmalıklar ( cips, gofret, jelibon vb şekerlemeler ) kısa süreli de olsa moralinizi yükseltmekte ve ruh halinizi iyileştirmektedir. Fakat bu ürünler yüksek miktarda rafine şeker içerdiğinden dolayı vücutta şiddetli gaz sancılarına ve şişkinliğe neden olmaktadır. Bedeniniz zaten regl dönemde yüksek miktarda vitamin, mineral ve kan kaybetmektedir. Bir de bu durumun üzerine rafine şeker tüketmek bedeninizi daha da yoracaktır. Bu nedenle rafine şeker yerine meyve yiyerek içindeki doğal şekeri tüketmelisiniz.

2-Baharatlı ve Acılı Besinler

Baharatlı ve acılı besinler tüketmek mide ve bağırsaklarınızda regl döneminde ortaya çıkan sorunları daha da sancılı hale getirecektir. Özellikle acı soslu ürünler, acı pul biber ve sivri biber tüketiminden uzak durmak gerekmektedir. Ancak her baharat mide ve bağırsağa zarar vermez aksine regl döneminde vücudunuzu rahatlatabilir. Bu baharatlara örnek olarak sindirim sistemine yardımcı olup bağırsakları rahatlatan safran ve vücuttaki ödemin atılmasında aktif rol oynayan taze biber verilebilir.

3- Süt

Normal dönemlerinizde dahi sık sık karın ağrısı ve mide krampları yaşıyorsanız adet dönemlerinde sütten kesinlikle uzak durmanız gerekmektedir. Süt bilindiği üzere yoğun miktarda laktoz içermektedir ve günümüzde birçok insan laktozu sindirmekte zorlanmaktadır. Laktoz, laktoz intoleransı olan insanlarda mide bulantısına, şişkinliğe ve mide ağrısına neden olmaktadır. Piyasada birçok laktozsuz süt olsa da az miktarda laktoz içerdiğinden dolayı bu dönemde süt tüketmek midenizi rahatsız edecek ve bedeninizde sancılara neden olacaktır. Bu nedenle en azından regl döneminde sütten uzak durmalısınız.

4- Kafein

Yapılan bilimsel araştırmalara göre kafein tüketimi de adet dönemlerinde azaltılmalı hatta mümkünse uzak durulmalıdır. Bu dönemlerde kafein tüketmek kanama süresini ek olarak 3 ile 5 gün uzatabileceği gibi adet dönemlerinin bozulması ve hatta adet görmemeye neden olabilmektedir. Adet dönemi kafeini fazla tüketmek hem fiziksel hem de mental sendromları arttıracaktır. Bu nedenle adet öncesinde kafein mümkün olduğunca azaltmanız gerekmektedir.

Kanser hastalarına aşı uyarısı

Kanser hastalarına Covid-19 virüsü enfekte olma riskine değinen Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Karagöl, “Bağışıklık sistemi, lenfoma, myelom, lösemi gibi bazı kanser türlerinde Covid-19 virüsü enfeksiyon sürecinden olumsuz etkilenmektedir. Bu da hastaların mikroplara karşı korumasız hale gelmesine neden olmaktadır. Bağışıklık sistemini olumsuz etkileyen ışın, cerrahi operasyon ve kemoterapi gibi tedavilerden dolayı mikroplarla savaşta vücut daha güçsüz kalabilmektedir. Ayrıca tedavi kaynaklı görülen beslenme bozukluklarından dolayı da bağışıklık sistemi baskılanmaktadır. Yine mikroba karşı verilen mücadelede hastanın moralinin bozuk olması da mikropla yapılan savaşı bir hayli zorlaştırmaktadır.” ifadelerine yer verdi.

Kanser Hastaları Beslenme ve Uyku düzenine Dikkat Etmeli

Covid-19 virüsü enfeksiyonunda sık rastlanan bazı semptomlar ile kanser hastalarının bazı bulgularının karıştırılabildiğini ifade eden Prof. Dr. Karagöl, “Bazı vakalarda ateş gibi enfeksiyon semptomları bağışıklık sisteminin baskılanmasından kaynaklı görülmemektedir. Akciğer kanseri olan hastalarda öksürük ve nefes darlığı şikayetlerine sık rastlanmaktadır. Ancak çoğu zaman bu şikayetler, Covid-19 virüsü enfeksiyonuyla karıştırılmaktadır. Ayrıca Covid-19 virüsü enfeksiyonunda çok sık rastlanan tat ve koku kayıplarına kanser ilaçlarından dolayı kanser hastalarında da rastlanabilmektedir.

Covid-19 virüsü enfeksiyonundan korunmada kanser hastaları herkesten daha dikkatli davranmalıdır. Özellikle bağışıklık sisteminin kuvvetli kalmasında en etkili faktörler olan beslenme ve uyku düzenine çok dikkat edilmelidir. Kanser hastalarının 23.30’a kadar yatmış olması tavsiye edilmektedir. Günlük hafif bir egzersizin ya da yürüyüşün en az 20 dakika yapılması gerekmektedir. Bitkisel takviyeler ise muhakkak hekim kontrolünde alınmalıdır.” diye konuştu.

Koronavirüs Aşısı Tedavi Devam Ederken Uygulanabilir

Covid-19 virüsü enfeksiyonundan korunmak için uygulanan gerek ölü virüs aşılarının, gerekse de m-RNA aşılarının yan etkilerinin kanser hastalarında normal sağlıklı insanlardan farklı olmadığına değinen Prof. Dr. Karagöl, “Kanser hastalarına da normal insanlar gibi aşı uygulanabilir. Ancak kanser hastalarının aşı uygulanırken 2 gruba ayrılması gerekmektedir. Kanser tedavileri bitmiş ve takip sürecinde olan hastalar ile radyoterapi, ilaç tedavisi ve cerrahi süreci süren kanser hastaları olmak üzere. Kanser tedavisini tamamlayan ve takip aşamasında olan hastalara Covid-19 virüsü aşısı, normal sağlıklı insanlardaki gibi uygulanabilir. Kanser hastalığından dolayı immünoterapi, kemoterapi, hormonoterapi ya da akıllı ilaç tedavisi süren hastalarda da şu ana kadar normal insanlardan farklı bir yan etkiye rastlanmadı. Ancak kemoterapi süreci devam eden hastalarda aşının tutma olasılığı çok düşüktür.” şeklinde konuştu.

Aşı Zamanı Onkolog Tarafından Belirlenmeli

Kemoterapi tedavisinin ardından Covid-19 virüsü aşısının vücutta gösterebileceği etkinin düşük olabileceğinin altını çizen Prof. Dr. Karagöl, “Günlük klinik uygulamalarda kemoterapi tedavi süreci sürmesine rağmen aşı sırası gelen kanser hastalarının aşılarını hangi gün yaptırması gerektiğine Onkolog tarafından gerekli hesaplamalar yapıldıktan sonra karar verilmeli ve aşının yapılacağı gün hastaya bildirilmelidir. Tedavi süreçleri başka kliniklerde sürmekte olan kanser hastaları da onkologlarından fikir almayı ihmal etmemelidir. İlaç tedavisi süren kanser hastalarına ise Covid-19 virüsü aşısı uygulanması için tedavinin kesilmesi ya da Covid-19 virüsü aşısının uygulanması için kanser tedavisinin bitmesinin beklenmesi gerekmemektedir. Radyoterapi ve ışın tedavi süreci süren hastaların ise radyasyon onkoloğu hekimlerine danıştıktan sonra aşıyı yaptırmaları çok daha sağlıklı bir karar olacaktır.” değerlendirmesinde bulundu.  

Japon yaşlanma karşıtı pirinç sütü cilt temizleyici

Evde tonik, maske, bakım suyu gibi cilt bakım ürünleri hazırlarken özellikle evde bulunması kolay ve faydalı ürünler tercih edilmektedir. Bunlardan bir tanesi de pirinçtir. Pirincin içerisinde bulunan mineralleri suya bırakmasını sağladığınızda cildiniz için mükemmel bir cilt bakım ürünü olacaktır.

Özellikle yaş ilerlemesinin sebep olduğu kırışıklıkları gidermek için pirinç suyu mucizedir diyebiliriz. İçinde bulunan B ve E vitamini ve mineraller sayesinde kırışıklıkları azaltan, lekelerin tonunu açan ve cilt tonunu eşitleyen bir formüle sahiptir. Tüm marketlerde bulabileceğiniz malzemeler ile çok düşük maliyetli bir yaşlanma karşıtı pirinç sütlü cilt temizleyici elde etmek mümkündür.

Pirinç Sütünün Cilde Faydaları Neler?

Pirinç sütünün cildimiz için yadsınamayacak faydaları bulunmaktadır. Bunları aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:

  • Pirinç sütü cildin nem ihtiyacını karşılayarak cildi yumuşatır,
  • Ciltte bulunan gözenekleri temizleyerek sıkılaşmalarını sağlar,
  • Ciltte oluşan lekelerin rengini açar,
  • Cildi beyazlatır ve tonu eşitler,
  • Kırışıklıkları azaltarak yaşlanma belirtilerini engeller,
  • Pirinç içinde bulunan antioksidanlar ile sivilceleri azaltır,
  • Cildin üzerindeki ölü derilerin atılmasına yardımcı olur ve parlaklık sağlar,
  • Cildin nefes almasını sağlar.

Tüm bu avantajları sayesinde pirinç sütü son derece önemli bir kişisel bakım malzemesi haline gelmektedir. Her yaş grubundan kadın için ideal bir cilt temizleyicisidir. Kullanımının kolay olması ve belli aralıklarla yapılabilmesi bu bakım uygulamasının birçok kadın tarafından tercih edilmesini sağlamıştır.

Pirinç Sütlü Cilt Temizleyici Nasıl Hazırlanır?

Pirinç sütlü cilt temizleyici hazırlamak için ihtiyacımız olan malzemeler; 2 yemek kaşığı kahverengi pirinç unu ve 2 yemek kaşığı pirinç sütüdür. Bu noktada en önemli faktör pirinç sütünün organik olmasıdır. Bu iki ürünü iyice karıştırarak macun haline getirmemiz gerekmektedir.

Macunumuzu elde ettikten sonra yüzümüze uygulayabiliriz. Bu uygulamadan sonra cildinizin yumuşadığını ve parladığını görebilirsiniz. Haftada bir kez bu işlemi uygularsanız daha hızlı bir sonuç almanız mümkündür. Ancak 15 günde bir tekrarlamak da istediğiniz sonuçları vermek için yeterli olacaktır.

Pirinç Sütlü Cilt Temizleyici Nasıl Kullanılır?

Pirinç sütü ve pirinç unu ile hazırladığımız temizleyiciyi, temizlenmiş bir cilde uygulamak çok önemlidir. Örneğin eğer yüzünüze uyguluyorsanız, uygulama öncesinde bir sabun veya yüz yıkama ürünü ile yüzünüzü temizlemeniz ve havlu dokundurma yöntemi ile kurulayarak cildi nemli bırakmanız gerekmektedir.

Daha sonra hazırladığınız pirinç sütlü karışımı cildinize dairesel hareketlerle uygulamalı ve en fazla 5 dakika bekletmelisiniz. Karışımı yüzünüze uygularken göz çevrenize dikkat etmeniz gerekmektedir. Çok fazla gözünüze yaklaşmadan maske halinde karışımı sürmelisiniz. Bahsettiğimiz süre sonunda cildinizdeki karışımı ılık veya soğuk su ile temizleyebilirsiniz.

Soğuk su ile temizlemek cilde şok etkisi yaratacağından daha faydalıdır ancak karışımı temizlemek için ılık su daha kolay bir yöntemdir. Eğer cildiniz normalde kuru bir yapıya sahipse temizleme sonrası bir nemlendirici ile cildinizi nemlendirmeyi unutmamalısınız.

Sirkeli su nasıl yapılır? Faydaları İbrahim Saraçoğlu

Antiseptik özelliği ile yıllardır kullanılan sirke, tarihteki ilk antibiyotik olarak bilinmektedir. Su ile seyreltilerek içildiği zaman vücudu toksinlerden arındıran ve metabolizmayı hızlandıran sirkenin tüketiminde bazı önemli detaylara dikkat edilmelidir. Sizler için bu önemli detayları araştırarak sirkeli su hakkında aklınıza takılan tüm soruları yanıtlamaya çalıştık.

Sirkeli Su Nasıl Yapılır?

Covid 19 pandemisi etkisi ile artan kilolarından şikayet eden kişilerin sayısı artmıştır. Fazla kilolarından kurtulmak isteyenler sirkeli su nasıl yapılır araştırmaya başlamıştır. Alternatif tıp alanında uzun zamandır kullanılan sirkenin sağladığı faydalar oldukça fazladır. Hemen her evde bulunan sirke çeşitli meyvelerden yapılabilmektedir.

Sirkenin etkisini artırmak için su ile seyreltilmesi önerilmektedir. Tek başına ekşi ve keskin gelen sirke, su sayesinde daha rahat tüketilebilmektedir. Bir bardak su içerisine bir yemek kaşığı sirke ekleyerek sirkeli suyu hazırlayabilirsiniz.

Sirkeli Su Ne İşe Yarar, Faydaları Neler?

Yıllardır şifa kaynağı olarak kullanılan sirke, özellikle zayıflama üzerindeki etkisi ile ön plandadır. Tek başına içmenin zor olduğu sirkenin su ile içilmesi önerilmektedir. Çeşitli diyetlerin popüler olduğu günümüzde sirkeli su faydaları ile diyet listelerine girmeyi başarmıştır. Kısa sürede etki gösteren sirkeli suyun temel faydaları şunlardır:

  • Vücudu toksinlerden arındırır.
  • Metabolizmayı hızlandırır.
  • Yağ yakmaya yardımcı olur.
  • İştahı kesmede etkilidir.
  • Antioksidan etkisi ile mide rahatsızlıklarına iyi gelir.
  • Bağırsak hareketlerini düzenler.
  • Kan şekerini dengeler.
  • Bağışıklığı güçlendirir.
  • Vücudu iltihaplardan arındırır.
  • Solunum yolu hastalıklarını tedavi eder.
  • Öksürüğe iyi gelir.
  • Boğaz ağrısına iyi gelir.
  • Karaciğerin temizlenmesine yardım eder.
  • Baş ağrısına iyi gelir.
  • Vücut direncini artırır.
  • Kan şekerini düşürür.
  • Diş sağlığına olumlu etki eder.

Gece Yatarken Sirkeli Su İçmek Zayıflatır Mı?

Yiyeceklerin aktif bileşeni olarak kullanılan sirke üzerine yapılan bilimsel çalışmalar, sirkenin ne kadar faydalı olduğunu ortaya koymaktadır. Bununla beraber sirke ile su karışımının kilo vermeye yardımcı olduğu söylemleri, gece yatarken sirkeli su içmek zayıflatır sorusunu gündeme getirmektedir. İçeriğinde asetik ait bulunan sirke, açlık hissini gidererek kilo vermeye ve verilen kiloyu korumaya yardımcı olmaktadır.

Kısa sürede yağ yakarak kilo vermek isteyen kişiler, özellikle elma sirkesini tercih etmektedir. Vücudun pH değerini düzenleyen elma sirkesi kilo vermede de oldukça etkilidir. Elma sirkesi günün her saatinde içilebilir. Ancak en yüksek verimi almak için gece yatmadan önce bir bardak suya bir yemek kaşığı elma sirkesi eklenerek tüketilmelidir.

Gece Yatmadan Önce Sirkeli Su İçmek Kilo Verdirir Mi?

Sirkeli su üzerine birçok farklı araştırma ve çalışma yürütülmektedir. Bu çalışmalardan biri olan gece yatmadan önce sirkeli su içmek kilo verdirir mi sorusuna hiç düşünmeden evet cevabı verilebilir. bu nedenle sirkeli su, kilo vermek isteyenler için popüler bir içecek haline gelmiştir.

Sağlıklı beslenme bilincinde olan kişiler için doğal besinler oldukça önemlidir. Sirke de bu doğal ve şifalı içeceklerin başında gelmektedir. Kilo ile beraber bel kalınlığını da incelten sirkeli suyun sabah aç karına ve gece yatmadan önce tüketilmesi önerilmektedir.

Sabah Uyanınca Sirkeli Su İçmek

Her derde deva olan sirkeli su günün her saatinde tüketilebilmektedir. Kan dolaşımından sindirim sistemine kadar birçok fayda sağlayan sirkeli suyu sabah aç karına içmeyi tercih eden kişi sayısı bir hayli fazladır. Çünkü sabah uyanınca sirkeli su içmek zayıflamaya yardımcı olmaktadır. İştah kesen bir özelliğe sahip olan sirkeli su, sabah tüketildiği zaman gün içerisinde daha az yemek yemeyi sağlamaktadır.

Elma ve üzüm suyunun fermente edilmesi sonucunda elde edilen sirkenin yüzde yüz doğal olması çok önemlidir. Sirkenin bulanık olması ve şişenin dibinde tortular bulunması, ürünün doğal olduğunun göstergesidir. Sabahları uyanınca bir bardak ılık su içerisine bir yemek kaşığı sirke ekleyerek tüketebilirsiniz. Bu sayede kendinizi daha zinde hissedeceksiniz. Ayrıca vücudunuz otururken bile yağ yakmaya devam edecek.

Üzüm Sirkeli Su İçmek Kilo Verdirir Mi?

Günlük tüketimde genelde elma sirkesi tercih edilse de, üzüm sirkeli su içmek kilo verdirir mi merak edilmektedir. 2009 yılında yapılan bilimsel bir çalışmaya göre, üzüm sirkesi vücutta bulunan fazla yağlarla mücadele etmektedir. Üzüm sirkesi içerisinde yer alan asetik asit, yağ yakımında son derece etkilidir.

Kan şekerinin ve insülin seviyesinin düşmesini sağlayan üzüm sirkesi, doğru miktarda ve düzenli olarak tüketildiği zaman kilo verdirmektedir. Özellikle iştah kapatma özelliği ile etkisini artıran üzüm sirkesini bir bardak su içerisine ekleyerek tüketebilirsiniz.

Sirkeli Su Faydaları İbrahim Saraçoğlu

Hamur işlerine, salatalara ve birçok farklı tarife inanılmaz bir lezzet katan sirkeli su faydaları İbrahim Saraçoğlu tarafından da aktarılmıştır. Alanında uzman olan ve şifalı tarifleri ile dikkat çeken Prof. Dr. İbrahim Saraçoğlu’nun sirkeli su hakkındaki yorumları dikkate almaya değer niteliktedir. Saraçoğlu’nun bu aşamada dikkat çektiği en önemli nokta, kullanılacak sirkenin doğal olması gerektiğidir. Kimyasal maddelerin eklenmesi ile üretilen ve doğal olmayan sirkelerden istenilen sonuçlar alınamamaktadır.

Sirkeli suyun sivilcelerin baş düşmanı olduğunu söyleyen İbrahim Saraçoğlu, sirkenin saçları da beslediğini belirtmektedir. Lif açısından zengin olan sirkenin sindirime yardımcı olduğu ve bu sayede kilo vermeyi hızlandırdığı söylenmektedir. Ayrıca cilt bakımında sirkeye yer verilmesi gerektiğini öneren Saraçoğlu’nun sivilcelerin giderilmesini sağlayan kür tarifi dikkat çekmektedir. Bir fincan maden suyu içerisine bir fincan elma sirkesini ekleyin ve karışımı günde bir defa yüzünüze sürün. Haftada üç kere tekrar edeceğiniz bu kür ile sivilcelerinizin kuruduğunu göreceksiniz.

Elma Sirkesi İçenlerin Yorumları

Üzüm sirkesine göre zayıflamaya daha çok etki eden elma sirkesi içenlerin yorumları en güzel yol göstericilerden biridir. Elma sirkesini içerek deneyimleyen kişiler, bu deneyimlerini çeşitli sitelerde yorum olarak paylaşmaktadır. Bu yorumlar sayesinde aklınıza takılan her soruya yanıt bulabilirsiniz.

Farklı sitelerde elma sirkesi hakkında yapılan yorumlar incelendiğinde, elma sirkesinin kısa sürede kilo verdirdiği görülmektedir. Sabahları aç karına tüketildiğinde gün içinde daha az açlık hissettiklerini belirten kullanıcılar, özellikle bel ve karın bölgesindeki yağlarından kurtulduklarını söylemektedir.

Aç Karnına Limonlu Sirkeli Su İçmek

Ayrı ayrı birçok faydası bulunan sirke ve limon birlikte tüketildiği zaman iki kat etki etmektedir. Özellikle aç karına limonlu sirkeli su içmek son derece etkilidir. Sabahları aç karına su içmek, metabolizma hızını yüzde 25 oranında artırmaktadır. Bununla beraber, suya limon ve sirke eklenerek bu etki daha da artırılabilmektedir.

Sirkeli su, suyun alkali hale gelmesini sağlayarak sindirim enzimlerini çalıştırmaktadır. Limon suyun asit içeriğini artıracağı için özellikle mide rahatsızlığı olanların dikkat etmesi ve doktor gözetiminde limonlu sirkeli su tüketmesi önerilmektedir. Suya eklenen sirke ve limon, yağ yakıcı bir etkileşim ortaya çıkarmaktadır. Ancak, tek başına hiçbir içeceğin ya da besinin kilo verdirmesi beklenmemelidir. Beslenme ile beraber hayatınıza sporu da ekleyerek kilo verme sürecinizi hızlandırabilirsiniz.

Kolajen eksikliği belirtileri neler, eksikliği nasıl giderilir?

Kas, diş, eklem, kornea, kemik, doku ve deri gibi vücudun çeşitli yerlerinde bulunan kolajen, vücudun yapısal iskeletini oluşturmaktadır. Kelime anlamı bağlayıcı ve yapıştırıcı olan kolajenin faydaları bir hayli fazladır. Temel görevi bağ dokularını güçlendirerek cildin esnekliğini artırmak olan kolajeni kullanırken dikkat edilmesi gereken önemli noktalara yazımızın devamında yer verilmiştir.

Kolajen Nedir?

Dokuları bir arada tutarak destek sağlayan kolajen güçlü bir yapıştırıcı olarak tanımlanabilir. Fibroplast ile beraber diğer hücreler tarafından oluşturulan kolajenin farklı tipleri de mevcuttur. Tüm kolajenlerin temel görevi aynı olsa da, farklı görevleri de bulunmaktadır.

Vücutta sentezlenebilen kolajeni dışarıdan alarak sağladığı faydalardan daha fazla yararlanılabilmektedir. Dış kaynaklardan alınan kolajene ekso kolajen denilmektedir. Vücudun doğal olarak ürettiği kolajen ise endo kolajendir. Sağladığı faydaları ile son dönemlerin gözdesi haline gelen kolajen nedir ve nasıl kullanılır sorularını aklınızdan geçirdiğinizi duyar gibiyiz. Yaşın ilerlemesi ile beraber azalan kolajeni vücudunuza tekrar nasıl kazandırabileceğinizi öğrenmeniz bu aşamada çok önemlidir.

Yaşamın ilk evresinde vücutta yüksek oranda bulunan kolajen, 30’lu yaşlardan sonra azalmaya başlamaktadır. Her yıl ortalama olarak yüzde 1 oranında yaşanan bu azalmayı stres, menopoz, sigara tüketimi, hava kirliliği gibi etmenler hızlandırmaktadır. Ancak cilt bakımları, kremler ve kolajen takviyeleri ile bu azalma kontrol altına alınabilmektedir.

Kaç Tip Kolajen Vardır?

Günümüzde cilt güzelliği ile ön plana çıkan kolajenin farklı tipleri mevcuttur. Dokuların esnek ve canlı kalmasını sağlayan kaç tip kolajen vardır ve bunların özellikleri nelerdir? İnsan vücudunda 16 farklı kolajen bulunmaktadır. Ancak en önemlileri tip 1, tip 2, tip 3, tip 4, tip 5 ve tip 10’dur. Bunlardan tip 1 kolajen, vücudun yüzde 90’ını oluşturmaktadır.

Tip 1 Kolajen: İnsan vücudundaki en güçlü ve en bol kolajen tipidir. Kemikleri oluşturmaya yardımcı olan tip 1 kolajen, yaraların iyleşmesini sağlamaktadır.

Tip 2 Kolajen: Kıkırdak yapımına yardımcı olmaktadır. Bu sayede eklem ağrılarını dindirmektedir.

Tip 3 Kolajen: Tip 1 kolajen ile beraber bulunmaktadır. Cildin sıkılaşmasını ve esnekliğini artırmaktadır.

Tip 4 Kolajen: Çok önemli işlevlere sahip olan tip 4 kolajen, sindirim organlarının büyük bir kısmını oluşturmaktadır.

Tip 5 Kolajen: Saç telleri ile dokularda bulunmaktadır.

Tip 10 Kolajen: Eklem kıkırdakları ile kemik oluşumunda etkilidir.

Kolajen Ne İşe Yarar? Faydaları Nelerdir?

Hemen herkesin kullanmaya başladığı kolajen faydaları ile büyük ilgi görmeye devam etmektedir. Vücuttaki bir aminoasit olarak bilinen kolajenin zamanla azalması insanları tedirgin etmektedir. Ancak yapılacak kolajen takviyesi ile bu sorun kısa sürede çözülebilmektedir. Peki, kolajen neden bu kadar ilgi görmektedir? Kolajenin ilgi görmesini sağlayan temel faydaları şunlardır:

  • Cildin esnekliğini artırır.
  • Cilde canlılık kazandırır.
  • Diş sağlığını olumlu yönde etkiler.
  • Diş eti kanamalarını azaltır.
  • Selülit görünümünü azaltır.
  • Sindirim sistemini düzenler.
  • Vücuttan zararlı toksinlerin atılmasını sağlar.
  • Kalp sağlığını korur.
  • Eklemlerin bozulma riskini azaltır.
  • Kas kütlesinin artmasını sağlar.
  • Saçları güçlendirir.
  • Tırnakları güçlendirir.

Kolajen Eksikliği Belirtileri

Kolajen eksikliği belirtileri ile kendisini göstermektedir. Sağladığı yararlar saymakla bitmeyen kolajen, vücutta azaldığı zaman bazı sorunlar ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle, belirtilerin fark edilip hemen kolajen tedavisine başlanması çok önemlidir. Kolajen eksikliğini gösteren belirtiler ise şunlardır:

  • Saçlar kolay kırılır.
  • Tırnaklar kolay kırılır.
  • Yorgunluk ile beraber güçsüzlük görülür.
  • Ciltteki kırışıklık artar.
  • Eklem ağrıları başlar.

Kolajen Cilde Nasıl Fayda Sağlar?

Yaşlandıkça azalan kolajen üretimi, cildin normalden daha fazla kırışmasına neden olmaktadır. Bu aşamada, kolajen cilde nasıl fayda sağlar anlaşılmaktadır. Azalan kolajenin doğru zaman ve miktarda vücuda geri kazandırılması ile cildin pürüzsüzleşmesi sağlanarak kırışıklar azaltılmaktadır. Cilt hücrelerinin yenilenmesine yardımcı olan kolajen, cildin daha da güçlü görünmesini sağlamaktadır.

Kolajen Nasıl Kullanılmalıdır? Kolajene Kaç Ay Devam Edilmelidir?

Elde edilecek faydayı artırmak için kolajen nasıl kullanılmalıdır dikkat edilmelidir. Uzmanlar tarafından günlük olarak 10 – 30 mg aralığında kolajen tüketilmesi gerektiği söylenmektedir. Kullanım zamanı ise sabah – akşam fark etmemektedir. Kolajenin ara verilmeden en fazla üç ay kullanılması önerilmektedir. Herhangi bir sağlık sorunu yaşayan kişilerin, kolajen kullanmadan önce doktorlarına danışmaları tavsiye edilmektedir. Toksit içermeyen bir takviye olan kolajenin olumsuz yan etkileri bulunmamaktadır. Bazı kişilerde aşırı tokluk hissi, mide şikayetleri ve hoş olmayan bir tat aldıkları gözlenmiştir. Önerilen dozdan fazlasını almadan önce bir uzmana danışmak gerekmektedir.

Kolajen Üretimi Nasıl Artırılır? Hangi Besinlerde Kolajen Vardır?

Zamanla azalan kolajeni takviyeler ile desteklemek mümkündür. Ancak, kolajen üretimi artırmak için tüketilmesi önerilen bazı besinler mevcuttur. Hayvansal gıdaların bağ dokuları kolajenle doludur. Bu nedenle kolajen açısından özellikle kemik suları çok zengindir. Bununla beraber kırmızı et, tavuk eti, balık, yumurta,süt ürünleri, biber, çilek de yüksek oranda kolajen içermektedir. Günlük olarak bu besinleri tüketerek kolajen üretimini artırabilirsiniz.

Kolajenin Zararı Var Mıdır?

Uzmanlar tarafından yapılan açıklamalar incelendiğinde, genel olarak kolajenin güvenli olduğu anlaşılmaktadır. Ancak birçok kişi kolajenin zararı var mıdır merak etmektedir. Kolajenin direkt bir zararı olmasa da, bazı kişilerde şu yan etkiler gözlemlenmiştir:

  • Yorgunluk hissi
  • İshal
  • Midede ağırlık
  • Deri döküntüsü
  • Vücut duyarlılığının artması
  • Ağızda kötü tat hissi
  • Kusma
  • Bulantı

Yukarıda sıralanan yan etkilere çok az kişide rastlanmaktadır. Sağlığı etkileyecek kritik yan etkisi olmayan kolajeni doktorunuza danışarak kullanmanız önemlidir. Özellikle yüksek protein almaması gereken kişilerin kolajen kullanımına dikkat etmesi gerekmektedir.

Kuru ciltler için 5 doğal nemlendirici maske tarifi

Cildin üst katmanında yer alan epidermisin yeterli nemi sağlayamadığında cilt kurur. Kuru cilt hem mat görünür hem de çabuk yaşlanır. Cildin su dengesini ve nem ihtiyacını karşılayacak kuru ciltler için doğal nemlendirici maske tarifleri ile bu sorundan kurtulmak mümkün. Ev ortamında rahatlıkla yapılabilen bu bakım kürleri ciltteki pullu görüntüyü ve kaşıntıyı alır. Egzama ve çatlama gibi problemlere de iyi gelen nemlendirici ve maskelerin nasıl yapıldığını merak ediyorsanız, başlayalım.

Kuru Ciltler İçin Doğal Nemlendirici Maske Tarifleri

Kuru ciltli kişilerin ince çizgileri fazla olup, ciltleri cansızdır. Özellikle yanlış cilt bakım temizliği bu süreci daha da hızlandırır. Cildine sabun ve alkol içerikli kozmetik ürün kullananlar kuru ciltler için doğal nemlendirici maske tarifleri konusunu bir süre daha rafa kaldırması gerekir. Bahsedilen bu ürünler cildi kurutmaya devam eder. Öyleyse kuru cilt problemi yaşayanlar cildini nasıl nemlendirecek? İşte yanıtı…

1- Nem bombası yulaf kepeği maskesi

Yulaf kepeği maskesi ciltteki gözenekleri açar ve derinlemesine temizler. Ciltteki kırışıkların görünümünü hafifletir, cildi nemlendirir ve yumuşatır.

Malzemeler:

  • 1 çorba kaşığı yulaf kepeği
  • 1 çay kaşığı sızma zeytinyağı
  • 1 çorba kaşığı bal
  • 1 çorba kaşığı yoğurt

Hazırlanışı ve Uygulama:

Verilen tüm malzemeler birbirleri ile iyice karıştırılır. Homojen dağılım sağlandıktan sonra boyun ve yüz bölgesine sürülür. 15 dakika bekledikten sonra ılık suyla durulanır. Bu tarif 1 hafta buzdolabında bekletilebilir. Haftada 2 kez uygulanması önerilir.

2- Avokado + kakao + bal maskesi

Antibakteriyel bal ve doğal nemlendirici avokadonun cildi sakinleştiren kakao ile buluşması ile hazırlanan bir tariftir.

Malzemeler:

  • 1 avokado
  • 1 tatlı kaşığı bal
  • 1 tatlı kaşığı kakao tozu

Hazırlanışı ve Uygulama:

1 tam avokado püre haline getirilir. Verilen ölçüdeki diğer malzemeler eklenerek, cilde uygulanır. Ortalama 15 dakika sonra cilt ılık suyla durulanır. Bu maske haftada 2 kez uygulanabilir.

3- Arındıran yoğurt maskesi

Cildin yaşlanmasını geciktiren yoğurt aynı zamanda cilde nem verir ve arındırır.

Malzemeler:

  • 1 çorba kaşığı limon
  • 2 çorba kaşığı yoğurt
  • 1 çorba kaşığı bal

Hazırlanışı ve Uygulama:

Tüm malzemeler bir cam kâsenin içine alınır ve tahta kaşıkla karıştırılır.Krem formuna gelince boyun dahil tüm cilde uygulanır ve yarım saat sonra cilt durulanır. Kuru ciltler için nemlendirici maske tarifleri arasında etkili olan bu yöntemin haftada bir uygulanması önerilir.

4- Süt + bal maskesi

Süt ve balın birleşmesi ile hazırlanan bu tarif cildin neme doymasını sağlar.

Malzemeler:

  • 1 yemek kaşığı süt
  • 1 yemek kaşığı bal

Hazırlanışı ve Uygulama:

Verilen ölçüdeki malzemeler birbirleri ile homojen hale gelene kadar karıştırılır. Cilde sürülür ve 15 dakika sonra ılık suyla yıkanır. Bu maskenin sabah ve akşam uygulanması nemlendirme açısından hızlı sonuç verir.

5- Doğal nemlendirici jojoba yağı maskesi

Protein bakımından oldukça zengin olan jojoba yağı cilt üzerindeki lekeleri giderir ve nem verir. Ayrıca ciltteki çatlakları onarır.

Malzemeler:

  • 3 su bardağı su
  • 1 tatlı kaşığı jojoba yağı

Hazırlanışı ve Uygulama:

Verilen miktardaki suyun içine 1 tatlı kaşığı jojoba yağı koyulur ve karıştırılır. Bir pamuk yardımıyla cilt üzerine uygulanır. Kuru ciltler için nemlendirici maske tarifleri arasında ciltteki gözenekleri açıp, temizleyen en etkili doğal yöntem olarak bilinir. Ortalama 10 dakika uygulandıktan sonra cilt durulanır ve haftada bir tekrarlanır.

Nüfusunun yarısı aşılanan Şili’de koronavirüs vakaları artıyor

Ülkemizde en yaygın uygulanan aşı olan Sinovac tarafından üretilen CoronaVac ve Pfizer/BioNTech aşıları Şili’de de uygulanmaktadır. Ancak ülkede günlük vaka sayısı ortalama 7 bin 215 seviyelerinde seyretmektedir. Şili’nin Covid-19 virüsü dalgasında üçüncü dalganın zirvesine henüz ulaşmadığı ifade ediliyor.

Şili Sağlık Bakanlığı tarafından yayınlanan 6 Haziran verileri incelendiği zaman ülkede son 24 saat içerisinde 7 bin 768 yeni vaka tespit edilirken, bu vakaların 5 bininin Covid-19 semptomu gösterdiği, 2 bininin ise herhangi bir semptom göstermediği görülüyor.

Şili’de salgının başladığı günden bu tarafa toplamda 1 milyon 420 bini aşkın Covid-19 vakası görüldü. Şili’de 6 Haziran tarihinde 121 kişi Covid-19 virüsünün neden olduğu enfeksiyon sonucu hayatını kaybetti. Ülkede Covid-19 virüsü enfeksiyonundan dolayı yaşanan can kaybının ise toplamda 30 bine yaklaştığı ifade ediliyor.

Şili Aşılamada Dünyada Yedinci Sırada

John Hopkins Üniversitesi verileri incelendiği zaman nüfusa oranla dünyada en fazla aşılama yapan ülkeler arasında Şili’nin yedinci sırada yer aldığı görülüyor.

Son veriler ise ülkede 19 buçuk milyon doz aşı yapıldığını gösteriyor. Ortalama 19 milyon nüfusu olan Şili’de toplamda 8 milyon 392 bin kişiye aşı uygulandı. Bu rakam ise ülke nüfusunun yüzde 44,28’ine tekabül etmektedir. Hükümetin hedefi ise nüfusun yaklaşık yüzde 70’ini aşılayarak toplumsal bağışıklığın kazanılmasını sağlamaktır. Bunun içinde hükümet, çok yakın bir zaman içerisinde 12 yaş ve üstü çocuklara Pfizer/BioNTech aşısının uygulanması için onay verecek.

Ülkemizde ise aynı verilere göre iki doz aşı uygulanan kişi sayısı 13 milyon 69 bin 357 kişiye ulaştı. Ülkemiz, aynı listede tam doz Covid-19 aşısı uygulanan sekizinci ülke oldu. Şili ise 13’üncü sırada yer almaktadır. Ülkemiz nüfusunun yüzde 15,65’ine tam doz Covid-19 aşısı uygulandı.

Üçüncü Dalga Neden Oluyor?

Şili’deki yoğun aşılama çalışmalarına rağmen ülkede üçüncü dalga görülmesinin nedenini uzmanlar, aşının neden olduğu rehavete bağlıyor.

Dünyada İsrail ve İngiltere’den sonra en hızlı aşı kampanyasını yürüten Şili’de halk, aşılama kampanyasındaki bu hıza güvenerek koruma tedbirlerini hafife aldı. Yurtiçi ve yurtdışına yapılan seyahatler nedeniyle Brezilya (Gama) varyantı ülkeye girerken, gizlice düzenlenen Neol partileri de virüsün yayılmasında en önemli etken oldu. Bu gelişmelerin ardından ocak ayı itibariyle Şili’nin yüzde 70’inde kısıtlamalar yeniden uygulanmaya başlandı. Mart ayından itibaren ise bu kısıtlamalarda nispeten gevşemeye gidildi. Ancak vaka sayısındaki artışın önüne geçilemedi.

Uzmanlar ise kısıtlama ve sosyal mesafe kurallarının daha nüfusun büyük bir kısmı aşılanmadan gevşetildiğine dikkat çekiyor. Uzmanların altını çizdiği diğer bir önemli nokta ise vaka ve ölü sayısının ülkenin yoksul kesimlerinde daha fazla olduğu oldu. Bundan ki en büyük nedenin ise varlıklı kesimin evden çalışma ve sosyal mesafe kurallarına uymada daha avantajlı olduğu uzmanlar tarafından ifade ediliyor.

Şili Üniversitesi’nde görev yapan Bulaşıcı Hastalıklar Uzmanı Dr. Claudia Cortes, “Siyasetçiler, halk sağlığına yönelik mesajlarda insanları yanıltıyor. Ülkedeki aşılama kampanyasını ön planda tutan siyasetçiler tarafından her aşı temin edildikten sonra karnaval havası yaratılmaktadır. Bu da halkın, koronavirüs salgınına dair algısındaki beklentileri yükselttiği gibi kısıtlama ve sosyal mesafe önlemlerine karşı gevşeme ve yorgunluk hissi yaratmaktadır.” dedi.

Sinovac Aşısı Etkili mi?

Çinli Sinovac şirketinin ürettiği CoronaVac aşısının ne kadar etkili olduğu da ülkede tartışılıyor. Şili hükümeti yürüttüğü aşı kampanyasında hiç hız kesmezken, geçen hafta 2 milyon 200 bin CoronaVac aşısının temininin sağlandığı açıklandı.

Bugünlerde Dünya Sağlık Örgütü tarafından yürütülen aşı programı COVAX kapsamında Oxford/AstraZeneca aşısının 800 bin dozluk ilk partisinin ülkeye ulaşmasını bekleyen Şili hükümeti, eylül ayından evvelde Pfizer/BioNTech aşısının 8 milyon civarındaki dozunu ülkeye getirmeyi planlıyor.

Şili Üniversitesi tarafından nisan ayında gerçekleştirilen bir araştırmadan elde edilen veriler, Çinli Sinovac şirketinin ürettiği CoronaVac aşısının semptomatik enfeksiyonların önlenmesinde yüzde 67 etkili olduğunu, hastaneye yatarak tedavi görmeyi önlemede yüzde 85 etkisi olduğunu ve ölümlerin önlenmesinde de yüzde 80 başarılı olduğunu gösteriyor.

Aynı araştırmadan elde edilen bir başka sonuç ise CoronaVac aşısının iki dozu iki hafta arayla yapılırsa, etkisinin yüzde 56,5 olduğu oldu. Tek doz aşının etkisinin ise sadece yüzde 3 olduğu araştırmanın dikkat çeken sonuçları arasında yer alıyor.

Bu veriler, CoronaVac aşısının etkinliği hakkında ülkede tartışmalara neden oluyor. Tam doz aşının koruduğu kişilerin belirli bir yüzdesine virüsün enfekte olma ve virüsü yayma riski olduğuna dikkat çekiliyor.

Ülkemizde gerçekleştirilen denemelerde ise CoronaVac aşısının semptomatik vakalardaki etkinliğinin yüzde 83,5, şiddetli semptomlara karşı etkinliğinin ise yüzde 100 olduğu belirlendi.

At kılı fırçası batıklara iyi gelir mi, yüze sürülür mü?

Güzellik bakım ürünleri arasında yer alan at kılı fırçası, bir nevi masaj aletlerinin alternatifidir. Kadınların günlük bakım rutinlerinde yer verdiği at kılı fırçasının kullanımına dair tüm önemli detaylı sizlere aktarıyoruz. Sıkılmadan okuyacağınız yazımızda, at kılı fırçası ile ilgili her bilgiye ulaşabileceksiniz.

At Kılı Fırçası Nedir?

Güzelliğine ve bakımına önem veren kişilerin gözdesi haline gelen at kılı fırçası nedir merak ediyor ve bu ürüne şans vermek istiyor olabilirsiniz. Atların yelesi ve kuyruk kısmından kesilen kılların özenle saklanması ile üretilen at kılı fırçasının faydası oldukça fazladır. Bir nevi peeling etkisi yaratan bu fırça sayesinde daha parlak bir cilde sahip olmak mümkündür.

Kuru fırçalama yöntemi ile kullanılması önerilen at kılı fırçasının cildin nefes almasında etkisi büyüktür. Vücut güzelliği amacı ile kullanmak isteyenlerin bakım rutinlerine eklemeleri önerilen at kılı fırçasının kullanımında bazı önemli detaylara dikkat edilmelidir. Düzenli ve doğru kullanım ile ürünün etkilerini kısa zamanda fark edeceksiniz.

At Kılı Fırçası Nasıl Kullanılır? At Kılı Fırçası Nasıl Temizlenmelidir?

Eski zamanlardan beri var olan at kılı fırçası, son birkaç yıldır ülkemizde de popüler olmayı başarmıştır. Kuru fırçalama tekniği ile kullanılan at kılı fırçasına yaz ayları yaklaştıkça talep artmaktadır. Peki, at kılı fırçası nasıl kullanılır ve kullanımda ne gibi detaylara dikkat edilmelidir?

Vücudun her bir alanı için farklı baskı ve sistem gerektiren kuru fırçalama tekniği kullanılması önerilmektedir. Fırçalama işlemine başlamadan önce cildin tamamen kuru olması gerekmektedir. Öncelikle ayak bileklerinden başlamalı ve kalbe doğru dairesel hareketler yapılmalıdır. Ayak ile bacakları fırçalama işlemi bittikten sonra kollara geçilmelidir. Kollarda ise alt kısımdan başlayarak koltuk altına doğru at kılı fırçası ile masaj yapılmalıdır. İlk defa kullanan kişilerin daha nazik hareketlerle işlemi uygulaması tavsiye edilmektedir.

At kılı fırçalama işleminin belli bir zamanda yapılması gibi bir kural yoktur. Ancak enerji veren bir işlem olduğu için akşam yerine sabah yapılması önerilmektedir. Bu sayede güne daha enerjik başlayarak kendinizi daha iyi hissedebileceksiniz.

At kılı fırçası temizleme işi de fırçalama işlemi gibi önemlidir. Fırçanızı işlemden sonra temizleyerek kaldırırsanız, uzun süre aynı etkide kullanabilirsiniz. At kılı fırçanızı ılık su ve sabunla yıkadıktan sonra güneşli ve açık havada kurutabilirsiniz. Bu sayede küflenmenin önüne geçmiş olursunuz. Enfeksiyon riski yaşamamak için fırçanızı başka biriyle paylaşmayınız.

At Kılı Fırçasının Faydaları Nelerdir?

Kuru fırçalamanın vazgeçilmelerinden olan at kılı fırçası faydaları ile dikkat çekmeye devam etmektedir. Temel işlevi kan dolaşımını hızlandırmak olan at kılı fırçasıyla pürüzsüz bir cilde kavuşmak artık hayal değil. Kullanımı oldukça basit olan at kılı fırçasının faydaları şu şekilde sıralanabilir:

Enerjinizi artırır: Vücuda enerji veren at kılı fırçalama ile kendinizi daha güzel hissederek özsaygınızı pekiştirebilirsiniz.

Kan dolaşımınızı hızlandırır: Fırçalama işlemini bitirdikten sonra kan dolaşımının artmasına bağlı olarak vücudunuzda kızarıklıklar meydana gelecektir. Bu sayede cildiniz parlayacak ve güçlenecektir.

Ölü derilerden kurtarır: At kılı fırçası ile fırçalama işlemi yaptıktan sonra vücudunuzun ölü derilerden arındığını göreceksiniz. Ayrıca vücudunuzu kir ve yağdan da arındırmaktadır.

Cildinizi dolgunlaştırır: Düzenli olarak yapacağınız fırçalama ile vücudunuzun dolgunlaştığını kısa zamanda fark edeceksiniz.

Selülit ve çatlaklardan vücudu arındırır: Cildin alt katmanlarında bulunan yağlanmanın neden olduğu selülitlerin görünümünü azaltmaktadır.

At Kılı Fırçası Batıklara İyi Gelir Mi?

Kılların deri içerisinde kalması olarak bilinen batıklar son derece can sıkıcı olmaktadır. Yanlış yapılan epilasyon, jilet, tüy dökücü krem veya ağda işlemlerinden sonra meydana gelen batıklar görünüm açısından da sıkıntı yaratmaktadır. Bu aşamada, at kılı fırçası batıklara iyi gelir mi sorusunun cevabı büyük önem taşımaktadır. Doğru ve düzenli yapılan fırçalama tekniği ile batıklardan kurtulmak mümkündür.

Peeling etkisi ile vücudu ölü derilerden arındıran at kılı fırçası sayesinde batık sorununa çözüm bulabilirsiniz. Son derece etkili olan kuru fırçalama sırasında cildinizin kuru olmasına dikkat etmeniz gerekmektedir. Fırçalama esnasında fırçayı bacaklarınıza çok bastırmadan uygulayarak kısa zamanda etkiyi görebilirsiniz.

At Kılı Fırçası Kılcal Damar

At kılı fırçası ile ilgili araştırmalar derinlemesine devam etmektedir. Selülitsavar olarak nitelendirilen at kılı fırçasının faydalarını yukarıda detaylı olarak aktardık. At kılı fırçasının kullanan kişilerden alınan yorumlar değerlendirildiğinde, at kılı fırçası kılcal damar artırdığına yönelik bazı şikâyetler gözlenmiştir. Varisin başlangıcı olan kılcal damarların olduğu alana fırçalama işlemi yapılmaması önerilmektedir. Uzman bir hekim tarafından uygulanan tedavi ile kılcal damarlardan kurtulduktan sonra at kılı fırçalama işlemini rahatlıkla yapabilirsiniz.

At Kılı Fırçası Bacak İnceltme

Geçmişte keşfedilen bir hazine olan at kılı fırçası, doğal hayata dönüş ile beraber daha sık karşılaştığınız bir terim haline gelmiştir. Kullanımı özen ve dikkat gerektiren at kılı fırçasını düzenli olarak kullanarak hedeflediğiniz sonuçlara ulaşabilirsiniz.

Birçok faydası olan at kılı fırçası bacak inceltme için de kullanılmaktadır. Bacaklarınıza aşağıdan yukarıya doğru yapacağınız kuru fırçalama, bacaklarınızdaki kan dolaşımını artırmaktadır. Bu da zamanla yağların azalmasını ve bacakların incelmesini sağlamaktadır. Fırçalama işlemine bacaklarınız kızarana kadar devam etmeniz, işlemin faydasını artıracaktır.

At Kılı Fırçası Yüze Sürülür Mü? At Kılı Fırçası Yüz İçin Nasıl Kullanılır? Yüz İçin At Kılı Fırçası Kullananlar

Bacaklarda ve kollarda yarattığı etki bir hayli yüksek olan at kılı fırçası yüze sürülür mü dediğinizi duyar gibiyiz. Hiç merak etmeyin! Sizler için bu konuyu da detaylı bir şekilde araştırdık ve at kılı fırçasını yüzünde kullanan kişilerin deneyimlerini gözden geçirdik.

Yüz için kullanacağınız at kılı fırçasını vücudunuzda kullanmamanız önerilmektedir. Özellikle yüz bölgesindeki cilt yüzeyi hassas olduğu için çok dikkat edilmelidir. Cildin tahriş olmasını önlemek için yumuşak bir at kılı fırçası tercih etmeniz gerekmektedir. Nazik hareketlerle yukarıdan kalbinizin yönüne doğru fırçalama işlemini yaparak yüzünüzü ılık suyla yıkamalısınız.

Yüz için at kılı fırçası kullananlar tarafından yapılan yorumlara bakıldığı zaman genel bir memnuniyet olduğu görülmektedir. Doğru fırça seçimi ve düzenli kullanım ile yüzünüzü kısa sürede daha canlı bir görünüme kavuşturabilirsiniz.

Hamilelikte At Kılı Fırçası

Anne olma mutluluğu ile heyecanlı bir hamilelik dönemine giren anne adayları, vücutlarında oluşan çatlaklardan dolayı büyük üzüntü yaşamaktadır. Genelde hamileliğin 6.ve 7.aylarında çatlaklar oluşmaya başlamaktadır. Ancak hamilelikte at kılı fırçası kullanarak bu sorundan kurtulmak mümkündür. En etkili sonucu almak için hamileliğin ilk aylarında at kılı fırçalama tekniğine başlanmalıdır. Herhangi bir olumsuz durum yaşanmaması için at kılı fırçası kullanmadan önce doktorunuza danışmalısınız.

Uyku meditasyonu nasıl yapılır ve ne işe yarar?

Uyku meditasyonu, yeterli uykuyu alamayan ve uykuya dalma sorunu yaşayanlar için yapılan rahatlatıcı nefes egzersizleridir. Sinir, kronik ağrılar, yüksek kaygı, solunum yolu rahatsızlıkları ve stres uyumaya engel olur. Bu tarz problem yaşayan kişiler için uyku meditasyonu nasıl yapılır sorusunu işin uzmanlarına sorduk. İşte cevabı…

Uyku Meditasyonu Nasıl Yapılır?

Uyku meditasyonu her yerde yapılan basit bir uygulamadır. Birkaç dakika ayıran ve bol pratik yapan herkes kolaylıkla uyku meditasyonu yapabilir.

  • Ortamın sessiz olduğuna dikkat edilerek yatağa doğru uzanılır.
  • Nefes alış verişi için gözler kapatılır. Derin nefes al ve derin nefes ver komutlarına uyulur.
  • Bunları yaparken en önemli nokta zihnin tamamen boş olmasıdır. Asla bir şey düşünülmemesi gerekir.
  • Meditasyon uygulamaları için başlangıç seviyesi 5 dakika daha sonraları ise 20 dakikaya çıkarılmalıdır.

Uyku meditasyonu yapılacak oda önceden havalandırılır ve uygulama esnasında loş ışık olmasına dikkat edilir. Uygulama tamamlanınca zihinde olumlu duygulara yer verilmelidir.

Uyku Meditasyonu Ne İşe Yarar?

Doğal yöntemlerle ilaç kullanmadan uyku kalitesini artırmayı amaçlayan nefes egzersizleri, uyku meditasyonu ne işe yarar sorusunun birinci cevabı olabilir diyebiliriz. Masraf gerektirmeyen ve zararı olmayan bir yöntemdir. Her yaş grubunda başarılı sonuçlar verir. Uyku kalitesi dışında kan basıncını düzenler. Düzensiz kalp ritimlerini doğru nefes egzersizleri ile kontrol altına alır.

Uyku hormonu olan serotonin ve melatonini artırır. Yani beynin uykuyu kontrol etmesine yardımcı olur. Yüksek kaygı bozukluğu, depresyon ve sinirsel hastalıkların tedavisine katkı sağlar. Kişiyi sakinleştirir, huzurlu ve mutlu yapar. Uyku meditasyonu kişinin zihninde oluşabilecek olumsuz düşüncelerin barınmasına izin vermez. Rahat ve dingin bir uyku sağlar.

Covid-19 virüsünün laboratuvardan kaçtığına dair iki kanıt

ABD’li iki uzman tarafından Covid-19 virüsünün Çin’de bulunan bir laboratuvardan kaçtığına dair iddiaları savunur nitelikte bir makale kaleme alındı. Wall Street Journal tarafından yayımlanan makalede, Covid-19 virüsünün genom diziliminin laboratuvar teorisini ispatladığı iddia edildi.

Dünyaya Çin’deki Bir Laboratuvardan Yayıldı

ABD istihbarat yetkilileri tarafından da desteklenen bu laboratuvar teorisine göre Covid-19 virüsü Vuhan Viroloji Enstitüsü’nde yarasa virüsleri ile ilgili inceleme yapılan bir laboratuvardan sızdıktan sonra bütün dünyaya yayılarak Covid-19 pandemi süreci başladı.

Son zamanlarda ise çok sayıda uzmanın, bu iddiaların detaylı bir şekilde araştırılmasını talep etmesi üzerine bu teori yeniden dünya gündeminde yer aldı.

Kaliforniya Berkeley Üniversitesi’nde görev yapmakta olan fizik profesörü Richard Muller ve Atossa Therapeutics’in kurucu üyelerinden Dr. Stephen Quay tarafından bu iddiaları destekleyen bir köşe yazısı kaleme alındı.

ABD’li iki uzman tarafından kaleme alınan köşe yazısında laboratuvar teorisini destekler nitelikteki Covid-19 virüsü genom diziliminin zaten var olduğu iddia edildi.

Çift CGG Taşımakta Olan Covid-19 Virüsü İnsan Yapımı

Gen diziliminde A, G, C, U olmak üzere 4 temel harf yer almaktadır. Bu harfler, değişik karbon, hidrojen, nitrojen ve oksijen düzeylerine sahip olan Adenin, Guanin, Citosine, Urasil bileşenlerinin ilk harflerinden oluşmaktadır. Covid-19 virüsünün genomunu ise bu 4 harfin değişik kombinasyonlarının bir arada bulunduğu 29 bin 903 harf oluşturmaktadır.

Bu dizilimdeki 12 harflik “CCU CGG CGG GCA” kısmı Covid-19 virüsünün gücünün sırrı olarak kabul edilmektedir. Bu dizilim, Covid-19 virüsünün insan hücresine çok rahat bir şekilde girmesini sağlıyor.

Covid-19 virüsünün aşırı bulaşıcı olmasını ise bu kısmın ortasında yer alan çift CGG sağlamaktadır. Ayrıca Dr. Muller ve Dr. Quay tarafından ortaya atılan iddiaya göre bu kısım Covid-19 virüsünün aynı zamanda insan yapımı olduğunun ispatıdır. Covid-19 virüsünü içermekte olan virüs sınıfında CGG-CGG kombinasyonunun olmadığı da iki uzman tarafından ifade edilmektedir. Bu ise Covid-19 virüsünün çift CGG kombinasyonunu evrim esnasında diğer akrabalarından alamayacağını göstermektedir.

Çift CGG virüslerde çok nadir olarak bir araya gelmektedir. Ancak iki uzman tarafından kaleme alınan köşe yazısında laboratuvar ortamında yürütülen çalışmalarda bu durumun tam tersinin geçerli olduğu ifade edildi. Bunun gerekçesini de açıklayan iki uzman, “Laboratuvar deneyleri esnasında çift CGG dizisi tercih edilmektedir. Çünkü bu dizi hazır ve kullanışlı olmasının yanı sıra bilim insanları, bu diziyi yerleştirmede çok tecrübelidir.” dedi.

Bu noktadan hareket eden iki uzman, Covid-19 virüsünün zoonotik yani hayvandan insana geçen nitelikte olduğunu savunan bilim insanlarına yönelik ise şu ifadelere yer verdi:

“Bu virüsün kökeninin zoonotik olduğunu savunanlar, Covid-19 virüsünün mutasyona uğradığı zaman neden favorisi olmayan bir kombinasyonu olmayan çift CGG dizilimini seçtiğini açıklamak durumundadır. Laboratuvar ortamında araştırma yapan araştırmacılar tarafından yapılacak seçimi neden tekrarladı. Mutasyonlar yoluyla tesadüfen de gerçekleşmiş olabilir. Ancak bu kadarı da tesadüf mü?”

Laboratuvar İddiası Daha Öncede Gündemdeydi

Dr. Muller ve Dr. Quay tarafından ortaya atılan laboratuvar iddiası, bu teorinin ortaya atıldığı 2020 yılının ilk günlerinde de gündemi meşgul etmişti. Bu iddia bazı uzmanlar tarafından desteklenirken, bazı uzmanlar ise bu iddiaya fazla önem vermemişti.

Mesela The Wire gazetesine açıklamalarda bulunan Glasgow Üniversitesi’nde görev yapan Virolog David L. Robertson, bu kombinasyonun çok zor olsa da doğal yollardan bir araya gelebileceğinin mümkün olduğuna dikkat çekmişti.

Virüslerin olağan dışı olaylarda çok iyi bir uzman olduğunu ifade eden Virolog Robertson, “Bu tür virüslerde rekombinasyonun doğal yollardan oluşmasına çok sık rastlanmaktadır. Sivri uçlu proteinde rekombinasyonun kırılma noktaları mevcuttur. Bu diziler, yeterli örnek toplayamadığımız için sıra dışı görünmektedir.” diye konuşmuştu.

Dünyaca ünlü virolog ve Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü eski başkanı David Balmore’de, “Covid-19 virüsünün genetik diziliminde çift CGG olduğunu fark ettiğim anda bu dizilimin virüsün kökenine işaret ettiğini düşündüm. Bu dizilim özelliği virüsün doğal kökenli olduğuna yönelik fikirlere meydan okumaktadır.” ifadelerine yer vermişti.

Covid-19 Virüsü İnsanlarda Neden Gelişmedi?

Dr. Muller ve Dr. Quay tarafından Covid-19 virüsünün laboratuvar çıkışlı olduğunu ispatlayan tek kanıtın çift CGG dizilimi olmadığı da ifade edildi.

Kökeninin doğal olduğu ispatlanan SARS ve MERS virüslerinin insanlara bulaştıkça, en bulaşıcı formlar hüküm sürene kadar gelişmeye devam ettiği de ABD’li iki uzman tarafından ifade edildi.

SARS ve MERS virüslerindeki bu gelişime karşılık, Covid-19 virüsünün kaynağı olan SARS-COV-2 virüsünün belirlendiği andan bu tarafa çok bulaşıcı olduğu gözlenmiştir.

Tüm bu gelişmeleri dikkate alan Dr. Muller ve Dr. Quay, bilimsel kanıtların Covid-19 virüsünün laboratuvar ortamında geliştirildiğine işaret ettiğini savunuyor.

SARS-COV-2 virüsünün ortaya çıktığı andan itibaren aşırı bulaşıcı olması uzmanlar arasında daha evvelde tartışmalara yol açmıştı.

Laboratuvar teorisine destek vermeyen uzmanlar, virüsün insandan insana bu kadar hızlı yayılma kabiliyetini yarasalarda mevcutken geliştirdiğini ileri sürmüştü.

Bu tezde, Covid-19 virüsünün insana bulaşmadan evvel büyük bir değişime uğramasına gerek kalmadığı, insan hücrelerine etkili olarak saldırma kabiliyetine sahip olduğu savunuluyor.

Covid-19 virüsünün laboratuvar çıkışlı olduğuna yönelik Dr. Muller ve Dr. Quay tarafından kaleme alınan bu köşe yazısının uzmanları ikiye böleceği ve laboratuvar teorisi tartışmalarını yeniden alevlendireceği düşünülüyor.

Almanya’nın maske kararı tepki çekti

Alman basınının iddialarına göre Almanya Sağlık Bakanlığı geçen sene temin edilen ve kullanımı sağlık koşullarına uygun olmayan maskeleri yaşlı ve engelli vatandaşlarına dağıtmak için bir proje hazırladı. Alman basınının bu iddiasına yanıt veren Sağlık Bakanlığı ise iddiaları kabul etmeyerek yalanladı. Almanya Sağlık Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, “Maskelerin imhasıyla alakalı Federal hükümet tarafından herhangi bir karar alınmadı. Bu nedenle Alman basınının iddiaları ve bu iddiaların haber dayanakları hakkında herhangi bir bilgiye sahip değiliz.” denildi.

1 Milyar Euro’luk Maske Alındı

Almanya Sağlık Bakanlığı tarafından geçen sene alımı gerçekleştirilen sağlık koşulları bakımından uygun olmayan maskelerin engellilere, yaşlılara ve sosyal yardım alanlarına dağıtılmasının planlandığı ortaya çıktı.

Der Spigel tarafından ortaya atılan iddiaya göre Sağlık Bakanlığı tarafından geçen sene 1 milyar Euro maske alımı yapıldı. Maskelerin alımı esnasında bakanlık tarafından sıcaklık dayanıklılık testinin yaptırılmadığı ve bundan dolayı da maskelerin sağlık koşullarına uygun olmadığı tespit edildi.

Hiçbir işe yaramayan ve sağlık koşulları bakımından kullanımı sakıncalı olan bu maskeleri Sağlık Bakanlığı engellilere, yaşlılara ve geliri olmadığı için sosyal yardımdan istifade eden vatandaşlara dağıtarak bu maskeler için ödemesi yapılan 1 milyar avronun çöpe atılmasının önlenmesinin hedeflendiğinin de altı önemle çizildi.

Haberin içeriğinde yer alan bir diğer iddia ise bu maskelerin dağıtımının gerçekleştirilmesi için Sağlık Bakanlığının Çalışma Bakanlığı’ndan dağıtım için onay talebinde bulunduğu, ancak Çalışma Bakanlığı tarafından bu onayın verilmediği oldu.

SPD Sert Tepki Gösterdi

Bu maskelerle ilgili basında yer alan iddialara yönelik Sağlık Bakanlığı’nı eleştiren Almanya’da koalisyon ortağı Sosyal Demokrat Partili Lars Klingbeil, bu sürecin ileri gitmek manasını taşıdığını ve insanlık dışı bir uygulama olduğunu ifade etti.

SPD’li Angelika Glöckner ise “Pandemi sürecinde Sağlık Bakanı Jens Spahn tarafından birçok hata yapıldı. Spahn, şimdi de bu iddiaları kabul etmektense örtbas etmenin gayreti içerisindedir. Engelli vatandaşları, alınan kötü kararların uygulanabileceği kobaylar olarak düşünmemek gerekiyor.” ifadelerine yer verdi.

Sağlık Bakanlığı İddiaları Kabul Etmedi

Spiegel gazetesinin iddialarına yanıt veren ve bu iddiaların hiçbirini kabul etmeyen Almanya Sağlık Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, “Maskelerin imhasıyla alakalı Federal hükümet tarafından herhangi bir karar alınmadı. Bunun içinde iddialarla ilgili haber dayanakları hakkında bilgi sahibi değiliz. Ayrıca maskeler temin edilirken maskelerin kalitesine çok dikkat edilmektedir. Sağlık Bakanlığı test prosedürlerinde eksiklik belirlendiği zaman ürünler kabul edilmeyerek hiçbir ödeme yapılmadı.” ifadelerine yer verildi.  

Mevsimsel alerji nasıl geçer? Mevsimsel alerjiye doğal çözüm

Bahar mevsimi boyunca çiçekler açar ve her yer daha renkli ve canlı hale gelir. Ancak bu mevsim aynı zamanda soğuk algınlığı, öksürük ve diğer mevsimsel alerjik reaksiyonlar gibi birçok hastalığı da beraberinde getirir. Bunun arkasındaki ana nedenlerden biri çevre kirliliği olarak karşımıza çıkar. Bu nedenle, burun akıntısı, kaşıntılı ve sulu gözler, öksürük, hapşırma ve baş ağrısı gibi soğuk algınlığı veya öksürük benzeri semptomlar yaşıyorsanız, polenlerden kaynaklı mevsimsel alerjiler yaşıyor olabilirsiniz.

Mevsimsel Alerji Nasıl Geçer? Mevsimsel Alerjiye Doğal Çözüm

Mevsimsel alerjilerden muzdaripseniz, sürekli hapşırmak, öksürmek ve kaşınma dayanılmaz boyutlara ulaşabilir. Yine de bu reaksiyonları önlemek ve bunlarla mücadele etmek için bazı doğal yollara başvurabilirsiniz. Mevsimsel alerjilerle mücadele etmek, alerjilerin etkilerini azaltmak ve onları tedavi etmek için bazı pratik yöntemleri deneyebilirsiniz. İşte mevsimsel alerjilerle mücadele etmek için 6 etkili yöntem:

1- Maske takın;

Maske takmak, günümüzde COVID-19 nedeniyle popüler hale gelen etkili bir yöntemdir. Mevsimsel alerjiniz varsa, siz de normal hayatınızda maske takmaya devam edebilirsiniz. Polen tanelerinin burnunuza ulaşmasını önlemek için, özellikle dışarı çıkarken maske takmanız oldukça faydalıdır. Böylece, hapşırma ve öksürüğe neden olabilecek alerjik unsurları maske ile kolayca önleyebilirsiniz.

2- Gerekmedikçe dışarı çıkmayın;

Özellikle polenlerin havada dolaşma olasılığının daha yüksek olduğu kuru ve rüzgarlı bahar günlerinde mümkün olduğu kadar evinizde kalmalısınız. Yağmurdan sonra havadaki polen sayısı genellikle daha azdır. Böyle zamanları değerlendirmek daha doğru olabilir. Dışarı çıkmayı gerektiren veya bahçe işleri gibi alerjileri tetikleme ihtimali daha yüksek olan işlerden olabildiğince kaçının.

3- Bağışıklığınızı güçlendirin;

Polenlerin solunum sistemi üzerindeki etkisi kişiden kişiye değişir. Ayrıca, bu etki vücudunuzun polenlerle mücadele etme yeteneğine bağlıdır. Her türlü enfeksiyon veya alerji ile mücadele edebilmek amacıyla bağışıklık sistemini güçlendirmek çok önemlidir. Örneğin, sağlıklı ve besleyici gıdalar tüketerek bağışıklığınızı güçlendirebilirsiniz. Böylece, mevsimsel alerjilerin önlenmesinde ve tedavisinde etkili bir atmış olursunuz.

4- Egzersiz yapın;

Egzersiz yapmak mevsimsel alerjilerle mücadele etmenizi kolaylaştıran etkili bir yöntemdir. Ayrıca, nefes egzersizleri yaparak bedeninizi sakinleştirmenin yanı sıra alerjiye neden olabilecek solunum yolu tıkanmalarını da giderebilirsiniz.

5- Bitki çayları için;

Yeşil çay, adaçayı ve ıhlamur gibi bitki çayları anti-inflamatuar özelliklere sahiptir. Antioksidan özelliklere sahip bu bitkiler, mevsimsel alerjilerle mücadele etmek için en etkili yollardan biridir. Gece uyumadan önce bir fincan bitki çayı içmek alerji semptomlarını azaltabilir ve sağlıklı bir uyku uyumanıza yardımcı olabilir. Bitki çayı içmek, aynı zamanda ruh halinizi iyileştirir ve vücudunuzun sakinleşmesini sağlar.

6- Nemlendirici kullanın;

Evinizde ya da işyerinizde nemlendirici bulundurmak, alerjilerle mücadele etmenize yardımcı olabilir. Nemlendiriciler sadece vücudunuzu nemli tutmanıza yardımcı olmakla kalmaz, aynı zamanda mevsimsel alerjilerin önlenmesi ve tedavi edilmesine katkıda bulunur. Nemlendiriciler ortamdaki nem miktarını artırarak alerjik reaksiyonların azalmasına yardımcı olur.

Mevsimsel alerjiler, çoğu zaman solunum yolu enfeksiyonları ile karıştırılabilir. Örneğin; COVID-19 sürecinde, yaygın mevsimsel alerjiler ile virüsün semptomları arasındaki temel farkı bilmek çok önemlidir. Koronavirüs kaynaklı olduğunu düşünerek hapşırma ve öksürük nedeniyle hemen paniğe kapılmanıza gerek yoktur. Bazı basit yaşam tarzı önlemleri, sağlıklı bir yaşam sürdürmenize katkı sağlar. Yukarıda bahsedilen yöntemleri uygulayarak mevsimsel alerjiler ile daha kolay mücadele edebilirsiniz. Ayrıca, alerjik problemleriniz hakkında doktorunuzun tavsiyelerini de mutlaka dikkate almanız gerektiğini unutmamalısınız.

Bu yaz mutlaka içmeniz gereken 5 detoks içeceği

Her gün çevreden ve besinlerden gelen çeşitli toksinler vücutta birikir. Fakat, birçok hastalığın önlenmesi için bu toksinlerin vücuttan atılması gerekir. Vücudun bu toksinleri akciğerler, karaciğer, sindirim sistemi, cilt, böbrekler vb. yoluyla atmak için doğal bir mekanizması vardır.

Lif açısından zengin gıdalar, bol miktarda temel vitamin ve mikro besin içeren yiyecekler tüketmek vücudun nemli tutulmasını sağlar. Böylece, zararlı toksinlerin vücuttan atılma süreci hızlanır.

Vücudunuzdan Toksin Attıracak 5 Detoks İçeriği

Vücudu toksinlerden arındırmak için yiyeceklerin yanı sıra bazı içecekleri tüketmek de çok faydalıdır. Vücudunuzu toksinlerden arındıracak, kilo vermenizi sağlayacak ve yaz aylarında zinde kalmanızı sağlayacak 5 detoks içeceği tarifi için lütfen okumaya devam edin.

1- Salatalık, Nane ve Limon Karışımı

Salatalık ve nane detoks içeceği evinizde rahatlıkla yapılabilecek en faydalı ve popüler detoks içeceklerinden biridir. Nane, mide bulantısını yatıştırmak ve sindirim sürecini hızlandırmak için en iyi yiyecek olarak bilinir. Salatalık, nane ve limon karışımı ile elde edebileceğiniz soğuk içecek yaz aylarında hem ferahlamanıza hem de zehirli toksinlerden arınmanıza yardımcı olur.

Hazırlanışı:

1 adet salatalığı soyup doğradıktan sonra nane yaprakları ile birlikte bir kaseye doldurun. Üzerine 1 su bardağı su ekleyin.

Daha sonra bu karışımı süzün ve posasını atın. Limon suyu, siyah tuz ekleyin ve gerekirse suyla seyreltin. İçerisine biraz buz küpü koyduktan sonra limon halkaları ve nane yapraklarıyla süsleyin. Salatalık, nane ve limon karışımınızı soğuk halde servis ederek tüketebilirsiniz.

2- Nar ve Pancar Suyu Karışımı

Hem narın hem de pancarın arınma ve detoksifikasyonda büyük önemi vardır. Sağlığa birçok faydası bulunan pancar, karaciğer enzimlerini aktive ettiği için karaciğer detoksuna yardımcı olur.

Pancar anti-inflamatuar özellikleri ile bilinir ve karaciğerin hasar görmesini önler. Nar ise vücut detoksifikasyonuna yardımcı olan yüksek antioksidanlara sahip bir meyvedir.

Ayrıca, düşük hemoglobin problemi yaşayan kişiler için nar ve pancar çok faydalıdır. Fakat bu meyveler karıştırılıp içecek haline getirilirse hemen tüketilmesi gerekir. Dışarıda saklanma veya yanınızda taşıma için uygun değildir.

Hazırlanışı:

Bir karıştırıcı içerisine nar suyu ve doğranmış pancar ekleyin. Biraz karabiber ekledikten sonra karıştırın. Posasını süzdükten sonra servis yapın ve hemen tüketmeye dikkat edin.

3- Limon ve Zencefil Karışımı

Zencefil, sindirime yardımcı olan ve antioksidan bakımından zengin anti-inflamatuar bir bitkidir. Harika bir C vitamini kaynağı olan limon ise kilo vermeye ve sindirime yardımcı olur. Bu nedenle limon ve zencefil karışımıyla yapılan içecek vücudunuzun toksinlerden arınmasına yardımcı olabilir.

Hazırlanışı:

3 su bardağı suyu ısıtın. Su kaynamaya başlamadan önce zencefil, çay yaprakları, limon suyu ve bal ekleyin. Bir bardağa süzün ve ılık bir şekilde tüketin.

4- Zerdeçal Çayı

Antioksidanlar ve anti-inflamatuar maddeler açısından çok zengin olan zerdeçal çayının sağlık yönünden sayısız faydası vardır. Karaciğeri temizleyen bir baharat olan zerdeçal karaciğer fonksiyonlarını iyileştirerek vücudun bağışıklığını güçlendirir.

Hazırlanışı:

Bir kase içerisinde su kaynattıktan sonra içerisine 1/2 çay kaşığı doğranmış zerdecal, 1/4 çay kaşığı karabiber ve 1 çay kaşığı bal ilave edin.

Su miktarı yarıya inene kadar kaynatmaya devam edin. Daha sonra çayınızı süzerek sıcak bir şekilde servis yapın.

5- Mangolu Yeşil Çay

Mangolu yeşil çay, vücudunuzdaki toksinlerden kurtulmanın lezzetli bir yoludur. Lezzetli aroması ve hoş kokusuyla mutlaka denenmesi gereken bir içecektir.

Yeşil çay, zengin bir antioksidan kaynağıdır. Ayrıca, mango meyvesi de bol miktarda vitamin içeren bir meyvedir. Bu yüzden doğranmış mangoları yeşil çay içerisine ilave etmek oldukça etkili bir yöntemdir.

Hazırlanışı:

Bir bardak suyu bir cezveye dolduktan sonra bir tutam yeşil çay ilave ederek kaynamaya bırakın. Daha sonra ocağı kapatın ve çayınızın oda sıcaklığına gelmesini sağlayın.

Yeşil çayı bir bardağa doldurun ve içerisine doğranmış mangolar, buz küpleri ve biraz bal ekleyin. Daha sonra mangolu yeşil çayınızı soğuk bir şekilde tüketin.

Lif ve vitamin bakımından zengin içecekler tüketmek şekerli meyve sularından çok daha faydalıdır. Çünkü, sağlıklı bir detoks içeceği için doğal malzemeler kullanmak çok önemlidir.

Sağlıklı detoks içecekleri yaz boyu daha formda ve zinde kalmanıza yardımcı olabilir. Ancak tüm bu detoks içecekleri arasından sizin için en ideal olanını bulmak için mutlaka bir beslenme uzmanına danışmanız gerektiğini unutmamalısınız.

Geçmeyen boğaz ağrısı neden olur, ne iyi gelir, nasıl geçer?

Geçmeyen boğaz ağrısı, isminden de anlaşılacağı üzere boğazda oluşan keskin veya yumuşak ağrılardır. Bu ağrılar birçok zaman çekilmez derecede ağrılar verebilmektedir. Boğazda oluşan yanma, ağrı, yutkunmada zorlanma gibi durumlarda boğazda çizilme, tahriş, iltihap oluşumu olabilir. Ya da enfeksiyonel hastalıklardan kaynaklanmaktadır.

Boğaz ağrısı durumunda genelde birçok farklı rahatsızlıkta görülebilir. Göz yaşarması, burun akıntısı ve baş ağrısı gibi durumlarda örülmektedir. Böyle durumlarda grip ve nezle şüphesi daha yüksektir. Boğaz ağrısı yaşayan bireyler, çoğu zaman oldukça zor zamanlar geçirir. Aslında geçmeyen boğaz ağrısını dindirecek ya da azaltacak birçok doğal yöntem mevcuttur. Fakat bunlardan önce boğaz ağrısına neden olan sebeplerin bilinmesi daha sağlıklı olacaktır.

Geçmeyen Boğaz Ağrısı Neden Olur?

Geçmeyen boğaz ağrısı aşağıdaki nedenlerle ortaya çıkabilir;

  • Bademcik iltihabı
  • Sigara ve tütün ürünleri kullanımı
  • Bademcikte oluşan apse
  • Alerjiler
  • Reflü
  • Enfeksiyonlar
  • İrritasyon
  • Soğuk algınlığı
  • Grip

Boğaz ağrısının oluşmasındaki en belirgin ve yaygın nedenler bunlardır. Fakat boğaz ağrısının oluşmasında birçok farklı neden olabilir. Bunun için özellikle keski boğaz ağrıları yaşadığınız zaman kesinlikle doktorunuza danışmalısınız.

Geçmeyen ve sizi zorlayan boğaz ağrılarından kurtulmanız için birçok doğal yöntem mevcuttur. Kendiniz kolayca uygulayarak boğaz ağrınızdan kurtulabilirsiniz. Fakat daha sağlıklı olması için ilk olarak bir uzmana danışmanızda fayda olacaktır. Özellikle şiddetli ve geçmeyen boğaz ağrıları hastalık belirtisi olacağından, bir uzman hekime danışılması çok doğru olacaktır.

Yutkunurken Boğaz Ağrısına Ne İyi Gelir?

Siz de, boğaz ağrısına ne iyi gelir yutkunamıyorum diyorsanız aşağıdaki doğal yöntemleri mutlaka uygulayın.

Tuzlu su;

Tuzun bakteri temizleyici ve ağrı dindirici özelliğinden birçoğunuzun haberi vardır. Geçmeyen boğaz ağrısında etkili çözümlerden bir tanesi de tuzlu su ile gargara yapmaktır. Boğazdaki bakterileri temizleyecek ve boğazı yumuşatarak ağrıların dinmesini sağlayacaktır. 1 çay bardağı ılık suyun içerisine bir şeker kaşığı kadar tuz ilave edin. Tuz iyice eriyene kadar karıştırın. Ardından bu karışım ile 30 saniye kadar gargara yapın. Bu işlemi sadece bir kere uygulamak pek etkili olmayabilir. Bunun için her saat başı sadece 30 saniye kadar tuzlu su ile gargara yapın. Kısa süre sonra boğazınızdaki yumuşamayı ve azalan ağrıyı fark edeceksiniz.

Zencefil çayı;

Zencefil çayının boğaz ağrısına olan etkisi üzerine birçok araştırmalar yapılmıştır. Bu araştırmalar sonucunda zencefil çayının gerçekten işe yaradığı kanıtlanmıştır. Zencefil çayı boğaz ağrısı, şişlik, enfeksiyon gibi durumlarda oldukça etkilidir. Boğazı yumuşatarak daha rahat yutkunmanızı ve boğaz ağrısının azalmasını sağlıyor. Sadece bununla kalmayıp, boğaz ağrınıza neden olan enfeksiyonların öldürülmesine de yarımcı oluyor. Zencefil çayı için birkaç parça doğranmış zencefil ya da rendelenmiş zencefil, 2 su bardağı su ve isteğe bağlı olarak 1 tatlı kaşığı bal. Kaynattığınız iki sus bardağı suyun içerisine zencefillerinizi ekleyin. 10 dakika kadar demlenmesini bekleyin. Demlendikten sonra süzerek bardağınıza alın. Çayınızı bu şekilde tüketebilirsiniz. Fakat isteyenler bir tatlı kaşığı bal ilave ederek tüketebilir.

Papatya çayı;

Papatya çayı, çok eski zamanlardan beri alternatif tıpta kullanılmaktadır. Sayısız faydasından dolayı adeta şifa kaynağı olarak adlandırılmaktadır. Papatya çayı, yumuşatıcı, sakinleştirici ve ağrı dindirici özelliğinden dolayı grip ve nezle gibi durumlarda da tüketilmektedir. Papatya çayı boğazı yumuşatarak daha rahat hissetmenizi sağlayacaktır. Papatya çayını içtiğinizde sakinlik ve mayışma hissedebilirsiniz. Bundan dolayı rahat bir uyku çekmenizde mümkün. Özellikle hastalıkları hızlı atlatmak için papatya çayı oldukça önemlidir.

Sarımsak;

Sarımsak tam bir doğal antibiyotik deposudur. Her derde deva olan sarımsak, geçmeyen boğaz ağrılarında da oldukça etkili olabilmektedir. Sarımsak birçok farklı şekilde tüketilebilir. Sarımsak özlü gıdalar tüketmek pek etkili olmayabilir ancak sarımsağı yemeklerinize ekleyerek ya da çiğ bir şekilde tüketmeniz daha etkili olacaktır. Özellikle çiğ sarımsak oldukça faydalıdır. Fakat reflü hastalığı bulunan bireyler tüketmemelidir.

C vitamini;

Bakteri ve enfeksiyonlardan kurtulmanın en etkili yöntemlerinden bir diğeri ise C Vitamini tüketimidir. Uzmanlar, enfeksiyonlardan korunmak için bol bol C Vitamini tüketilmesi gerektiği hakkında daima bilgilendirme yapmaktadırlar. Boğazınızdaki enfeksiyonlardan C Vitamini sayesinde kurtulabilirsiniz. Bunun için portakal, limon ve mandalina tüketebilirsiniz. Özellikle taze sıkılmış limon suyu oldukça etkili olacaktır. Boğazınızın ağrıdığı dönemlerde taze sıkılmış C Vitamini alabilirsiniz. Hem enfeksiyonlardan kurtulacak hem de ağrınız azalacaktır.

Bal tarçın;

Bal ve tarçın ayrı tüketildiğinde dahi oldukça etkili olacaktır. Fakat etkisini artırmak için ikisinin aynı anda tüketilmesi gerekir. Bal, birçok hastalığa şifa olduğu gibi geçmeyen boğaz ağrıları ve enfeksiyonlardan kurtulmak için de oldukça etkili olmaktadır. balı tüketmeden önce tarçında kullanırsanız çok daha etkili olacaktır. Bal ve tarçını iki farklı şekilde tüketebilirsiniz. Bir çay kaşığı balın üzerine biraz toz tarçın ekleyerek tüketebilirsiniz. Bir diğer tüketim şekli ise bir bardak ılık suyun içerisine çubuk tarçınlarınızı koyun ve 10 dakika kadar bekleyin. Demlendikten sonra içerisine bir çay kaşığı bal ilave edin, iyice karıştırın ve tüketin.

Rezene çayı;

Rezene çayı, balgam sökücü ve iltihap giderici özelliğe sahiptir. Bu özelliğinden dolayı geçmeyen boğaz ağrısı şikayeti olanlar tüketmektedir. Rezene çayı boğazdaki iltihabı azaltarak ağrının dinmesini sağlayacaktır. Birkaç tüketimden sonra etkisi net olarak görülecektir. Özellikle boğazda yumuşama ve azalan ağrı oldukça yaygın görülen faydalarındandır.

Geçmeyen boğaz ağrısı için yaygın olarak kullanılan yöntemler bu şekildedir. Şiddetli boğaz ağrısı yaşayan bireylerin bir uzman hekime danışması daha etkili olacaktır. Sağlıklı ve huzurlu günler…

Bunlar da ilginizi çekebilir!

Elektronik eşya temizliği nasıl yapılır?

Elektronik eşyaların evlere girmesi, teknolojinin gelişmesine bağlı olarak arttı. Mouse, cep telefonu, kumanda, tablet, beyaz eşya, televizyon gibi cihazlar yaşamın olmazsa olmaz yardımcı ürünleri oldu. Elektronik eşya temizliği için evdeki klasik temizlik malzemelerini kullanmak yanlış olur. Leke almaya, bakteri toplamaya ve bozulmaya müsait bu cihazların temizliği için doğru yöntemleri bilmek gerekir.

Hangi Elektronik Eşya Nasıl Temizlenir?

Her elektronik cihaz aynı yöntemle temizlenmez. Bu yüzden hangi elektronik eşya nasıl temizlenir sorusunu araştırdık ve sizler için derledik. Birlikte incelemeye ne dersiniz?

Tablet ve bilgisayarlar toz yuvası;

Parmak izi, leke, toz ve bakteriler için müsait olan tablet ve bilgisayarın dezenfekte edilmesi gerekir. Temizlemeden önce cihazın elektrik ilişiği kesilir. İki bardak suyun içine 3 çorba kaşığı elma sirkesi ilave edilir. Mikrofiber bir bez ıslatılır ve iyice sıkılır. Tablet veya bilgisayar ekranı ile klavyesi silinir ve kuru bezle hemen kurulanır. Klavye arasına kaçan kırıntılar için içeriye bant daldırılarak yapışması sağlanır. Bilgisayar temizliği için özel üretilmiş temizleme solüsyonları da kullanılabilir.

Kulaklık için oksijenli su kullanın;

Elektronik eşya temizliği listesine aldığımız kulaklıklar, iş hayatında ve sporda en yaygın kullanılan elektronik cihazlardan biridir. Kulaklık silikonları bakteri yuvasıdır. Bu nedenle pamuk veya bir beze oksijenli su dökerek, temizlenmesi gerekir. Kullanılmayan yumuşak kıl fiş fırçası ile de temizliği yapılabilir ve ardından kurulanır..

Klima ve televizyon kumandası temizliği;

En çok dokunulan elektronik eşyalar arasında olan klima ve televizyon kumandaları bakterilerin en sevdiği barınma ortamlarıdır. Tuş aralarında ve yüzeylerinde bulunan bakteriler elden ele taşınır. Pillerin ve çiplerin su almamasına dikkat ederek, nemlendirilmiş mikrofiber bezle temizliği yapılır. Kulak çubuğu ile tuş aralarına giren mikroplar çıkarılır.

Cep telefonlarında bakteriler yaşıyor;

Elektronik eşya temizleme konusunda en temaslı olduğumuz cihaz cep telefonlarıdır. Gün içinde toplu taşıma araçları, kapı kolları, kâğıt paralar gibi cisimlere temas ederek, bakterilerle tanışırız. Cep telefonu gibi cihazlar mikrop tutmaya müsait olduğundan her ne kadar eller sıklıkla yıkansa da kendi temizliği yapılmadığı sürece bakteriler yaşamaya devam eder. Cep telefonu temizliği için yumuşak köpüklü beyaz bir sabun ve mikrofiber bez yeterlidir. Beyaz sabunlu su içine bir miktar sirke de ilave edilebilir. Temizleme suyu mutlaka klorsuz ve kireçsiz olmalıdır. Elektrik giriş yerleri hariç ekran ve tuşlar silinir ve kurulanır.

Klavye boşluklarında canlılar yaşıyor;

Klavye boşluklarında saklanan canlılar harf tuşları arasında çoğalırlar. Biriken artık ve tozlar hastalığın önünü açar. Klavye temizlenmeden önce ters çevirilip, silkelenmesi gerekir. İzopropil alkole batırılan kulak çubuğu tuş araları, bezle de tuş yüzeyleri silinir. Eczaneden rahatlıkla bulunan izopropil alkol hızlı kurur ve klavyeye zarar vermez.

Mouse temizliği için karbonat ve sirke kullanın;

Bakterileri öldüren ve kolaylıkla çıkaran karbonat ve sirkenin içine içme suyu eklenir. 1 çay kaşığı karbonat,1 tatlı kaşığı sirke ve yarım bardak sudan oluşan malzeme listesi sayesinde Mouse silinir ve kurulanır. Elektronik eşya temizleme hususunda mikrofiber bez tercih edilir.

Tozlanan televizyonlar cihazın ömrünü azaltılır;

Manyetik olan televizyon ekranları tüm tozu çeker. Temizlenmediği takdirde cihazın ömrü azalır. Klorsuz içme suyu ile nemlendiren mikrofiber bezle televizyonun ekran dışında kalan yerleri silinir. Bu işlemden önce televizyonun fişi mutlaka çekilmelidir. Son olarak ekran silinir ve hızlıca kurulanır. Aparat girişlerini temizlerken bezin kuru olmasına dikkat edilir.

Hoparlör, radyo, müzik çalar gibi cihazların temizliğini atlamayın;

Hoparlör, radyo, müzik çalar gibi cihazlar elektronik eşya temizliği yapılırken kimi zaman atlanılır. Ancak atlanılan bu detayda çok daha fazla mikrop yaşar. Sirkeli suya batırılmış kulak çubuklarının suyu süzdürülür. Önce cihaz araları sonra cihaz yüzeyleri temizlenir. Ardından iyice kurutulur.

İnatçı hıçkırık nasıl geçer? Saraçoğlu doğal kürü

İnatçı hıçkırık nasıl geçer? Karın boşluğu ile göğüs boşluğu arasındaki diyafram istemsiz ve ani bir şekilde kasılır. Bu reflekse hıçkırık denir. Hıçkırık sırasında gırtlak boşluğu kapanır ve tekrarlayan kasılmalar oluşur. Ses telleri nefesle buluştuğunda hıçkırık sesi duyulur. Hıçkırık genelde kendiliğinden geçer ve her yaş insanda görülür.

Hıçkırığın en yaygın nedeni yemek sırasında yutulan havadır. İkinci sırada ise hızlı yemek yeme alışkanlığı gelir. Tabi bunların yanı sıra kalbin büyümesi gibi kalp hastalıkları, mide problemleri, yemek borusunda oluşan bir tıkanıklık, sinir sistemi hastalıkları da etkilidir. Bu sorunu sıklıkla yaşayanlar için hıçkırık nedir diye sorduk. İşte cevabı…

Hıçkırık Nedir?

Nefes alındığında akciğer kapasitesini artıran göğüs kafesi şişer. Bu sırada akciğerlerin altındaki diyafram istemsizce kasılarak hıçkırığın oluşmasına neden olur. Nefes verildiğinde gevşeyen diyafram hareketlenerek burun ve ağızdan havanın verilmesine yardım eder. Gırtlakta yer alan ses telleri yutkunurken nefes borusunu kapatarak, besinleri tutar. Diyafram istemsizce ve aniden kasılınca akciğerlere hızlıca hava girer. Bu durum ses tellerini de etkilediğinden hıçkırık sesi duyulur.

Hıçkırık Neden Olur? İnatçı Hıçkırık İçin Ne Yapılır?

Bazı duygusal değişiklikler, kaygı, stresli yaşam, ruhsal problemler diyafram hormonlarının salınmasını olumsuz etkiler. Nefes almamız konusunda hayati öneme sahip olan diyafram aniden kasılır ve en az 6 kez veya bitmek bilmeyen inatçı hıçkırıklara neden olur. Kimi zaman kendiliğinde geçse de inatçı hıçkırık vakaları iki saati geçen süre boyunca devam eder. Bu gibi durumlarda acilen tıbbi yardım alınması gerekir.

Uzman hekim fiziki muayenenin ardından anamnez alır. Radyolojik görüntüleme, göğüs, karın, nörolojik muayene, kulak zarı, boyun ve tiroit gibi tüm detaylar incelenir. Hıçkırık ataklarının süresi tutulur. Hıçkırık neden olur diye merak ediyorsanız aşağıda sıraladığımız maddeleri incelemenizi öneririz.

  • Fazla kaçan yemekler
  • Yemek sırasında bolca bahar ve acı tüketimi
  • Çok fazla gazlı içecek tüketmek
  • Bağırsak ve mide sorunları
  • Stres, sinir, kaygı, çok heyecanlanmak gibi duygusal değişimler
  • Şeker rahatsızlığı
  • Anestezi
  • Menenjit, zatürree, tümör
  • Guatr, göz tansiyonu, astım, farenjit
  • Kalp, pankreas ve karaciğer hastalıkları
  • Kulakta yabancı cisim veya kulak rahatsızlığı

Hıçkırık Nasıl Geçer?

Hıçkırık nasıl geçer diye merak ediyorsanız eğer sinirlerin dikkatini dağıtmanın bir yolunu bulmanız gerekir. Diğer bir yöntem ise sindirimdeki dengesizlikleri bulup, mideyi rahatlamaktır.

Korkarak beyni meşgul etmek;

Hıçkırık anında beklenmedik bir korku beyni meşgul eder ve vücut alarma geçerek, sinirleri uyarır. Birkaç dakikanın içinde hıçkırık kaybolur.

Kulak tıkamak;

Vagus sinirini sinir sisteminin merkezidir ve bir uzantısı kulakta bulunur. Hıçkırık durdurmak için kulaklar tıkandığında bu sinirler aktive olur.

Nefes tutma;

Beynin tepkimelerine karşı koymak için derin nefes alınıp tutulur. Bu sırada diyafram kasılır ve karbon dioksit birikir. Beyin gündem değiştirerek karbon dioksiti atmaya yoğunlaşınca hıçkırık geçer.

Vücut sinirlerinin dikkatinin dağılması;

Beyin, vücutta bir anormallik sezdiğinde vücut tepkilerini azaltan komutlar gönderir. Bu komutu öncelemek için bir yemek kaşığı bal veya 1 adet şeker yenir. Beyin tatlı olan sinyalin ne olduğu ile uğraşırken vücut sinirlerinin dikkati dağılır.

Sıcak çay veya su içmek;

Sıcak çay, su, süt gibi içecekler hıçkırık geçirmek için kullanılan en hızlı metottur. Ortalama 15 saniye içinde sindirim sistemini dengeleyerek, beyni meşgul eder ve hıçkırığı keser.

Poşete nefes ver ve al;

Bu yöntem tıpkı nefes tutma metodunda olduğu gibi karbon dioksit seviyesini yükseltmeye yarar. Beyinde sinyal oluşturarak hıçkırığın azalmasını sağlar.

Şınav çekme;

Zorlayacak olan bu yöntem genellikle işe yarar. Şınav esnasında diyafram kasılır ve akciğerleri sıkıştırır. Bu sayede basınç dengesizliği son bularak hıçkırık ortadan kaybolur.

Hıçkırık Nasıl Geçer Sorusuna Yanıt Bulduğumuz Diğer Yöntemler

  • Sirke ve limon koklamak
  • Hızlı nefes alıp verme egzersizi
  • Dilin arkasına kaşıkla dokunarak öğürmek
  • Buzlu içecekler tüketmek
  • Yüz etrafına soğuk kompres uygulaması
  • Ayakları gıdıklamak
  • Dili sağa sola oynatmak

İnatçı Hıçkırık İçin Prof. Dr. İbrahim Saraçoğlu Kürü

İnatçı hıçkırık nöbetleri sık tekrarlanıyorsa ciddi bir hastalığın habercisi olabilir. Eğer herhangi sağlık sorunu yoksa Prof. Dr. İbrahim Saraçoğlu tarafından önerilen kekik kürü denenebilir.

Malzemeler;

  • 1 tatlı kaşığı yaban kekiği
  • 1 bardak su

Hazırlanışı ve uygulaması;

Bir bardak suyun içinde verilen ölçüde kekik kaynatılır. Yaklaşık 5 dakika kadar demlenmesi beklenir. Ilıyan bu kür kahvaltı yapmadan önce 1 bardak tüketilir. Küre devam eden günlerde yemeklerden 15 dakika önce dereotu çiğnenir. Kürün uygulama süresi 3 aydır.

Dr.Oz Hıçkırık Nasıl Geçer?

Bunlar da ilginizi çekebilir!

Sarı kantaron yağı nasıl yapılır, nerelere sürülür, faydaları neler?

Sarı kantaron yağı, sarı kantaron çiçeğinden elde edilmektedir, yara otu ya da mayasıl otu olarak da bilinir. Rengini ise çiçeğin kuru ya da taze olmasından almaktadır. Çiçekler taze iken hazırlanan yağ kırmızı, kurutularak hazırlanan yağ ise sarı olmaktadır. Her iki yağın da faydaları saymakla bitmese de, sarı kantaron yağı daha çok tercih edilmektedir.

Sarı Kantaron Yağı Nedir?

Tropik ve ılıman bitki örtüsünde yetişen sarı kantaron yağı nedir? Son dönemlerde bitkisel tedaviye olan ilginin artması ile beraber sarı kantaron yağının da ön plana çıktığı görülmektedir. Kantaron çiçeğinin en önemli özelliklerinden biri, doğal olarak yetişmesidir. Yani herhangi bir ekim ya da sulama yapılmadan, kendi kendine yetişen bir bitkidir.

Sarı kantaronun ülkemizde de 100 civarında farklı türü mevcuttur. Çok eski zamanlardan beri kullanılan sarı kantaron çiçeği, son dönemlerde birçok kişi tarafından kullanılmaktadır. Kantaron çiçeği kurutulduğu zaman bitki çayı gibi demlenerek içilmektedir. Bu sayede mideyi rahatlattığı ve bununla beraber hazımsızlığa da iyi geldiği söylenmektedir. Cilt sorunları, sindirim sistemi sorunları, yaralar, ağrılar gibi birçok farklı sağlık sorununa fayda sağlayan sarı kantaronun yapımı da oldukça kolaydır.

Sarı Kantaron Yağı Nasıl Yapılır?

Yaşadıkları sağlık sorunlarına çare bulmak isteyen kişiler için sarı kantaron yağı nasıl yapılır çok önemlidir. İçeriğinde bulunan faydalı yağ bileşenleri ile birçok hastalığa iyi gelen sarı kantaron yağı için öncelikle kantaron çiçeğinin elde edilmesi gerekmektedir.

Birçok bölgede yetişen sarı kantaron çiçekleri özenle toplanmalıdır. Kantaron çiçeğini toplama şansı olmayanlar üzülmesin. Bazı aktarlarda veya pazarlarda kantaron çiçeği taze ve kurutulmuş olarak satılmaktadır. Kırmızı kantaron yağı elde etmek isteyen kişiler, 100 gr taze kantaron çiçeğini kavanoza koyarak üzerine 250 ml zeytinyağı eklemelidirler. Hazırlanan karışım 30 gün güneşte bırakılır ve ara sıra karıştırılır.

Sarı kantaron yağı elde etmek isteyen kişiler ise, öncelikle taze kantaron çiçeklerini kurutmalıdırlar. Kuruyan kantaron çiçekleri ve zeytinyağı yine aynı oranda kavanoza eklenmelidir. Hazırlanan karışım 30 gün sonunda sarı renge dönüşecektir. Her iki kantaron yağının da etkisi aynı olmakla beraber, sarı kantaron yağını tercih eden kişi sayısı daha fazladır.

Sarı Kantaron Yağının Faydaları Nelerdir?

Kullanımı oldukça yaygınlaşan sarı kantaron yağının kullanım alanları çeşitlidir. Bu da, kantaron yağına olan ilgiyi artırmaktadır. Sarı kantaron yağının yararı nedir bilen kişiler, evlerinden bu yağı eksik etmemektedirler. Her yerde bulabileceğiniz sarı kantaron yağının genel olarak yararları şu şekilde sıralanabilir:

Yara ve yanık tedavisinde etkilidir:

Sarı kantaron yağının en bilinen özelliği, yara ve yanıkları kısa sürede iyileştirmesidir. Hücre yenileme özelliğine sahip olan kantaron yağı, yara ve yanıklar üzerine sürüldüğünde hemen etkisini göstermektedir.

Kanamaları azaltır:

Herhangi bir nedenle meydana gelen kanamalarda, kanamanın azalması için sarı kantaron yağı tercih edilmektedir.

Vücut ısısını artırır:

Özellikle demir eksikliğine bağlı olarak yaşanan el – ayak üşümesinde etkilidir. Ellerinize ve ayaklarınıza süreceğiniz sarı kantaron yağı vücut ısınızı artıracaktır.

Varis ve uçuklarda etkilidir:

Uçuk ya da varis olan bölgeye sürülen kantaron yağı, sorunun kısa zamanda azalmasını sağlamaktadır.

Bebekler için doğal krem:

Rahatlatıcı etkisi ile özellikle gaz sıkıntısı yaşayan bebeklere sarı kantaron yağı ile masaj yapılmaktadır. Ayrıca, pişikler için de tercih edilmektedir.

Cilt lekelerini giderir:

Güneş ya da herhangi bir etki ile yüzde olan lekelerin kaybolmasını sağlamaktadır.

Baş ağrısına ve yorgunluğa iyi gelir:

Migren ya da herhangi bir nedenle yaşanan baş ağrısında ağrı kesici bir görev üstlenmektedir. Bununla beraber, hücreleri gevşeterek yorgunluğun azalmasında yardımcı olmaktadır.

Enflamasyonun azalmasını sağlar:

İçeriğinde bulunan antioksidanlar sayesinde iltihabı azaltmaktadır. Böylece iltihabın neden olduğu ağrı ve sızıyı ortadan kaldırmaktadır.

Enfeksiyon tedavisinde kullanılır:

Güçlü antiviral etkisi ile enfeksiyona savaş açmaktadır. Mantar ve bakterilerde de aynı etkiyi göstermektedir.

Saç dökülmesinde etkilidir:

Günümüzün en büyük sorunlarından olan saç dökülmesinde etkilidir. Saç köklerini besleyerek saçların güçlenmesini sağlamaktadır.

Sarı Kantaron Yağı Nasıl Kullanılır?

Kısa sürede sorunlarınıza çare bulmak istiyorsanız, sarı kantaron yağı nasıl kullanılır bilmelisiniz. Yaşanan şikayete ve uygulanacak bölgeye göre kullanımı değişebilmektedir. Yara, yanık gibi yüzeysel şikayetlerde bir pamuk yardımı ile sorunlu bölgeye sürülmelidir. Ağrı için tercih edilen sarı kantaron yağı ise ağrıyan bölgeye masaj yaparak uygulanmalıdr.

Yüzeysel olmayan kullanım tercihlerinde, sarı kantaron yağından bir çay kaşığı içilmesi önerilmektedir. Tüm kullanımlardan önce mutlaka uzman bir hekime danışılması gerekmektedir. Doğal bir yağ olsa da, herhangi bir sorunla karşılaşmamak için kullanmadan önce doktorunuza danışmayı unutmayın.

Sarı Kantaron Yağı Yüze Sürülür Mü?

En çok merak edilen sorulardan birisi de, sarı kantaron yağı yüze sürülür mü sorusudur. Deri enfeksiyonları, cilt enfeksiyonları, egzamalar, lekeler gibi tüm yüz sorunlarında sarı kantaron yağı kullanılabilmektedir. Saç derisinde yaşanan sorunlar için de sarı kantaron yağını tercil edilmektedir. Haftada 2 kez saçlarınıza bu yağ ile bakım yapabilirsiniz. Saçlarınıza masaj yaparak süreceğiniz sarı kantaron yağını en az 30 dakika saçlarınızda beklettikten sonra bol su ile yıkamalısınız.

Sarı Kantaron Yağı İçilir Mi?

Çeşitli kullanım alanları ve şekilleri olan sarı kantaron yağı içilerek de tüketilebilmektedir. Gastrit, ülser, hemoroid gibi sorunlarda sarı kantaron yağını içebilirsiniz. Ancak her şeyin fazlası zarar düşüncesi ile hareket ederek, önerilen miktardan fazla kantaron yağı içilmemelidir.

Vücutta meydana gelen iltihapların da giderilmesine yardımcı olan bu özel yağ, vücut direncini artırarak mikroplara karşı savaş açmaktadır. Hazmı kolaylaştıran ve ishali kesen sarı kantaron yağını günde 1 çay kaşığından fazla tüketmemelisiniz. 1 çay kaşığı kantaron yağını doğrudan tüketebileceğiniz gibi ılık suya ya da zeytinyağına ekleyerek de içebilirsiniz.

Sarı Kantaron Yağının Hamilelikte Kullanımı

Faydaları saymakla bitmeyen sarı kantaron yağının hamilelikte kullanımı oldukça önemli bir konudur. Hamilelik döneminde erken doğuma neden olabileceği için sarı kantron yağının ve kantaron çayının dikkatli kullanılması önerilmektedir. Özellikle riskli hamilelik dönemi geçiren kadınların ise asla sarı kantaron yağını tüketmemesi tavsiye edilmektedir.

Hamilelik ile beraber emzirme döneminde de sarı kantaron yağının kullanılması tavsiye edilmemektedir. Emzirme yolu ile bebeğe geçebilecek olan sarı kantaron yağını kullanmadan önce mutlaka uzman hekiminize danışmanız bebeğiniz için son derece önemlidir.

Bunlar da ilginizi çekebilir!

Rinoplasti nedir, nasıl yapılır? Neden ihtiyaç duyulur?

Rinoplasti veya burun estetiği, burnunuzun fonksiyonlarını ve görünüşünü değiştirmek için yapılan ameliyattır. Rinoplasti aynı anda nefes almayı iyileştirmenize ve daha güzel bir görünüm elde etmenize yardımcı olabilir.

Rinoplasti Nedir?

Rinoplasti, en basit şekli ile burnun yeniden şekillendirilmesi, yapılması anlamına gelir. Estetikli burun, estetik operasyonlu burun da denilebilir. Rinoplasti, sadece sağlık sorunları meydana geldiğinde yapılmaz. Kişilerin burunlarından şikâyet etmesi, memnun olmaması, daha estetik görünmek istemesi gibi faktörler rinoplasti ameliyatı için yeterli sebeplerdir.

Rinoplasti Nasıl Yapılır?

Burun ameliyatı farklı şekillerde yapılabilmektedir. Açık rinoplasti ve kapalı rinoplasti şeklinde alternatifleri bulunur.

Kapalı burun ameliyatı:

Bu yöntemde mukozaya işlem yapılır. Küçük kesi işlemi bu alana atılarak burun içerisine müdahale edilir. Burnun dışarısında kesik olmayacağı için iz kalma riski de ortadan kalkıyor. Kapalı rinoplasti her durumda uygulanmaya müsait olmayabilir.

Açık burun ameliyatı:

Açık burun ameliyatında, burun deliklerini iki kısma ayıran kolumella yönünde kesiler atılır. Atılan kesinin ardından işlem bu alanda ilerlemeye devam eder. Burnun alt kısmında kalan kesi dikkat çekmeyecek şekilde yapılır. Az miktarda iz kalabilir.

Burun Estetiğine İhtiyaç Duyulan Durumlar Nelerdir?

Burun estetiği olmak için tek bir neden gerekmez. Kişinin sadece güzel görünme isteği ya da nefes almada sorun yaşıyor olması şart değil. Burun ameliyatının olası nedenleri arasında şunları sıralayabiliriz:

  • Yaralanma, darp gibi durumlar buruna hasar verebilir. Burunda oluşan kırık, eğri görünüm sonrası burun estetiğine ihtiyaç duyulabilir.
  • Burun içi nefes sorunu olduğu takdirde (burunda et, ben vb. olması) burun ameliyatına ihtiyaç duyulabilir.
  • Burun şeklinin düzgün olmaması, doğuştan burun yapısının şekilsiz olması gibi nedenler yüzün kötü görünmesine, kişinin psikolojinin bozulmasına neden olabilir.
  • Burun kemiğinin yüz hatlarından daha uzun, daha geniş olması sonucu yüz şeklinde bozukluk meydana gelmesi.
Rinoplasti Benim İçin Uygun mu?
Rinoplasti Benim İçin Uygun mu?

Rinoplasti Benim İçin Uygun mu?

Rinoplasti için yaygın bir tıbbi neden, burundan nefes almada zorluktur. Burun tıkanıklığı egzersizle ilgili sorunlara neden olabilir, uykuyu bozabilir, horlamaya ve uyku apnesine yol açabilir veya diğer aktiviteleri engelleyebilir. Tıbbi tedaviler (burun spreyi veya uyku apnesi tedavisi gibi) başarısız olursa, sonraki adım ameliyat olabilir. Bu gibi tıbbi nedenlerle yapılan rinoplasti genellikle sağlık sigortası kapsamındadır.

Burun ameliyatı, altta yatan soruna göre şekillendirilir. Septum –burnun sağ ve sol yanlarını ayıran orta hat kıkırdak duvarı – sapmışsa, o zaman tek başına bir septoplasti sorunu çözebilir. Bununla birlikte, bir septal deviasyon daha şiddetli olduğunda veya burun desteğinin belirli kritik bölgelerinin yakınında meydana geldiğinde, uygun nefes almayı ve burun şeklini sağlamak için bir rinoplasti gereklidir. Rinoplasti (ayrıca septorinoplasti olarak da adlandırılır) septal deformiteyi giderir ve stratejik olarak yerleştirilmiş kıkırdak greftleri ile burnun önemli solunum alanlarını güçlendirir.

Burun Estetiğinde Cerrahi Dışı Müdahaleler

Burun estetiği operasyonlarında genellikle cerrahi müdahalelere başvurulur. Bunun yanı sıra küçük dokunuşlar olarak adlandırılan müdahaleler de uygulanabilir. Bu dokunuşların amacı genellikle, estetik kaygı taşıyan kişilerin daha iyi hissetme isteğidir. Cerrahi müdahale olmadan yapılan burun estetiği dokunuşları arasında şunları sıralayabiliriz:

Burun botoksu;

Burun ameliyatına alternatif bir uygulamadır. Burun ucunda bulunan sarkıklık, burun ucu düşüklüğü durumunda uygulanabilen bir işlemdir. Hiçbir cerrahi müdahaleye başvurulmaz. Ortalama uygulama süresi 20 dakikadır. İşlem enjeksiyon yardımı ile yapılır. İşlem öncesi enjeksiyon uygulamasının acı hissi yaratmaması için önlem amaçlı uyuşturucu sprey yahut krem kullanılabilir.

Burun dolgusu;

Bu işlem de cerrahi müdahale olmadan uygulanan bir yöntemdir. Sık tercih edilen uygulamalar arasında yer alır. Burun şeklinden rahatsız olan ancak cerrahi müdahaleye hazır olmayan, cesaret edemeyen yahut çeşitli nedenlerden dolayı tercih etmeyen kişilerin alternatifidir. Burun dolgusu, isminden de anlaşılacağı gibi dolgu işlemi üzerinden yapılır. Burun ucuna, çevresine yapılan dolguların süresi kullanılan malzemeye ve yapılan işleme göre değişiklik gösterir. İşlem 20- 30 dakika arası sürebilir.

İple asılma yöntemi;

Genel olarak burun ucu düşüklüğü sorunu karşısında uygulanan bir yöntemdir.

İyileşme İçin Ne Beklemeliyim?

İşten veya okuldan bir hafta izin almayı beklemelisiniz. Bu süre zarfında dinlenme, buz ve burun temizleme rejimi önerilir. Ağrı kesici ilaçlar sağlanırken, çoğu insan sadece birkaç günlüğüne ihtiyaç duyar.

İyileşme sırasında burun içine septumu düz tutmak için ateller (bükülebilir, ince plastik levhalar) yerleştirildiği için burundan rahat nefes almak zordur. Üçüncü gün şişlik zirve yapar ve sonra azalır. Bazen göz altı morlukları oluşabilir. Ameliyattan sonraki hafta boyunca burnunuzu korumak ve şişmeyi azaltmak için burnunuza küçük bir alçı takacaksınız.

Ameliyattan bir hafta sonra ateller ve alçılar çıkarılır. Daha sonra işe dönebilir ve yürüme veya koşma gibi kardiyo egzersizlerine devam edebilirsiniz. Altı hafta boyunca temas sporlarından kaçınmanız gerekecek. Aksi takdirde, ameliyattan sonraki iki hafta içinde normal aktivitelerinize ve rutinlerinize dönmelisiniz.

İlk ayda hızlı bir şekilde iyileşmeniz muhtemel olsa da, tam iyileşme bir yılı bulabilir. Şişliğin büyük kısmı ilk ayda kaybolur ve tüm şişlikler bir yıl veya daha kısa bir süre içinde geçmelidir.

Demirhindi nedir, şerbeti nasıl yapılır, faydaları nelerdir?

Demirhindi meyvesi kansere karşı korur, kilo savaşlarını kazandırır ve sindirim fonksiyonlarını iyileştirir. Ayrıca bu mucize meyve; yüz maskesi, yüz toniği, yüz peelingi, gözaltı morluk kremi ve şifa verici şerbet tarifleri ile keşfedilmeyi bekliyor. Afrika kökenli demirhindi ile tanışmayı bekleyenler, demirhindi nedir sorusuna cevap arıyor. İşte yanıtı.

Demirhindi Nedir?

Anavatanı Afrika, Karayip. Mısır olan demirhindi tropikal bir meyvedir. Ilıman ve sıcağı seven bu meyve ülkemizin güney şehirlerinde yetişir. Yaz mevsimi başlamadan sarı ve kırmızı renkli salkımları olan bir ağaçtır. Ağacın boyu 20 metreyi bulur ve meyveleri koyu renkte olur. Meyve tam olgunlaşınca tatlanır. Bu meyve kimi ülkelerde Hint hurması olarak tanınır.

Demirhindi ağacının her birinden ortalama 200 kilo meyve toplanır. Ülkemizde Ramazan aylarında şerbet olarak tüketilir. Demirhindi şerbeti hakkında bir hikâye rivayet edilir. Yeniçerisinden su isteyen Kanuni Sultan Süleyman’a soğuk şerbet ikram edilir. Tadını çok beğenen padişah, şerbet tasını altınla doldurur. Böylelikle şerbet ünlenir ve değerlenir.

Demirhindi Meyvesi Saç ve Cilt Bakımı İçin Faydaları

Demirhindi yüz yıkama suyu;

Suyun içinde bir süre dinlendirilen demirhindi ile yüz yıkanır. Bu suyun hazırlanması için temizlenmiş demirhindi tohumları çıkarılır. Tohumlar Ilık suyun içinde bekletilir. Ortalama 30 dakika sonra suyun formu kıvam bulur. Temizlenmiş cilde uygulanması gerekir. Cilt durulama suyu olarak kullanıldığında cilde anında aydınlık verir.

Demirhindi yüz peelingi;

Demirhindi doğal bir yüz peelingidir. Yüz kusurlarını iyileştirir, ölü hücrelerden arındırır. Cilt aydınlanır. Meyvenin posası ile cilt ovalanır.

Demirhindi cilt beyazlatıcı yüz maskesi

Bu maske haftada 2 defa uygulanır. Bir avuç demirhindi iyice ezilir ve kıvam bulması için süt ilave edilir. Macun kıvamına gelince cilde uygulanır. Ortalama 30 dakika sonra cilt durulanır. Otuz günlük kullanım sonrasında ciltte beyazlanma görülür.

Demirhindi yüz toneri;

Kimyasal yüz toneri kullanmak istemeyenler için etkili bir doğal toner olur. Cildi sıkılaştırır ve aydınlatır.

Demirhindi yağlı saç bakımı;

Demirhindi yüz yıkama suyu aynı zamanda saç durulama suyu olarak kullanılır. Bilhassa yağlı saçlılara tavsiye edilir. Saç derisinin sebum dengesini kontrol altına alır. Yağlanmayı durdurur. Saç görünümünü iyileştirir, canlandırır.

Demirhindi gözaltı morluğu maskesi;

Demirhindi cilt beyazlatıcı yüz maskesi gözaltı morluklarını açmak için kullanılabilir. Aynı maske göze değdirmeden gözaltına sürülür. 30 dakika sonra ılık sütle çıkarılır ve durulanır.

Demirhindi Meyvesi Saç Ve Cilt Bakımı İçin Faydaları

  • Cildi aydınlatır
  • Doğal bir arındırıcıdır. Ölü hücreler ortadan kalkar.
  • Selülit tedavisi için yardımcı bir alternatiftir.
  • Cilde nem kazandırır.
  • Yaşlanma belirtilerini azaltır.
  • Cilt elastikiyetini artırır.
  • Akne ve sivilce önleyicidir.
  • Yağlı saç derisini kontrol altına alır.
  • Saçın sağlığını korur ve hacim kazandırır.
  • Saça parlaklık verir.

Demirhindi Meyvesinin Genel Sağlığa Faydaları Neler?

Demirhindi meyvesinin genel sağlığa faydaları neler diye merak edenler için tüm ayrıntıları maddeler halinde sıraladık. Birlikte inceleyelim.

  • Demirhindi kalp rahatsızlıklarına karşı savaşçı bir meyvedir. Ayrıca tansiyon sorunu olanlar için tüketilmesi önerilir.
  • Lifli meyve olduğundan bağırsak hastalıklarında iyileştirici özelliği vardır.
  • Besin değeri yüksek olan bu meyve bolca vitamin ve mineral bulundurur. Selenyum, demir, tiamin, C vitamini, protein, magnezyum ve çinko bakımından zengindir.
  • İnsülini kan şekerini kontrol altına alarak düşürür.
  • Mide asitleşmelerine ve mide rahatsızlıklarına karşı önlem alır.
  • Güçlü bir antioksidan olması nedeniyle vücuttaki mikropları kırar. Dokuları onarır ve yeniler.
  • Kilo problemlerinde yardımcı olur. Antiseptik olan bu meyve safra kesesi bozukluklarında tedavi edicidir.
  • Kolesterolü dengede tutar. Sarılık ve sıtma hastalıklarında iyileştiricidir.
  • Demirhindi meyvesi kabızlığı sonlandırır ve basur rahatsızlığında kullanılır.
  • Ağız ülseri gibi ağız içi rahatsızlıkları tedavi eder.
  • Kanserli hücrelerin yayılmasını engeller.

Şekersiz Demirhindi Şerbeti Tarifi

Malzemeler:

  • 250 gram öğütülmüş demirhindi
  • 4 adet çubuk tarçın
  • 4 adet karanfil
  • 3 çorba kaşığı süzme bal
  • 3 Litre kaynamış su

Hazırlanışı:

3 litre su kaynadıktan sonra tencereye verilen ölçüde demirhindi, karanfil ve tarçın atılır. Tüm malzemelerin aroması çıkana kadar 15 dakika orta ateşte kaynatılır. 15 dakikanın ardında ocaktan alınarak, soğuması beklenir. Ilık hale geldiğinde 3 çorba kaşığı süzme bal ilave edilir. Sonrasında bir süzgeç veya ince bez yardımı ile süzdürülür. Anında tüketmek istemeyenler sonrasında tüketilmek üzere şişelere doldurulur.

Şekersiz demirhindi şerbeti tarifi ile market ürünü meyve sularına gerek kalmaz. Doğal ve sağlıklıdır. İsteyen sıcak isteyen soğuk bir şekilde tüketebilir.

Soğuk Algınlığı İçin Demirhindi Şerbeti Tarifi

Malzemeler:

  • 1 paket demirhindi meyvesi(Aktarlardan bulunabilir)
  • 4 adet karanfil
  • 2 adet çubuk tarçın
  • 2 adet zencefil
  • 4 adet kuşburnu
  • 2 su bardağı şeker
  • 3 litre su

Hazırlanışı:

3 litre soğuk suyun içine tüm malzemeler eklenerek bir gece bekletilir. Şekerin ise yalnızca bir bardağı eklenir. Ertesi gün tüm malzemeler aromasını bırakmış ve homojen haline gelmiş olur. Kalan bir bardak şeker eklenerek, ocağa alınır ve 60 dakika kaynatılır. Kaynayan şerbetin soğuması beklenir. Ardından süzdürülerek cam şişelere doldurulur. Hazırlanan şerbet bir gün bekletildikten sonra istenildiği zaman tüketilir.

Soğuk algınlığı için demirhindi şerbeti tarifi ile bağışıklık sistemi daha güçlü çalışır ve susuzluğu giderir.

Demirhindi Şerbeti Faydaları Neler?

  • Metabolizmayı hızlandırır. Şerbet içinler sıklıkla idrara çıkar. Bu sayede hızlı ödem atılır.
  • Karaciğer yağlanmasını önler.
  • Özellikle kış aylarında üst solunum yolu rahatsızlıklarına şifa olur. Öksürük ve boğaz yanması gibi sorunları giderir.
  • Yemek sonrası gelen hantallığı giderme, demirhindi şerbeti faydaları arasındadır. Şerbet hazımsızlık ve ağırlaşmayı önler.
  • Vücut direncini kuvvetlendirir.
  • Bağışık sisteminin en yakın dostu olur. Korur ve güçlendirir.
  • Mide yanmalarının önüne geçer.
  • Bağırsakta oluşan iltihap ve mikrobu temizler
  • Demirhindi meyvesi mineral ve vitamin bakımından zengin olduğundan vitamin alımını sağlar.

Laktoz intöleransı nedir, belirtileri nelerdir? Nasıl beslenmeli?

İnsan bedeninin sahip olduğu tüm metabolik faktörler birbiriyle uyum ve bağlantılı bir şekilde çalışmaktadır. Enzimlerde veya hormonlarda karşılaşılan herhangi bir yetersizlik, vücudun çalışma sistemini etkilemeye yeterlidir. Bu nedenle, günlük hayatta vücudun oluşturduğu semptomlara karşı duyarlı olunmalı ve tedavi yollarına başvurulmalıdır. Laktoz intöleransı da, son zamanlarda sıklıkla gündeme gelen bir sağlık problemidir. Güncel olarak toplumun yaklaşık %75 inde bulunduğu düşünülen laktoz intöleransı, insan yaşamının kalitesini derinden etkilemektedir.

Laktoz Nedir?

Laktoz, doğada yalnızca süt ve süt ürünlerinin içerisinde bulunan bir disakkarit şeker türüdür. Yapı olarak glikoz ve galaktozdan oluşan laktoz, sütün içerisindeki en önemli karbonhidrat sağlayıcısıdır. Süt şekeri olarak da isimlendirilen bu şeker türü özellikle; yoğurt, peynir, ayran, kefir gibi gıdaların içerisinde bulunur. Bu gıdaların haricinde; tereyağı, krema, kaymak ve dondurma gibi gıdalarda da laktoz şekerine rastlanmaktadır. Yukarıda sıralanan gıdalar aracılığıyla vücuda alınan laktoz şekeri ise, bağırsaklarda salgılanan laktaz enzimi tarafından parçalanmaktadır. Ardından glikoz ve galaktoz yapıları şeklinde kana karışmaktadır.

Laktoz İntöleransı Nedir?

Laktoz intöleransı, laktoz şekerinin sindirilememesinden kaynaklı olarak gelişen bir hastalık türüdür. Laktoz şekerinin sindirilememesine ise, bağırsaklarda üretilen laktaz enziminin yetersiz bir şekilde çalışması neden olur. Laktaz enziminin yetersiz çalışmasının beraberinde ise laktoz şekeri uygun olarak parçalanamaz ve emilmeden bağırsaklardan geçer. Glikoz ve galaktoz olarak yapılarına ayrılamayan laktoz şekeri kana karışamayacağından, bağırsaklardan direkt olarak geçmesi metabolik dengenin bozulmasına yol açar. Bu da kişinin sindirim sisteminde ciddi semptomlarla karşı karşıya kalmasına neden olur.

Laktoz İntöleransı Çeşitleri Nelerdir?

Dünyada yeni doğan her kişinin vücudunda laktaz enzimi bulunmakta ve yeterli bir şekilde çalışma göstermektedir. Ancak insan yaşamanın ileriki dönemlerinde belli etkenler doğrultusunda laktaz enzimi yeterli çalışma gösteremeyebilmektedir. Bu etkenler doğrultusunda da kişilerde görülen laktoz intöleransı çeşitlere ayrılmaktadır. Laktoz intöleransı, hastalığı oluşturan etkenlere göre iki çeşide ayrılmaktadır. Bunlar primer ve sekonder isimlerine sahip olan laktoz intöleransı hastalık çeşitleridir.

Primer Laktoz İntöleransı: Dünyada en sık görülen laktoz intöleransı çeşidi olan primer, ileriki yaşlarda ortaya çıkmaktadır. Yaş ilerledikçe laktaz enziminin üretilmesinde azalma görülür ve bu durum da laktoz sindiriminin bozulmasına yol açar. Toplumların büyük bir bölümünde karşılaşılan primer laktoz intöleransı hastalığının genetik faktörlerden kaynaklı olarak da ortaya çıkabileceği düşünülmektedir.

Sekonder Laktoz İntöleransı: Dünyada nadir olarak karşılaşılan sekonder laktoz intöleransı, mide hastalıkları veya çölyak gibi hastalıklar neticesinde ortaya çıkar. Bu hastalıklar bağırsaklardaki laktaz üretimine zarar vererek sekonder laktoz intöleransının görülmesine neden olur.

Laktoz İntöleransının Belirtileri Nelerdir?

Halk arasında oldukça sık karşılaşılan laktoz intöleransı hastalığı, süt ve süt ürünleri tüketiminin ardından kişilerin vücudunda ciddi sindirim sistemi problemlerine yol açar. Bu problemlerden başlıca olanları ise şu şekilde sıralanabilir:

  • Şişkinlik
  • İshal
  • Karın ağrısı
  • Mide bulantısı
  • İştahsızlık

Bu belirtilerin insan yaşamına oldukça önemli etkileri bulunduğundan, belirtilerle karşılaşan kişiler en yakın sürede bir hekim muayenesinden geçmelidir. Aksi takdirde bu belirtilerin çok daha önemli rahatsızlıklara davetiye çıkarması oldukça muhtemeldir.

Laktoz İntöleransı Tedavisi Nasıl Olur?

Laktoz intöleransı, süt ve süt ürünlerinin tüketimi ardından gelişen bir hastalık türüdür. Süt ve süt ürünleri de insan yaşamı için oldukça önemli bir besin grubudur. Çünkü bu gıdaların içerisinde; B12, A, D vitaminleri ve bol miktarda protein bulunmaktadır. Laktoz intöleransı hastalığına sahip olan kişiler bu vitaminlerden eksik kalacağından, takviyelerini başka gıdalardan yapmayı kesinlikle ihmal etmemelidir. Aksi takdirde kişilerin kan değerlerinde bozulmalar ortaya çıkacağı gibi günlük yaşam kaliteleri de derinden etkilenecektir.

Laktoz intöleransı hastalığı ileri derecede olan kişilerde en ufak süt tüketimi bile ciddi problemlere yol açabilmektedir. Bu nedenle laktoz içeren gıdalardan uzak durulmalıdır. Eksik kalınan vitaminlerin karşılanabilmesi için ise diyetisyen kontrolünde yeni bir beslenme tipine başlanmalıdır. Bunlar haricinde tıpta laktoz intöleransı hastaları için geliştirilen pek çok tedavi yöntemi bulunmaktadır. Bunlar:

  • Enzim takviyesi
  • Laktoza adapte olma
  • Probiyotik ve prebiyotik takviyesi

Her laktoz intöleransı hastalığına sahip bireylerin laktoza olan duyarlılığı farklı olacağından, uygun tedavi yöntemine başlanabilmesi için ilk olarak hekim kontrolünden geçilmelidir. Ardından kişiye uygun olarak belirlenen diyet listesi ve yaşam biçimiyle kaliteli yaşama geri dönmek oldukça mümkündür.

Kuru fırçalama nedir, nasıl yapılır? Faydaları neler?

Kuru fırçalama uygulaması özellikle son dönemlerde popüler hale gelmiştir. Birbirinden farklı birçok faydası ile dikkatleri üzerine çeken bu uygulama oldukça kolay şekilde yapılabilmektedir. Kuru fırçalama tekniği kan akışının hızlandırılarak cildin yenilenmesine imkan sunan bir uygulamadır. Vücut bakımında sevilerek kullanılan bu işlem bir fırça yardımı ile yapılmaktadır.

Kuru Fırçalama Hangi Fırçalar İle Yapılabilir?

Kuru fırçalama için uygun olan fırçalar farklı kıl yapılarına sahip olabilmektedir. Fakat bu fırçalardan en çok tercih edilerek önerileni doğal at kılı fırçalarıdır. Vücut için uygun olan kıl yapısı oldukça önemli bir detaydır. Kuru fırçalama için tamamen özel üretilen fırçalar eczanelerden kolaylıkla temin edilebilmektedir. Selülit giderici fırça olarak da bilinen kuru fırçalama işleminin düzenli yapılması gözle görülür bir fayda alınmasına imkân sunmaktadır.

Kuru fırçalama uygulaması cildin alt tabakasını uyararak kan akışını hızlandırmaktadır. Bu işlem cilt yüzeyinde oluşabilecek çatlak görüntüsünün giderilmesine ve cildin daha parlak görünmesine yardımcı olmaktadır. Kuru fırçalama işleminin faydalarının gözle görülür bir şekilde olabilmesi için düzenli kullanım oldukça büyük bir öneme sahiptir. Duş sonrasında tamamen kuru cilde uygulanması tavsiye edilmektedir. Uygulama sırasında uçucu yağlar ile destekleme yapılması cilt kusurlarının oldukça kısa sürede ortadan kaldırılabilmesine yardımcı olmaktadır. Yağlar ile kullanılması halinde kuru fırçalama işleminin süresinin arttırılması tavsiye edilmektedir. Haftada yalnızca bir kez uçucu yağ ile kullanılması dahi ciddi bir sonuç elde edilmesine imkân sunmaktadır.

Kuru Fırçalama İşlemi Nasıl Yapılır?

Uygulama sırasında cildin tamamen kuru olması oldukça önemli bir detaydır. Adından da anlaşıldığı üzere kuru fırçalama işlemi kuru cilt yüzeyine uygulandığında etkisini göstermektedir. Haftanın her günü kullanılan bilen kuru fırçalama işleminin herhangi bir sakıncası bulunmamaktadır. Vücut bakımına önem veren kişilerin bakım rutinine eklediği bu işlem sırasında uçucu yağlar kullanılması da mümkündür. Herhangi bir doğal içerikli uçucu yağın el ile vücuda yedirilmesi ardından kuru fırçalama işlemine geçilebilmektedir.

Haftada 4 gün dahi kullanılması kolayca etki alınmasına yardımcı olmaktadır. İlk kullanımdan itibaren cilt yüzeyinde ki pürüzsüzlük kolayca fark edilebilmektedir. Kuru fırçalama işlemini en az iki dakika boyunca yapmak gereklidir. Bu süre kişinin tercihine göre uzatılabilir. Uçucu yağlar ile birlikte fırçalama işlemi yaptıktan sonra fırçanın ıslak kalmadığından ve kuruduğundan emin olunması oldukça önemli bir detaydır.

Kuru Fırçalama İşlemi sırasında Dikkat Edilmesi Gerekenler

Kuru fırçalama işlemi sırasında dikkat edilmesi gerekilen önemli unsurlar mevcuttur. Bunlardan ilki fırçalama işlemi sırasında fırçanın kullanım şeklidir. Fırçanın sert kullanımından kaçınılması gereklidir. Etkisinin daha iyi olacağı düşüncesi ile fırçayı bastırmak oldukça yanlıştır. Hafif ve dairesel hareketler ile fırçanın cilt üzerinde gezdirilmesi gereklidir. Aşağıdan yukarıya doğru yapılan kuru fırçalama işlemi en az iki dakika sürmelidir. Bu süre kişiye göre arttırılabilmektedir. İşlem sırasında fırçanın bastırılmaması ve nazik hareketler ile uygulama yapılması oldukça önemlidir. Kuru fırçalama işleminin birbirinden farklı birçok faydası bulunmaktadır. Cilt yüzeyinde ki kırışıklıkların giderilmesine ve aynı zamanda cildin daha genç görünebilmesine olanak sağlamaktadır.

Kuru Fırçalama İşleminin Faydaları Neler?

Cildin ölü deriden arınmasını sağlar;

Cildin üst tabakasında bulunan ölü deri cildin kuru ve cansız görünmesine neden olmaktadır. Özellikle bacaklarda görülen pullanma ve kuruluk durumu ölü deri ile alakalıdır. Bu durumun ortadan kaldırılabilmesi için kuru fırçalamaya özen gösterilmesi tavsiye edilmektedir. Kuru fırçalama işlemi sırasında kıllar cilt yüzeyinde biriken ölü derinin temizlenmesine olanak sağlar. Ölü deriden arındırılan cilt çok daha sağlıklı ve pürüzsüz görünmesine yardımcı olmaktadır.

Gözenekleri temizler;

Cilt yüzeyinde birçok farklı sebebe bağlı olarak gözeneklerde kir birikmektedir. Bu kir birikimi siyah noktaya sebep olmaktadır. Özellikle vücutta oluşan pütürleşme durumu kir birikimi ile alakalı bir durumdur. Bu olumsuz durumla karşılaşılmaması için kuru fırçalamanın önemi oldukça fazladır. Kuru fırçalama sırasında gözeneklerde biriken kir temizlenmektedir.

Kan dolaşımını arttırır;

Cilt yüzeyinde ki kan dolaşımını hızlandırdığı bilinen kuru fırçalama işlemi cildin genç görünmesine olanak sağlamaktadır. Düzenli kullanımda cilt yüzeyinde görülen yaşlanma belirtilerini geciktirdiği bilinmektedir. Kan dolaşımının hızlanması selülit oluşumunun da önüne geçmektedir.

Stresi azaltmaktadır;

Kuru fırçalama işleminin bilinen en etkili faydalarından bir diğeri ise stresi azaltıcı özelliğidir. Stres azaltmada oldukça etkili olduğu bilinen bu işlem kişinin kendine vakit ayırmasına olanak sağlamaktadır. Sessiz bir ortamda birkaç dakika ayrılarak yapılan kuru fırçalama vücuttaki toksinlerin atılmasına ve enerjinin yükselmesine yardımcı olmaktadır. Bu durum kişinin üzerinde biriken negatif enerjinin yok olmasına ve buna bağlı stresin azalmasına yardımcı olmaktadır. Bu işleme yalnızca birkaç dakika dahi ayrılması etkilerin kolayca görülmesi için önemlidir.

Lenfatik sistemi desteklemektedir;

Lenfatik sistem bağışıklık sisteminin güçlendirilmesinde oldukça etkili bir unsurdur. Kuru fırçalama işlemi sırasında vücutta biriken toksinlerin azaltılmasına olanak sağladığından lenfatik sistem için önemli bir görev üstlenmektedir. Lenfatik sistemin uyarılması ve bağışıklık sisteminin güçlendirilebilmesi için kuru fırçalama işleminin düzenli olarak yapılması tavsiye edilmektedir.

Yüz yağlanması neden olur, nasıl geçer evde? Doğal

Bakımlı ve sağlıklı bir cilde sahip olma görünümünü engelleyen yüz yağlanması özellikle kadınların yaşamış olduğu önemli problemlerden biridir. Bazı kişilerde tüm yüzde görülen yağlanma bazı kişilerde yalnızca T bölgesi olarak adlandırılan burun ve alın kısmında görülür. Yüz yağlanmasıyla karşı karşıya kalan kişilere özel hazırladığımız yazımızda bu problemin nedenlerini ve çözüm yollarını detaylı olarak aktaracağız. Bu sayede evde uygulayacağınız pratik yöntemler ile yüz yağlanmasına çözüm bulabileceksiniz.

Yüz Yağlanması Nedir? Yüz Yağlanması Neden Olur?

Yüz yağlanması nedir sorusu ile günümüzde çok sık karşılaşılmaktadır. Herkesin cilt yapısı ve cildinin nem dengesi farklıdır. Cildin üretmiş olduğu yağ dengesine göre cilt tipi belirlenmektedir. Erkeklerde de görülen yüz yağlanmasının özellikle kadınların yaşadığı bir sorun olduğunu söylemek yanlış olmaz. Yağlı cilt yapısına sahip olan kişilerin yüzlerinde yağlı ve buna bağlı parlak bir görünüm ortaya çıkmaktadır.

Tedavi edilmeyen yüz yağlanması, gözeneklerin tıkanarak genişlemesine neden olmaktadır. Bu durum zamanla ölü deri birikimini de meydana getirmektedir. Birbirini tetikleyen etkenler ile yağlı yüzlerde akne ve sivilce de görülmektedir. Doğal yöntemlerle kurtulabileceğiniz yüz yağlanmasının nedenleri şunlardır:

1- Kişinin Yaşamış Olduğu Çevre Koşulları

Olumsuz çevre koşulları nedeniyle cilt yıpranarak yağlanmaktadır. Özellikle sıcak iklime sahip yerlerde yaşayan kişilerde yüz yağlanması daha sık görülmektedir. Sıcak hava cilt ve yağ dengesini olumsuz etkilemektedir. Yağlanma nedeni ile gözenekler kirlerle tıkanarak yağ salgısının çıkması engellemektedir. Bu da zamanla sivilce oluşumuna neden olmaktadır.

 2- Aileden gelen kalıtım özellikleri

Genetik yapı olarak da adlandırılan kalıtım özellikleri yüz yağlanmasının nedenleri arasında ilk sıralarda yer almaktadır. Sahip olunan genetik özellikler cilt yapısının yağlı, kuru ya da karma olmasının en büyük etkenlerinden biridir. Yağlı cilt yapısına sahip olan kişiler, yaşam tarzlarını buna göre şekillendirmelidirler.

 3- Hormonal değişiklikler

Özellikle ergenlik döneminde yüz yağlanmasının görülmesinin temel nedeni hormonal değişikliklerdir. Ergenlik döneminde yaşanan fiziksel ve duygusal değişikliklere hormonal değişiklikler de eklenerek cilt dengesinin bozulmasına ve yağlanmasına neden olmaktadır. 13 – 14 yaş evresinde görülen bu durum oldukça normaldir.

4- Dengesiz ve sağlıksız beslenme

Yüz yağlanması nedenleri arasında yer alan dengesiz ve sağlıksız beslenme son derece önemlidir. Beslenme şekli birçok şeyi etkilediği gibi cilt yapısını da etkilemektedir. Sağlıksız yağların ve fast – food tüketimi cilt yapısının yağlanmasının en önemli nedenleri arasındadır. Bu nedenle yağlı gıdalardan uzak durmanın yanında sağlıklı beslenmek gerekmektedir.

5- Kişisel Temizlik Alışkanlığı

Yüz yağlanmasına bağlı sıkıntıları yaşamak istemeyen kişilerin kişisel cilt temizliğini aksatmaması gerekmektedir. Özellikle makyajı silmeden uyumak, cildin nem dengesini koruyacak ürünler yerine yanlış bakım ürünleri kullanmak ve kişisel temizliğini yapmamak yüz yağlanmasının başlıca nedenleri arasında yer almaktadır.

6- Stres

Birçok soruna neden olan stres, kişilerde yüz yağlanması sorununa da neden olmaktadır. Cildin ve derinin ciddi bir şekilde kasılmasına neden olan stres, cilt dengesini de bozmaktadır. Bozulan cilt dengesi etkisi ile kişinin yüzü yağlanarak parlamaktadır.

Sabah Uyanınca Yüz Yağlanması

Çeşitli nedenlere bağlı olarak görülen yüz yağlanması sabah uyanınca daha da belirginleşmektedir. Her an nefes alabilen bir özelliğe sahip olan cilt yapısı kendini sürekli yenileme çabasındadır. Buna bağlı olarak günün bazı zamanlarında cilt yağlanması daha sık görülmektedir. Özellikle sabah uyanınca yüz yağlanması ile karşı karşıya kalan kişiler için bu durum can sıkıcı hale gelmektedir. Buna bağlı olarak ‘’ Sabah uyanınca yüzüm neden yağlı oluyor? ‘’ sorusunun cevabını arayan kişi sayısı da her geçen gün artmaktadır.

Cildin nefes alması özelliği, sabahları cilt yağlanmasının temel nedenlerinden biridir. Uykuya geçmeden önce cildini gerektiği gibi temizlemeyen kişilerde bu durum daha sık görülmektedir. Buna bağlı olarak düzenli cilt bakımı yapan kişiler, sabahları daha canlı ve kuru bir ciltle uyanmaktadır. Sizlerde cilt bakımınıza bazı püf noktalarla önem vererek sabahları yağsız bir ciltle güne merhaba diyebilirsiniz.

Yüzde Deri Altı Yağlanması Nasıl Gider?

Yüzde deri altı yağlanması pürüzsüz bir cilde sahip olmayı engellemektedir. Çene ve göz çevresinde yoğun olarak görülen yağ bezeleri sağlık açısından risk oluşturmasa da, kişilerin estetik görünümünü olumsuz olarak etkilemektedir. Çeşitli nedenlerle ortaya çıkan deri altı yağlanmasından kurtulmak mümkündür. Genelde yağlı cilt yapısına sahip olan kişilerde görülen yüzde deri altı yağlanması, dış görünümü etkileyen önemli bir durumdur. Metabolizmanın yakmakta zorlandığı fazla yağların dışa bir yansıması olarak adlandırılan deri altı yağlanması, gereksiz yağ tüketimi yapıldığının da önemli bir göstergesidir.

Son dönemlerde yüzde deri altı yağlanması nasıl gider diye araştırma yapan kişilerin sayısı artmaktadır. Bu yağ bezelerinin bazıları kendiliğinden kaybolmaktadır. Ancak bazı kişilerde bu durumun tedavi edilmesi gerekmektedir. Yüzünde deri altı yağlanması sorunu yaşayan kişiler cilt temizliğine ve bakımına çok dikkat etmelidirler. Cildini düzenli olarak temizleyen ve cilde en uygun ürünleri kullanan kişilerde deri altı yağlanması görülmemektedir.

Deri altı yağlanmasının ne durumda olduğu cinsiyete, kişinin yaşına ve cilt yapısına göre değişmektedir. Yağlı cilde sahip olan kişilerin güneşe çok fazla maruz kalmamaları ve güneş kremi kullanmaları önerilmektedir. Tüm önlemlere rağmen yüzde deri altı yağlanmasını gideremeyen kişilerin dermatologlara başvurmaları tavsiye edilmektedir.

Yüz Yağlanması Nasıl Geçer? Evde Doğal Yöntemler

Yüz yağlanmasını önlemenin en kolay yolu, aksatmadan cilt temizliğinin ve bakımının yapılmasıdır. Cilt türüne uygun olarak kullanılan ürünlerin yanında evde doğal yöntemler ile yüz yağlanmasından kurtulabilirsiniz. Peki, yüz yağlanması nasıl geçer? Evde doğal yöntemler nelerdir? Aşağıda verilen pratik bilgiler ile sizlerde bu soruna elveda diyebilirsiniz.

Ballı Limon Maskesi: Önemli maskelerden biri olan ballı limon maskesini bu ürünlere alerjisi olan kişilerin uygulamaması önerilmektedir. Bir tatlı kaşığı bal içerisine bir tatlı kaşığı limon suyu ve az miktarda süt ekleyerek maskenizi hazırlayabilirsiniz. Maskeyi cildinize sürdükten 15 dakika sonra yüzünüzü bol su ile yıkayarak temizlemelisiniz. Asidik yapıya sahip olan ürünlerden oluşan bu maske haftada bir kere uygulanmalıdır.

Buğday Kepeği Maskesi: Birçok cilt bakım ürününde kullanılan buğday kepeğinin yüz yağlanmasında da etkili olduğu bilinmektedir. Dört tatlı kaşığı suya ekleyeceğiniz iki tatlı kaşığı buğday kepeği ile maskeniz hazır. Bu maske sayesinde yüzünüz fazla yağlardan arınarak genç bir görünüme sahip olmanızı sağlamaktadır.

Papatya Maskesi: Özellikle erkek yüz yağlanması için önerilen papatya maskesini hazırlamak oldukça kolaydır. Üç bardak kaynamış su içerisine bir kaşık eklenen papatya ile hazır hale gelen suyu pamuk yardımı ile cildinize sürebilirsiniz. Bu sayede yağlardan arınırken cilt temizliğinize yapmış olursunuz.

Yüz Yağlanmasına Ne İyi Gelir?

Yüz yağlanmasına ne iyi gelir sorusu özellikle yağlı bir yüze sahip olan kişiler için önem teşkil etmektedir. Cilt temizliği bu noktada çok önemlidir. Ancak bunun dışında yüz yağlanmasına iyi gelen önemli noktalar şunlardır:

  • Cilt günde en az iki kez yıkanmalıdır.
  • Temizlenen cilde tonik kullanılmalıdır.
  • Uyumadan önce makyaj temizlenmelidir.
  • Jel kıvamında olan temizleyiciler tercih edilmelidir.
  • Yağlı besinlerden uzak durulmalıdır.
  • Cilt ölçülü olarak nemlendirilmelidir.
  • Sabah uyanır uyanmaz cilt soğuk su ile yıkanmalıdır.
  • pH değeri düşük olan sabunlar tercih edilmelidir.
  • Derinlemesine temizlik yapan maskeler kullanılmalıdır.
  • Yağ içermeyen ve cilt tipine uygun güneş kremleri kullanılmalıdır.
  • Bol su içmeye önem verilmelidir.

Yüz Yağlanması İçin Krem

Yağlı cilt türüne sahip olan kişilerin yaz – kış ayırt etmeden krem kullanması önerilmektedir. Çeşitli etkenlerle meydana gelen yüz yağlanması için krem son derece önemlidir. Kullanılan doğru kremler sayesinde yüzünüz fazla yağlardan arınarak sağlıklı bir görünüme kavuşacaktır.

Cilt tipine bağlı olmaksızın herkesin yüzünü düzenli olarak nemlendirmesi gerekmektedir. Yağlı bir yüze sahip olan kişiler, ciltlerinin daha fazla yağlanacağını düşünerek nemlendirici kremlerden uzak durmaktadırlar. Ancak bu son derece yanlıştır. Her cildin nemlendirilmeye ihtiyacı vardır. Bu noktada doğru kremlerin tercih edilmesi gerekmektedir. Sizlerde kremlerin içeriğini detaylı bir şekilde inceleyerek, cildiniz için en doğru kremi kullanmalısınız. Bu sayede yağlı yüz görünümünden kurtulabilirsiniz.

Sırtta sivilce neden çıkar, neyin belirtisi, nasıl geçer?

Sivilce ergenlikten yetişkinliğe kadar pek çok kişinin sorunu olmuştur. Çoğunlukla yüzde çıkan sivilceler bazı kişilerin sırt bölgesinde de görülebilir. Peki bunun sebebi nedir, neden olur ? İşte tüm cevapları…

Sırtta Sivilce Neden Çıkar?

Sırtta sivilce neyin belirtisi diye merak edenlere açıklayalım. Sırtta çıkan sivilcelerin en büyük sebebi vücudun yağlanmasıdır. Ayrıca vücuttaki ölü hücreler, bakteriler ile birleştiğinde gözeneklerin tıkanmasına yol açar. Bu da sırt bölgesinde sivilce oluşumuna neden olur.

Karaciğer yağlanması, sağlıksız beslenme, yağlı besinleri sık tüketmek, hormon ve strese bağlı olarak sırtta sivilce çıkmasına neden olmaktadır. Son olarak sık ve dar giyinmek de buna yol açmaktadır.

Sırtta Sivilce Neyin Belirtisi?

Eğer sırtınızda sivilce oluşumu başladıysa bunu kesinlikle önemsemelisiniz. Bu sivilceler bazı kistlerin habercisi olabilir. Eğer böyle bir durum yaşamaktaysanız bunu bir uzman tarafından kontrol edilmelidir.

Ayrıca geçmeyen sırt sivilceleri insülin direncinizin arttığının da habercisi olabilir. Eğer ergenlik sürecini geçirmiş ancak sivilcelerinizden hala kurtulamadıysanız bu sorunu dikkate almalısınız.

Sırttaki Sivilce Lekeleri Nasıl Geçer?

1- En önemlisi iyi bir cilt bakımı;

Sırttaki sivilce oluşumu iyi bir cilt bakımı yapmadığınızın göstergesidir. İlk olarak düzenli duş almak cildiniz için iyi bir adım olabilir. Alınan duş cildinizdeki ölü hücre ve kirden kurtulmanızı sağlayacaktır. Duş sırasında iyi ve hafif bir temizleyici kullanabilirsiniz.

Haftada bir ölü hücreden kurtulmak için sırt çevrenize fırçalama yöntemini uygulayabilirsiniz. Kullandığınız ürünlere dikkat edin, yağ bazlı ürünleri kullanmaktan kaçının.

2- Elma sirkesi;

Elma sirkesinin içindeki laktik asit ve malik asit sivilceden kurtulmak için iyi bir yöntem olabilir. 1/3 oranındaki organik elma sirkesini su ile karıştırın. Sivilceli bölgeye uygulayın. Haftada 3 ila 5 kez tekrar edin.

3- Limon;

Limonda sirke gibi sırtınızdaki sivilceye iyi gelebilicek bir diğer yöntemdir. Limonun içinde bulunan asit sayesinde ölü hücrelerden kurtulur gözenekleri açar ve sırtta oluşabilecek bakterilerden kurtulmaya fayda sağlar.

Ancak uyarmamız gerekli ki bunlara alerjiniz olma riskine karşın doktorunuz danışmak fayda sağlayabilir.

Parke gıcırtısı neden olur, parke gıcırtısı nasıl geçer?

Parkeler bir evin görüntüsüne şıklık katan aksesuarlar arasında yer almaktadır. Fakat evlerine yeni parke döşemesi yaptıran kişilerin muzdarip olduğu konulardan bir tanesi parkelerin gıcırtı yapıyor olmasıdır. Bu yüzden laminat parke gıcırtısı nasıl geçer? sorusu merak konusu olmaktadır. Evlerine ilk defa parke taktıran kişiler yürürken yeni taktırdıkları parkeler gıcırtı yapmaktadır. Bu durumlar ise bazı zaman insanların hoşuna gitmemekte ve sinir bozucu olmaktadır.

Böyle durumlarda yapılması gereken bazı kolay yöntemler, sizlerin eski parke gıcırtılarından kurtulmanızı sağlayacaktır. Yazımızı dikkatli şekilde baştan sonuna kadar okumanız size çok fayda sağlayacak ve evinize usta çağırmadan, parke gıcırtısından kurtulmuş olacaksınız. Evinize usta çağırmadığınız gibi, ekstra ücret vermekten de kurtulacaksınız.

Parke Gıcırtılarını Önleme Yöntemleri Nelerdir?

Evin içerisinde bulunan kapıların gıcırtı yapması nasıl sinirinizi bozuyorsa, aynı sinir bozucu ses yeni yaptırmış olduğunuz parkelerden de çıkmakta ve hoşunuza gitmeyen bir ses ile karşı karşıya gelmektesiniz. Bu tür seslere karşı hassas olan kişilerin ise yapması gereken tek şey, bir an önce bu sinir bozucu sesten kurtulmak olacaktır. Parke gıcırtılarını önleme yöntemleri son derece kolaydır ve yapacağınız bir kaç basit işlem sonrasında, gıcırtı yapan parke sesi kesilmiş olacaktır.

Gıcırtı yapan parkeler için en iyi yöntemler şunlardır.

  • Evinize yeni yaptırdığınız laminant parkelerin gıcırtı yapması durumunda, bebek pudrası ile bu gıcırtının gitmesini sağlayabilirsiniz. Oldukça basit bir yöntem olan bebek pudrası, aynı zamanda maliyeti son derece düşük olan bir yöntemdir.
  • Parke üzerinde yürüdüğünüz zaman, parkenin neresinden ses geliyorsa o yeri tespit etmeniz ve sonrasında bebek pudrasını gıcırtı yapan yere bol miktarda dökmeniz yeterli olacaktır. Bu şekilde kısa sürede gıcırtı sesinden kurtulmuş olacaksınız.
  • Bebek pudrasını kullanırken yapmanız gereken önemli bir husus, parkelerin bağlantı yerlerine bebek pudrasını iyice dökmeniz ve parkelerin içerisine pudranın iyi şekilde gitmesini sağlamanızdır.

Bağlantı yerlerine iyice gitmeyen bebek pudrası, gıcırdamayı önlemeyecektir. Bu yüzden pudrayı iyi bir şekilde bağlantı yerlerinin olduğu yere dökmeniz gerekmektedir.

Son derece basit bir parke gıcırtı giderme yöntemi olan bebek pudrası, herkesin evinde uygulayabileceği yöntemdir ve bilmesi gerekmektedir. En ufak problemler için evinize bu şekilde usta çağırmamış olacak ve cebinizden ücret gitmemiş olacaktır.

Parke Gıcırtısı Neden Olur?

Parkelerin gıcırtı yapması sadece yeni takılan parkeler için değil, aynı zamanda uzun zaman kullanılmış parkeleriniz içinde geçerli olmaktadır. Parke gıcırtısının nedenleri arasında yer alan bir kaç tane neden, bu sinir bozucu sesin çıkmasına sebebiyet vermektedir.

Parke gıcırtı yapma nedenleri ise şu şekilde olmaktadır.

  • Uzun yıllardır kullandığınız parkeleriniz zamanla esneme yapar. Bu esneme sonrasında ise parkelerinizin üzerinde yürürken gıcırdama sesi ortaya çıkar.
  • Parke gıcırtısının diğer bir nedeni ise, yeni takılan parkelerin zemininin düz olmamasıdır. Eğer evinize yeni parke montajı yaptırdığı iseniz ve yapan usta düz zemin üzerine parkeyi döşemediği ise, bu durum parke üzerinde yürürken gıcırdama olmasına neden olur.
  • Diğer bir parke gıcırdama nedeni ise, hatalı şekilde parkelerin birbirlerine yapıştırılmış olmasıdır. İşçiliği kötü olan parke montajı, ortaya gıcırdama sesi çıkmasına neden olur.
  • Diğer bir neden ise parke aralarının kaynak yerlerinin, hatalı şekilde yapılmasıdır. Parke aralarında montaj sonrası boşluk kalması, gıcırdamanın meydana gelmesine neden olur ve yürürken yeni parkeleriniz gıcırdama yapar.

Parkelerinizin gıcırdama nedenleri sadece bunlar ile sınırlı değildir. Aynı zamanda parkelerin rutubet yapması, son derece kalitesiz parke kullanımı ve parkelerin kuru şekilde kalması da gıcırdama nedenleri arasında yer alacaktır.

Aşırı sıcaklardan dolayı ısınan parkelerde zamanla gıcırdama yapar ve bu durum size olumsuz şekilde yansır. Bu yüzden parke montajını işinin ehli olan ustalara yaptırmak, son derece önemlidir. Kaliteli laminant parke kullanımı ve iyi yapılan işçilik, hiç bir şekilde parkelerinizin gıcırdama sorunlarının ortaya çıkmasına neden olmaz.

Çocuklarda ateş kaç gün sürer, ne yapılmalı, nasıl düşer?

Ateşlenme çocuklarda büyüklere nazaran daha tehlikeli olan bir durumdur. Çocukların rahatsızlıklarını söyleyememesi ise, bu durumu daha da zor hale getiriyor. Anne ve babalar ise ateşlenen çocuklarının ateşini düşürmek için, çeşitli yollara başvuruyorlar. Annelerin merak ettiği konuların başında ise, çocuklarda ateş kaç gün sürer? sorusu oluyor.

Çocuklarda yaşanan ateşlenme sebebiyle çok fazla endişe yaşayan anneler, gerekli tedbirleri aldıktan sonra çocuklarını doktora götürmek zorunda kalıyorlar. Ateş anında ise yapılması gereken bazı yöntemler, doktora gitmeden önce çocuğun ateşinin bir nebze de olsa düşmesini sağlayacak ve bu durum çocuğunuza az da olsa huzur verecektir. Ateşin uzun sürmesi durumunda ise hiç vakit kaybetmeden, uzman hekime çocuğunuzu göstermeniz gerekiyor.

Çocukların Ateşi Normalde Kaç Gün Sürer?

Bazı nedenlerden dolayı ateşlenen çocuğunuzun ateşi belli bir süre devam eder ve gerekli ilaç takviyesi ile ateşi düşer. Fakat bazı zamanlar ise çocukların ateşi normalin dışında olayların gelişmesi sonucunda, uzun sürer. Bu durum çocuğun ateşinin düşme zamanını geciktirir. Ateşin neden olduğu sebepler eğer enfeksiyona bağlı olursa, bu süre 2 ile 3 gün arasında devam eder. Vücuttaki enfeksiyonun gitmesi sonucunda ateşte azalma olur ve kısa sürede çocuğun ateşi düşer. Mutlaka çocuğunuzu götürdüğünüz doktorun sizlere tavsiye ettiği şeylere uyunuz ve düzenli olarak ilaçlarını veriniz. Bu şekilde enfeksiyonun tekrar nüksetmesini önlemiş olacak ve çocuğunuzun tekrar ateşlenmesini önleyeceksiniz.

Çocukların Ateş Nasıl Düşürülür?

Çocukların ateş nasıl düşürülür? sorusunu merak eden ebeveyinler, doktora gitmeden önlemlerini alarak ve bu şekilde çocuklarının havale geçirmelerini önlemiş olurlar.

Çocuklarda ateşin düşmesi için şunları yapmak gerekir;

  • Grip nedeni ile ateşlenen çocuğunuzun ateşini, doktor hekimini vereceği antibiyotik ile düşürmüş olursunuz.
  • Aynı zamanda ateş düşürücü şurubu evinizde bulundurmanız, çocuğunuzun ateşinin kısa süre içerisinde düşmesini sağlayacaktır.
  • Çocuğunuzun koltuk altına ve alnına sirkeli soğuk su koymak, bir nebze olsun ateşinin düşmesini sağlar.

Bu süreç sonrasında ise ateşi devam eden çocuğunuzu acil bölümüne getirebilir ve tedavi ettirebilirsiniz.

Bebeklerin Ateşi Kaç Olmalıdır?

Belli bir yaşa gelmiş çocuklar ile bebeklerin ateşi normal olarak aynı değildir. Normalin dışında vücut ısısına sahip olan bebeklerin vakit kaybedilmeden doktora götürülmesi gerekir. 0 ile 1 yaşındaki bebeklerin vücut ısısının normalde 36 ile 37 derece olması gerekir. Daha yüksek olması halinde uzman doktora götürülmesi gereklidir.

Geniz akıntısı nedir ve nasıl tedavi edilir?

Geniz akıntısı her yaştan insanlarda sıklıkla görülebilen bir rahatsızlıktır. Bu rahatsızlığın bir parçası olan mukus yeterli miktarda üretildiğinde sağlığa yararlıdır. Örneğin; Mukus sayesinde burun zarları temizlenir, yabancı cisimler atılır ve hava nemlenir. Ancak fazla üretilen mukus boğaz ve burun arkasında birikmeye başlar ve geniz akıntısı gerçekleşir.

Islak ve kalın bir madde olan mukus, boğaz, burun, bağırsak ve mide bezleri tarafından üretilir. Normal seviyede üretilen mukus hissedilmezken geniz akıntısına dönüşen mukuslar hissedilir. Bu madde boğazda biriktiği gibi fazlası burun deliklerinden çıkarak, burun akıntısına neden olur.

Geniz Akıntısı Neden Olur?

Geniz akıntısı neden olur sorusunun cevabı, akıntıyı tetikleyen nedenlerde saklı. Alerjik tepkimeler başta olmak üzere, sinüs enfeksiyonları, gebelik, bazı ilaçların yan etkileri, rinit, grip ve soğuk algınlığı gibi nedenler sıralanır.

Parfüm, temizlik ürünleri, tansiyon ilaçları, KOAH, sigara kullanımı, burunda sıkışan cisimler, doğum kontrol hapları da aşırı mukus üretimine neden olur.

Geniz Akıntısı Belirtileri Neler?

Özellikle geceleri artan öksürük nöbetleri, geniz akıntısı belirtileri neler sorusunun ilk cevabıdır. Hasta sürekli boğazımı temizleme ihtiyacı hisseder. Üretilen fazla mukus sesin boğuklaşmasına neden olur.

Kimi hastalarda yoğun mukustan dolayı kulaktaki östaki borusu tıkanır. Bunun sonucunda hastalarda orta kulak enfeksiyonu görülür. Mide bulantısı, nefes almakta zorlanma, ağız kokusu ve hırıltı en sık geniz akıntısı belirtileri arasındadır. Sürekli balgam çıkarma isteği kişinin günlük hayat kalitesini olumsuz yönde etkiler.

Geniz Akıntısı Tanısı

Fiziksel muayyenin öncesinde hastanın tıbbi geçmişi öğrenilir. Boğaz ve burun detaylıca incelenir. Alerjik tepkimelerden dolayı kaynaklanan akıntılar için (saman nezlesi) alerji testi yapılır. Her iki incelemede teşhis koyulamadığı durumlarda tam kan sayımı, akciğer röntgeni, göğüs röntgeni gibi yöntemler, geniz akıntısı tanısı için başvurulan uygulamalardır.

Sinüsler daha ayrıntılı incelenmek istenirse CT taraması yapılır. Tüm bu yöntemle ile sonuç alınamadığı takdirde KBB uzmanı tarafından burun endoskopisi yapılır.

Geniz Akıntısı Nasıl Tedavi Edilir? Ev Tipi Tedavi Reçeteleri

Yoğun ve kalın üretilen mukus için ilgili doktor hastaya antibiyotik, öksürük şurubu ve burun spreyi reçeteler. Ancak geçmek bilmeyen geniz akıntısı için endoskopik sinüzit ameliyatı tercih edilir. Bu sayede salgı akışı kontrol altına alınır.

Geniz akıntısı için daha çok ev tipi reçetelere başvurulur. Bu yöntemlerle birlikte incelir, kurur ve zamanla üretimi kontrol altına alınır. İşte ev tipi reçeteler:

Tuzlu burun spreyi

Bir bardak suya bir tatlı kaşığı öğütülmüş kaya tuzu ilave edilir. İyice karıştırılarak cam bir spreye boşaltılır. Tuz yerine karbonatta kullanılabilir. Hazırlanan sprey burun içine sıkılarak, burun içinin nemlendirilmesi sağlanır. Böylelikle boşluklarda biriken mukus birkaç gün içinde incelir.

Limon ve bal

Bir bardak ılık suya yarım limon suyu ve 1 tatlı kaşığı bal karıştırılarak, tüketilir. Karışım sayesinde geniz akıntısı durur ve tahriş olan boğaz rahatlar.

Bol su ve sıvı içecekler tüketimi

Mukus, yutak bölgesinde takılı kalarak hastaya rahatsızlık verir. Midede parçalanmak üzere gönderilmesi gereken mukusa yardımcı olmak için günde en az 8 bardak su içilir. Bunun yanı sıra bitkisel çaylar, meyve suları gibi sıvı içeceklerden de faydalanılır. Yeterli tüketilmiş sıvı miktarı boğazda takılı nesne hissiyatını yok eder.

Süt, kızartma ve baharatlardan kaçının

Bu süreçte süt içmek mukusun kalınlaşmasına ve üretilmesine sebep olur. Bu nedenle süt, kızartma ve baharatlardan uzak durulmalıdır.

Gargara

Bir bardak suyun içine atılan bir tatlı kaşığı tuz ile günde 3 öğün gargara yapılır. Tuzlu su gargarası akıntının giderilmesine ve bölgenin temizlenmesine yardımcı olur.

Elma sirkesi ve üzüm suyu

Üzüm suyu ve zencefil çayı geniz akıntısına etkili çözüm sunan alternatifler arasındadır. Ayrıca günlük olarak tüketilen suya elma sirkesi eklemek, mukusun temizlenmesi açısından faydalıdır.

Günlük çorba tüketmek ve ortamı nemlendirmek

Mukusu inceltmek ve burun içini nemlendirmek için özellikle tavuk suyundan yapılan çorba önerilir. Çorbanın dışında bulunan ortamın kuru olmamasına dikkat edilir. Gerekirse evde havalandırma boşluğu açılır.

Buhar banyosu

Geniz akıntısı için ev tipi reçetelerden biri olan buhar banyosu, ortamın sıcak olması ile mukusun seyrelmesini ve atılmasını kolaylaştırır. Suyun içine zencefil atılması halinde biriken mukusun temizlenmesi hızlanır.

Prof. Dr. İbrahim Saraçoğlu’ndan Geniz Akıntısı Kürü

Prof. Dr. İbrahim Saraçoğlu katıldığı birçok televizyon programlarında ve yazılarında geniz akıntısı için adaçayı gargarasını önerir.

Malzemeler:

  • 1 bardak kaynar su
  • 1 çorba kaşığı adaçayı

Yapılışı ve Uygulama:

Bir bardak kaynar suyun içine bir çorba kaşığı adaçayı atılarak, demlenmesi beklenir. Yaklaşık 10 dakika sonra çay süzdürülür ve cam bir şişeye boşaltılır. 48 saat boyunca kullanılabilen bu gargara ile günde 3 defa gargara yapılır. Gargaranın yanı sıra günde 1 bardak adaçayı içmeyi de öneren Saraçoğlu, kürün etkili olabilmesi için 1 ay boyunca uygulanmasını tavsiye eder.

İdrarda kanama (hematüri) neden olur, nasıl tedavi edilir?

Hematüri idrarda rastlanılan kandır. Mikroskopla incelenen kanın teşhisine göre hastanın tedavisi şekillenir. Yani idrarda kanama hastalığın kendisi olmayıp tanısı koyulacak hastalığın belirtisidir. Peki, idrarda kanama (hematürü) nedir? Haberimizin devamında yanıtını bulabilirsiniz.

İdrarda Kanama (Hematüri) Nedir?

Mikroskopik hematüri adı verilen idrar kanaması mikroskop incelemelerinde kolaylıkla teşhis edilir. İdrarda kanamanın ikinci tipi ise makroskopik hematüridir. Bu kanamada daha fazla kan hücreleri görülür. İdrarın rengi kahverengi, çay rengi, pembe veya yoğun kırmızı renktedir.

İdrarda kanama nedenleri arasında idrar yolu enfeksiyonu,prostat kanseri veya iltihabı,böbrek hastalıkları,idrar yolunda taş ve mesane kanseri olarak sıralanır. İdrarda kanama neden olur sorusuna ayrıntılı cevabı yazımızın devamında bulabilirsiniz.

İdrarda Kanama Neden Olur?

Kan hücrelerinin idrara sızması olarak bilinen hematüri, ciddiye alınması gereken ve erken müdahale edilmesi gereken bir hastalığın belirtisidir. İşte o sızıntının nedenleri:

İdrar yolu iltihabı

Mesanede biriken ve üreyen bakteriler idrar yolu iltihabına neden olur. Bu durum idrarı yaparken ağrıya ve yanmaya yol açar. Sürekli idrara çıkma isteğinin yanı sıra idrarda kanama yapar.

Böbrek hastalıkları

En yaygın böbrek hastalıkları arasında iltihaplanma yer alır. Bakteriler böbrekleri ele geçirdiğinde mesane rahatsızlıklarına yol açar. İltihaplanan böbreklerde hastada ağrı ve yüksek ateş görülür.

Böbreklerde taş

İdrara yerleşmiş mineraller zamanla kristalize olarak sertleşir. İdrardan dışarı çıkmaya çalışan bu taşların bir kısmı idrar yolunda tıkanır. Bu durum kasık ağrısına yol açarak, idrardan kan gelmesine neden olur.

Prostat büyümesi

Prostat büyümesi olan hastalarda sıklıkla idrara çıkma ve idrarda kanama görülür.

Genetik bozukluklar

Genetik bozukluklar arasında olan hemoglobin (kırmızı kan hücrelerinde kusur) idrarda kanamaya neden olur.

Kanser

Prostat, mesane ve böbrek kanseri olan hastalarda hematüri yaygındır.

İlaçların yan etkisi

Kimi kanser ilaçlarının yan etkileri idrarda kanamaya neden olabilir.

Hematüri Teşhisi ve Tedavisi

Hastanın tıbbi geçmişi dinlendikten sonra fiziki muayene yapılır. İdrar yolu ultrasonografisi, manyetik rezonans görüntüleme, bilgisayarlı tomografi, kan testleri ilgili doktor tarafından istenir. Kimi durumlarda idrar kesesine ışıklı kamera ile bakılır. İdrarda kanamaya neden olan hastalık teşhis edildikten sonra tedavi yöntemi belirlenir.

Hematüri bir hastalığın belirtisi olduğundan o hastalığa bağlı olarak idrar yolu iltihabı temizlenir ve antibiyotik yazılır. Eğer hastalık prostat büyümesi ise küçültülmesi için reçeteli ilaç yazılır ve şok dalgası tedavisi önerilir. Mesane kanseri ile ilgili ise hastaya en erken 3 en geç 6 ayda bir idrar testi yapılır ve kan basıncı izlenir.

Böbrek taşı olan hastalarda tuz tüketimi azaltılır ve bol su içmesi istenir. Pancar ve ıspanak gibi besinlerden uzak durması önerilir.

Erkek kısırlaştırması vazektomi nasıl yapılır, geri dönüşü var mı?

Aile planlamasında tercih edilen erkek kısırlaştırması vazektomi operasyonu bir tür doğum kontrol yöntemidir. Bu korunma yöntemi son yıllarda oldukça artarak devam ediyor. Amerika başta olmak üzere Avrupa’da yaygın olan vazektomi işlemi kalıcı ve güvenilir olması nedeniyle ailelerin daha da çok ilgisini çekiyor.

Vazektomi operasyonunda amaç: üretreya ulaşmaya çalışan sperme engel olarak, gebeliğin önüne geçmek. Sperm üretim fonksiyonları ve meni bu durumdan etkilenmez.

Vazektomi Nedir?

Özellikle Amerika, Çin ve Avrupa’da yaygın olan bu yöntem ülkemizde de araştırılmaya başlandı. Bilindik korunma yöntemlerinin dışında farklı bir seçenek arayan birçok kişi vazektomi nedir diye merak ediyor.

Vazektomi, sperm kanallarının kesilerek bağlanması ile sonuçlanan cerrahi bir operasyondur. Operasyon sonrasından erkekten sperm gelmeye devam eder ve hormonal bir bozukluğa yol açmaz. Cinsel hayatı olumsuz etkileyen bir işlem değildir. Uygulamadan sonra penisten bir süre sıvı gelir ve birkaç gün içinde geçer.

Vazektomi Operasyonu Nasıl Yapılır?

Aile planlamasını düzenlemek isteyenler son yılların gözde doğum kontrol yöntemi ‘’vazektomi operasyonu nasıl yapılır? ‘’ sorusuna yanıt arıyor. Yaklaşık 30 dakika süren lokal anestezi yöntemi ile kişinin sperm yolları kesilir.

Uygulama sonrasında hasta bir süre dinlendirilir ve aynı gün taburcu edilir. Günlük hayatını etkileyen bir operasyon olmadığından kişi çabuk toparlanır. Vazektomi sonrası başarı oranı %99 seviyelerindedir. Ortalama 30 orgazm sonrası tam korunma gerçekleşir. Kesin sonuç için sperm testi uygulanır. Bu işlemde evli erkeklerde eşinin rızası aranırken bekâr erkeklerde bir şart aranmaz.

Vazektominin Geri Dönüşü Olur mu?

‘’Vazektominin geri dönüşü olur mu? ‘’ sorusunu daha çok bekâr veya çocuk sahibi olmamış erkekler merak eder. Bu operasyondan geri dönüşteki başarı yaklaşık %50 oranındadır. Mikro cerrahi dalında uzman hekimler tarafından yapılan geri dönüşüm için kesin bir sonuç alınmayabilir.

Genel anestezi ile ortalama 2 saat süren bir operasyondur. Doktor testis torbasına küçük kesikler atar. Böylelikle testis etrafındaki sokular açığa çıkar. Ardından sperm tüpleri kesilir ve içindeki sıvı incelenir. Operasyon sonrasında kesikler bandajlanır ve şişlikler için buz torbası koyulması istenir.

Oldukça pahalı olan bu işlemin riskleri olmakla birlikte geri dönüş garantisi verilmez. Operasyon öncesi ve sonrasında bazı komplikasyonlar görülebilir. Bunlar: Kanama, bölgede enfeksiyon, sperm mekanizmasında iltihaplı kütleler, tekrarlanan ağrılar, testiste sıvı birikmesi ve yüksek ateştir. En yaygın olanı idrar yapmakta zorlanma ve penis bölgesinde dinmeyen ağrıdır. Erkek kısırlaştırması vazektomi operasyonuna geri dönüş yapmamak için enine boyuna düşünülüp, karar verilmesi önerilir.

Dukan diyeti nasıl yapılır, dukan diyeti ile zayıflayanlar kilo verenlerin yorumları

Dukan diyeti nedir, nasıl yapılır, Dukan diyeti ile zayıflayanlar kilo verenlerin yorumları çokça merak edilen bir konudur. Pandemi etkisi ile evden çıkılamadığı günümüzde kilo problemi yaşayan kişi sayısı bir hayli artmıştır. Hareketsiz yaşam, sağlıksız beslenme, stres, depresyon gibi etkiler ile obezite hastalığı dünya genelinde en çok karşılaşılan sağlık sorunlarının başında gelmektedir. Kısa sürede zayıflamak isteyen kişiler popüler diyetler arasından en doğru olanı seçmeye özen göstermektedir. Bu diyetler arasında yer alan Dukan diyeti nedir? Dukan diyeti kimlere önerilmektedir. Sizlere özel olarak hazırladığımız bu yazımızda tüm sorularınıza yanıt bulacağınızın garantisini veriyoruz.

Dukan Diyeti Nedir? Dukan Diyetini Kimler Yapabilir?

2000’li yıllarda ortaya çıkan Dukan diyeti, Pierre Dukan tarafından hazırlanan ve kilo vermenin püf noktasının protein olduğunu öne süren bir diyet teorisidir. Yağ tüketmenin yanlış olduğunu savunan Pierre Dukan’a göre, alınan proteini yakmak için çok daha fazla kalori harcanmaktadır. Buna bağlı olarak Dukan diyeti yapanların protein ağırlıklı beslenmesi önerilmektedir.

Birçok kişi tarafından tercih edilen Dukan diyetinin kilo vermede ortaya çıkardığı başarı herkes tarafından görülmektedir. Ancak, herhangi bir diyete başlamadan önce bir doktora görünmeniz ve gerekli kan testlerini yaptırmanız çok önemlidir. Protein ağırlıklı beslenmeye dayanan Dukan diyetini kimler yapabilir? Her bünyede farklı etki gösteren bu diyeti yapmaması önerilen kişiler aşağıda sıralanmıştır:

  • Şeker hastaları
  • Kalp hastaları
  • Kolesterol sorunu olanlar

Dukan Diyeti Nasıl Yapılır?

Dukan diyetine nasıl başlayacağım sorusu çok fazlaca sorulmaktadır. Zayıflamaya büyük etkisi olan Dukan diyeti nasıl yapılır öğrenerek sizlerde kısa sürede istediğiniz kiloya ulaşabilirsiniz. Dukan diyeti 4 ayrı aşamadan oluşmaktadır. Atak aşaması, seyir aşaması, pekiştirme aşaması ve istikrar aşaması olan bu evrelerde dikkat edilmesi gereken çok önemli noktalar bulunmaktadır.

Atak Aşaması: 1 – 10 gün arasında süren atak evresi, Dukan diyetinin ilk evresidir. Bu evrede güne yulaf tüketerek başlanmaktadır. Ayrıca bu aşamada sınırsız ve yağsız protein tüketilmesi gerekmektedir. Et, tavuk, balık ve yumurtadan istediğiniz kadar tüketebilirsiniz.

Seyir Aşaması: Dukan diyetinin ikinci aşaması olan seyir aşamasında 28 tür sebzeye öğünlerinizde yer vermelisiniz. İlk aşamada olan besinlere ek olarak tüketilen sebzeler ile bu evre geçirilmektedir. Yaşanan kilo kaybı başına ortalama olarak 7 gün sürdürülen bu evrede bütün sebzeler diyete eklenmektedir. Bu sebzeler istenilen saatte ve istenilen miktarda tüketilmektedir.

Güçlendirme Aşaması: Diyetin ilk aşamaları daha esnek iken bu aşamada çeşitli besinlerin sınırlı miktarda tüketilmesi gerekmektedir. Ayrıca bu evrede ekmek, meyve, peynir ve nişasta içeren besinler de yer almaktadır.

Koruma Aşaması: Kişide sağlıklı beslenme alışkanlığı oluşmasını sağlayan Dukan diyetinin bu evresi ömür boyu sürecek olan evredir. Yirmi dakika kadar yürüyüş yapılması önerilen koruma evresinde her gün üç yemek kaşığı yulaf ezmesi tüketilmesi gerekmektedir.

Dukan Diyeti İle Kaç Kilo Verilir?

Çeşitli aşamalardan oluşan Dukan diyeti ile kaç kilo verilir birçok etmene göre değişmektedir. Kişinin kilosu, yaşı, diyete uyma iradesi gibi özellikler verilen kiloyu etkilemektedir. Dukan diyetinin ilk aşaması olan atak evresinde ortalama olarak 1,5 – 3 kilo verilmektedir. Seyir aşamasında haftalık 2 kilo verilebileceği öngörülmektedir.

Katı kuralların olduğu Dukan diyetinin koruma evresi en önemli evredir. Eğer dikkat edilmez ise ilk evrelerde verilen kilolar koruma evresinde geri alınabilmektedir. Bu nedenle, diyet ile beraber her gün yürüyüş yapılmasına da önem verilmelidir.

Dukan Birası Nedir? Dukan Birası Nasıl Yapılır?

Dukan birası, Dukan diyetinde kilo vermeye yardımcı olan en önemli tariflerden biridir. Bir içecek olan Dukan birası ile vücuttan ödemlerin atılması ve yağ yakılması hedeflenmektedir. Beslenme konusunda uzman olan Pierre Dukan tarafından verilen tarif ile kilolarınızdan kısa sürede kurtulabilirsiniz.

15 günde 5 kilo vermeyi hedefleyen Dukan birası su tüketimini artırmaktadır. Bu sayede karaciğerin temizlenmesi sağlanır. Kişide tokluk hissi yaratan Dukan birasıyla metabolizma da hızlanarak kilo verimi sağlanır. Doğal malzemeler ile hazırlanan Dukan birasının sağlığa olumsuz bir etkisi bulunmamaktadır. Ancak tansiyon hastalarının ve emziren annelerin bu tarifi uygulamaması önerilmektedir. Kısa sürede hazırlayabileceğiniz Dukan birasının tarifi şu şekildedir:

Malzemeler:

  • 750 ml su
  • 1 tane maden suyu
  • 2 poşet ya da 2 tatlı kaşığı yeşil çay
  • 2 dilim limon

Bir bardak su ile demlenen yeşil çay ve diğer malzemeler karıştırılarak buzdolabına koyulur. Gün içerisinde suyun tamamı tüketilir. Hazırlanan Dukan birası 15 gün uygulandıktan sonra 5 gün ara verilir ve 15 gün daha uygulanır. Kilo verme sürecine çok fayda sağlayan Dukan birası ile kısa sürede istediğiniz kiloya ulaşabilirsiniz. Bu süreçte beslenmenize dikkat etmeli ve günlük aktivitelerinizi aksatmamalısınız.

Dukan Diyeti İle Zayıflayanlar

Dukan diyeti ile zayıflayan birçok kişi bu ilk dönemde günde bir kilodan fazla kilo verdiğini bildirmiştir. Bu diyet programı ile en fazla kilo veren kişiler, çok kilosu olanlar ve halihazırda farklı bir diyet planı uygulamayan kişilerin olduğu tespit edilmiştir.

Dukan Diyeti, birçok erkeğin takip etmesi kolay görünen bir diyet programıdır, bu nedenle bir çift olarak uygulayabileceğiniz bir kilo verme programı arıyorsanız, Dukan Diyeti tam olarak aradığınız diyet programı olabilir.

Dukan Diyeti İle Kilo Verenlerin Yorumları

Dukan diyetinin etkinliğini öğrenmek isteyenler Dukan diyeti ile kilo verenlerin yorumlarını merak ediyorlar. İşte Dukan diyeti ile zayıflayanların yorumları;

Onca diyet programı denememe rağmen bana yardımcı olabilecek bir diyet programı konusunda gerçekten umudumu kaybetmiştim. 50’li yaşlarda birisi olarak zayıflama konusunda sonuç alamayacağımı düşünmeye başlamıştım. Daha önce düşük karbonhidrat diyeti yaptım, ancak bu bile işe yaramadı ve sağlığım için gerçekten biraz kilo vermem gerekiyordu, çünkü ayak bileklerim şişiyordu ve bir şey yapmazsam büyük sağlık sorunlarıyla karşı karşıya kalacağımdan endişeleniyordum. .

Dukan Diyetini uygulamaya başladım. Atak aşamasını 10 gün yaptım ve toplamda 6 kilo verdim. Bu benim için ilk aşamada fena değildi ancak zayıflamaya devam etmek ve aylarca kilomu korumak benim için önemliydi.

Söylemeliyim ki, bence anahtar, Dr. Dukan’ın önerdiği gibi, düşük karbonhidrat yemekle birlikte yağ alımını izlemek.

O zamandan beri haftada 2 ila 3 kilo verdim ve şimdi 5 hafta oldu ve toplamda 19 kilo verdim. Egzersiz için dans ve Kettlebells kombinasyonu yapıyorum.

Bu hayatımda gördüğüm en iyi diyet planı. Özellikle kalp problemleriniz varsa.
Bu diyet programı kilo vermenin ve onu korumanın en kolay yoludur. Zayıflama konusunda gerçekten ciddi olanlar, diyet programına devam etmek için bir ipucu oluşturan her gün kilolarındaki düşüşü görünce şaşıracaklar. Bu diyet planın işe yaradığını biliyorum ve hayatımın geri kalanında programa devam etmeyi planlıyorum.

Pandemi sürecinde kalp sağlığını korumanın 10 yöntemi

Pandemi sürecinde kalp sağlığını korumanın yöntemleri ve alınması gereken tedbirler hakkında önemli bilgiler paylaşarak vatandaşlara uyarılar ve tavsiyelerde bulunan Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Sinan Dağdelen, “Covid-19 virüsünün neden olduğu pandemi süreci yaklaşık 1,5 yıldan bu tarafa devam etmektedir. Bu süreçte hareketsiz yaşam tarzı, bilgisayarda geçirilen uzun vakitler kanın vücutta dolaşımını olumsuz etkilemekle birlikte sağlıksız ve aşırı beslenme tarzı da kilo alımına, özellikle de göbek bölgesinin yağlanmasına neden oldu. Tüm bunlar ise normal koşullarda hiç görülmeyen metabolik sendrom gibi kardiyovasküler riskleri artırmaktadır.” dedi.

Kalp ve Damar Rahatsızlıkları Hayatı Tehdit Edebilir

Pandemi sürecindeki olumsuz koşullardan sadece kalp hastalarının değil, herhangi bir kalp rahatsızlığı olmayanlarında olumsuz etkilendiğine değinen Prof. Dr. Dağdelen, “Pandemi sürecinde kalp damar hastalığı olan kişiler ile yüksek risk grubunda yer alan kişiler, muayene, tetkik ve tahlillerini aksattı. Bu da var olan sağlık probleminin daha ciddi boyutlara ulaşmasına neden oldu. Uzun bir aranın ardından klinik takip sürecine yeniden başlayan hastalarda bazı komplikasyonların geliştiğini gözlemlemekteyiz.

Kalp ve damar sisteminde yaşanabilecek sağlık problemleri yaşamı tehdit edebilecek kadar ciddi boyutlara ulaşabilmektedir. Kalp ve damar sisteminde yaşanabilecek sağlık problemleri, kalp zarı iltihabına, kalp kası iltihabına, ciddi boyutta kalp yetersizliğine, akut kalp krizine, kalp ritim bozukluklarına, felce, akciğerlerde damar tıkanıklığına, hipertansiyon ataklarına ve bacak damarlarında pıhtı oluşumuna neden olabilir.” ifadelerine yer verdi.

Tansiyonu Yükselttiğinden Ritim Bozukluğuna Yol Açabiliyor

Covid-19 virüsünün neden olduğu enfeksiyon sürecinde veya iyileşme esnasında daha evvelden görülmeyen tansiyon yükselmeleri, ritim bozuklukları ve çarpıntı gibi sağlık problemlerinin görülebildiğini kaydeden Prof. Dr. Dağdelen, “Covid-19 virüsü enfeksiyonunun gerek tedavi sürecinde, gerekse de tedavi sonrasında görülen sağlık problemleri ve uzun süreçli etkileri gerçekleştirilen araştırmalarla tespit edildikçe alınması gereken tedbirlerin yanı sıra dikkat edilmesi gereken hususlarda artmaktadır. Covid-19 virüsü enfeksiyon sürecinden en fazla solunum ve kalp damar sistemleri etkilenmektedir. Enfeksiyonun seyri normalleştikçe dahi ani nefes darlıkları, aşırı ve hızlı yorulma, göğüste ağrı, aşırı çarpıntı hissedilmesi, göğüs bölgesinde baskı ya da ağırlık hissi oluşması ve tıkanma hissi gibi semptomlar, ciddi boyutlardaki kardiyovasküler komplikasyonlara işaret edebilmektedir. Bu tür semptomların görüldüğü hastalar, kesinlikle bir hekime muayene olarak EKG ve kan tahlillerinde anormallik olup olmadığını öğrenmelidir. Acil bir durumla karşı karşıya kalındığı zaman dünyanın en iyi doktoru ulaşabileceğiniz doktordur.” diye konuştu.

Rutin Kontrollerdeki Düşüş Korkutucu Seviyelerde

Pandemi sürecinden dolayı kalp ve damar hastalarının yaklaşık üçte birinin virüs bulaşır korkusuyla hastaneye gitmeyerek kontrollerini ihmal ettiğini belirten Prof. Dr. Sinan Dağdelen, “ABD’de gerçekleştirilen bir araştırmadan elde edilen veriler, tansiyon hastalarının neredeyse yarısının kontrollerini aksattığını, kolesterol tahlillerinde ise yaklaşık yüzde 37 gibi ciddi bir düşüş olduğunu gösteriyor. Kontrollerin aksamasının yanı sıra diğer olumsuz faktörlerle birlikte pandemi sürecinde hastane dışında ani kalp durması ve akut kalp krizi vakalarında üç kata kadar artış yaşandı. Pandemi süreci boyunca 187 ülkenin verileri analiz edildiğinde ortalama günlük atılan adım sayısının ve yürüme alışkanlığının yüzde 27 düştüğü gözleniyor.” şeklinde konuştu.

Aşı Karşıtlığı Tehlike Arz Ediyor

Pandemi sürecindeki risklerden bir diğerinin de sosyal medya kanalları aracılığıyla yapılan yanlış yönlendirmeler ve bilgilendirmeler olduğunu ifade eden Prof. Dr. Dağdelen, “Bazı insanlar, sosyal medya ortamında yapılan bu yanlış yönlendirmelere inanarak maalesef sağlıklarını tehlikeye atmaktadır. Bunun günümüzdeki en belirgin örneğini aşı karşıtı yürütülen kampanyalar oluşturmaktadır. Ülkemizde 65 yaş ve üstündeki insanların aşı sıraları gelmesine rağmen yüzde 20-25’lik bir kesim aşısını yaptırmadı. Bu da çok ciddi bir sorun olduğunun göstergesidir.” değerlendirmesinde bulundu.

ACE-2’nin Önemi Pandemide Anlaşıldı

Covid-19 virüsü, ACE-2 denilen özel hücre yüzeyindeki reseptörlere tutunduktan sonra hücre içerisine girmektedir. Bu ise vücutta kan basıncını düzenleyen Angiotensin-2’nin damarlardaki ve akciğerlerdeki dönüşümünü azaltmaktadır. Bu etkiden dolayı kalbi doğrudan ilgilendiren birçok sağlık problemi ortaya çıkmaktadır. Bu riskler hakkında önemli değerlendirmelerde bulunan Prof. Dr. Dağdelen, “Kalbi koruyan maddelerdeki azalma, damarlardaki aşırı kasılma, kandaki pıhtılaşmanın artması, enflamasyon iyileşme sürecindeki bozulma, dokuları sağlamlaştıran etkinin azalması ve iltihap oluşması gibi bir dizi patolojik süreci beraberinde getirmektedir.” dedi.

Kalp Hastası Olmayanlarda Risk Grubunda

Enfeksiyon ve iyileşme sürecinde kalp ve damar sağlığı açısından ciddi risk teşkil eden tehlikenin başını akut kalp krizi çekmektedir. Damar içerisindeki pıhtılaşma ve akut kalp yetersizliği ataklarında ciddi bir artış olduğunun altını çizen Prof. Dr. Dağdelen, “Bu hastaların daha evvel tanısı konmuş kalp ve damar rahatsızlığı olabilir ya da olmayabilir. Daha evvelden kalp ve damar rahatsızlığı ya da damar pıhtılaşması öyküsü olanlarda veya hipertansiyon ve diyabet hastalığı öyküsü olanlarda bu komplikasyonların gelişme riski daha fazladır. Risk grubunda yer alan kişilerin ise kan tahlili ve tetkiklerle takibinin yakından yapılması gerekmektedir. Risk grubunda bulunanlarda kan sulandırıcı, ilaç ve kalp ritmini koruyucu tedaviler uygulanabilir.” ifadelerine yer verdi.

Pandemi Sürecinde Kalbi Korumanın 10 Yöntemi

Maske, sosyal mesafe ve temizlik kurallarına uymanın kalp ve damar rahatsızlıklarından korunma açısından çok önemli olduğuna değinen Prof. Dr. Dağdelen, pandemi sürecinde kalp ve damar sağlığının korunması için dikkat edilmesi gereken 10 yöntemi ise şöyle sıraladı;

  • Az ve sık beslenilmeli ve sofradan tam doymadan kalkılmalıdır.
  • Açlık hissetmeden hiçbir şey yenmemelidir.
  • Günlük en az 1,5 litre su içilmelidir. Böbrek ve kalp damar hastalarında bu miktar değişebilmektedir.
  • Taze sebze ve meyve tüketilmelidir. Diyabet hastalarında ise bu tüketim sınırlandırılmalıdır.
  • Aşırı yağlı ve tuzlu, nişastalı ve unlu gıdalardan uzak durulmalıdır.
  • Günlük en az 30-40 dakika kadar düz bir zemin üzerinde uygun adım yürünmelidir. Kalp ve damar rahatsızlığı, sistemik organ rahatsızlığı ve ileri yaşta olanlarda hız ve süre değişebilmektedir.
  • Uzmanın önermediği vitamin, mineral ve katkı maddeleri kesinlikle kullanılmamalıdır.
  • İlaçlar düzenli alınmaya dikkat edilmelidir.
  • Sağlık kontrolleri kurallara uyarak zamanında yaptırılmalı ve kesinlikle ihmal edilmemelidir.
  • Beklenmedik ani bir şikayet geliştiğinde hekime müracaat edilmelidir.

Jojoba yağının saça faydaları neler, nasıl kullanılır?

Saçlarda nemlendirme, onarma ve koruma söz konusu olduğunda jojoba yağı harika bir seçimdir. Pürüzsüz ve yağlı dokusu saça kolayca yayılır ve saçı nemlendirir. Bu yağ, sebuma benzeyen doğal bir maddedir. Saçınız ister kuru ister hasar görmüş olsun, jojoba yağının çok faydalı özellikleri onu yumuşak, parlak ve sağlıklı kılar. Peki, jojoba yağının saç sağlığına faydaları neler?

Jojoba Yağının Saç Sağlığına Faydaları

Jojoba yağını saçarlınıza uyguladığınızda pek çok fayda elde edebilirsiniz. Bunlar:

Doğal nemlendiricidir;

Jojoba yağı, sebum ile özdeş doğal onarıcı maddeler içerir. Bu da saçlar için doğal bir yumuşatıcı olduğunu kanıtlar. Jojoba yağının düzenli halde kullanımı saçlarınızın nem dengesini korur.

Kuru saç derisini tedavi eder;

Jojoba yağının saç sağlığına faydaları hakkında bilgiler sunduğumuz bu yazımızda, kuru saç derisi üzerindeki etkilerinden de bahsetmemiz gerek. Bu yağ, saç büyümesini destekleme ve saç derisini nemlendirme konusunda oldukça başarılıdır. Bununla birlikte jojoba yağı, saç derisinde oluşan egzama ve sedef gibi problemlere de kesin çözüm sunar.

Saçları onarır;

Jojoba yağı, saçı koruyan faydaları nedeniyle popüler bir saç onarıcı olarak kullanılmaktadır. Ayrıca saç ve saç derisi sağlığını en iyi şekilde destekler.

Saç derisini temizler:

Jojoba yağı, kafa derisi gözeneklerini tıkayan fazla sebumu gidermeye yardımcı olur. Saç derisini derinlemesine temizler ve saç köklerinde oluşan birikintileri arındırır. Kepek önleyici etkisinden ve saçı onarıcı özelliklerinden dolayı saç bakım ürünlerinde sıklıkla kullanılır.

Saçlarınızı besler:

Jojoba yağının saç sağlığına faydaları arasında bir diğer konu da saçları iyi bir şekilde besliyor olmasıdır. Bu özel yağ pek çok vitamin ve önemli besin bileşenleri açısından zengindir. Saça uygulandığında besleyicilik özelliği vadeder.

Saç karışıklığını giderir:

Jojoba yağı, karışık saçları yönetmek, kırık uçları azaltmak ve kuru saç derisini nemlendirmek için kullanılabilir. Ayrıca saç ve cilt pH dengesinin yenilenmesine yardımcı olur.

Saçların sağlıklı büyümesini teşvik eder;

Bir çalışma, jojoba yağının uçucu bir yağ ile karıştırılıp, saç derisine uygulanmasının, saç büyümesini teşvik ettiğini doğrulamıştır. Saçlarınızın daha sağlıklı ve güçlü biçimde uzamasını sağlamak amacıyla rutin olarak jojoba yağı kullanabilirsiniz.

Jojoba Yağının saça nasıl kullanılır?

Jojoba yağını saç bakım rutininize eklemenin birkaç yolu vardır.

1- Doğrudan uygulayın;

Jojoba yağını önceden ısıtın, böylece daha kolay saça uygulanır. Isıtma işlemini temiz bir tencere ile set üstü ocakta veya mikrodalgaya dayanıklı bir kapta yapabilirsiniz. Kısa saçlar için 1 yemek kaşığı, daha uzun saçlar için 2 yemek kaşığı kullanabilirsiniz. Yağ ılıdıktan sonra saç diplerinize ve saçınıza masaj yaparak uygulayın. Yaklaşık 20 dakika bekletin ve ardından şampuanla yıkadıktan sonra durulayın.

Tıkanmış saç derisi gözeneklerinden kurtulmak için kafa derisine doğrudan uygulamaktan kaçının. Kuru saç derisi veya kepek için kullanacaksanız, doğrudan cildinize  çok az (yaklaşık 1-2 damla) şeklinde uygulayın.

2- Ürünlere ekleyin;

Kullanmadan önce en sevdiğiniz şampuan veya saç kreminizin bir kısmına birkaç damla jojoba yağı (yaklaşık 3-5 damla) damlatın.

3- Jojoba yağı içeren ürünler satın alın;

Doğal bileşenlerinden biri olarak jojoba yağı içeren bir şampuan veya saç kremi satın alabilirsiniz. Bu, onun faydalarını elde etmenin ve kullanmanın en kolay yollarından biridir.

Covid-19 bu hastalığı unutturamadı

Bazı kronik rahatsızlığı olanların koronavirüs enfeksiyon sürecini daha ağır geçirdiği bilim adamları tarafından ifade ediliyor. Diyabet rahatsızlığı olanlar da koronavirüsten yoğun etkilenen hasta grubunda yer almaktadır. Dünyada her 10 yılda bir 2 kat artan diyabet rahatsızlığının ülkemizdeki prevalansı ise dünya ortalamasının 2, Avrupa ortalamasının ise 3 katıdır.

Bulaşıcı Enfeksiyon Olmayan Tek Pandemi Diyabet

Diyabetin ülke olsaydı dünyanın en kalabalık üçüncü ülkesi olabileceğini kaydeden Türkiye Diyabet Vakfı Başkanı Prof. Dr. Temel Yılmaz, “Diyabet, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından bulaşıcı enfeksiyon olmayan tek pandemi olarak ilan edildi. Dünyada her 8 saniyede bir insan, diyabet kaynaklı hastalıklardan yaşamını kaybetmektedir.

Pandemi sürecinde karbonhidrat tüketimi artarken, egzersizler azaldı. Bu da doğal olarak kilo problemini beraberinde getirdi. Diyabet hastalarının kan şekeri ölçümleri pandemi süreciyle birlikte azaldığından dolayı ‘HbA1c’ seviyesinin 7’nin altına düşürülmesinin zorunluluğu her zamankinden çok daha önemlidir.” dedi.

Diyabet Organ Kaybı Riskini Artırıyor

Diyabet hastalarının HbA1c seviyelerinin artmasının ve kan şekerinin kontrolden çıkmasının ağır sonuçlarına da değinen Prof. Dr. Yılmaz, “HbA1c seviyesinin artmasıyla kan şekeri kontrolden çıkınca retinopati yani retinadaki ağ tabakasında bulunan kan damarlarının hasar görmesi, ampütasyon yani onarılamayacak seviyede zarar gören bacak, kol, el, parmak gibi bir uzvun cerrahi operasyon esnasında kemikle birlikte kesilerek vücuttan ayrılması ve böbrek yetmezliği gibi komplikasyonlarda diyabet, riski artırmaktadır.” ifadelerine yer verdi.

Pandemi Sürecinde Diyabet Yönetimi Aksadı

Pandemi süreciyle birlikte olağanüstü ve zor günlerden geçen hekimlerin kronik hastaları takip etmekte zorlandığını ifade eden Prof. Dr. Yılmaz, “Pandemi sürecinde diyabet gibi yakından takip edilmesi zorunlu olan hastaların diyabet yönetiminde çok ciddi aksamalar yaşandı. Bu konu üzerine gerçekleştirilen araştırmalar gösteriyor ki pandemi süreciyle birlikte diyabetli hastaların kiloları arttığı gibi kan şekeri ayarları da bozuldu.” diye konuştu.

Belirtiler 3P’de Gizli

Diyabetin sadece kan şekerinin yükselmesi olarak düşünülmemesi gerektiğini ve bunun diyabeti basite indirgemek gibi bir yanlışa neden olacağını söyleyen Prof. Dr. Yılmaz, “Yüksek kan şekeri kanla birlikte vücudu dolaşarak organlarda, sinirlerde ve kılcal damarlarda birikmekte ve birçok hastalığı tetiklemektedir. Kan şeker seviyesinin kanda yükselmesine hiperglisemi denilmektedir. Hiperglisemi tanısı konurken 8 saatlik açlığın ardından ölçülen kan şekerinin normal değerinin 100-110 mg/dl olması gerekmektedir.

Kan şekerinin kandaki yükselmesi kontrol altına alınamazsa ve bu kan şekerinin yüksekliği sürekli olursa, iç organlara ciddi yapısal zarar verebilmektedir. Diyabetin kan şekerinin yüksekliğinden kaynaklanan belirtilerine ise klasik 3P belirtisi denilmektedir. Bu belirtiler ise şöyle sıralanabilir;

  • Aşırı susuzluk, su içme isteği ve sıvı alımının belirgin şekilde artması yani Polidipsi
  • İdrara çok sık çıkılması yani Poliüri
  • İştahın artmasıyla birlikte aşırı yemek yeme isteği yani Polifaji
  • Bu belirtiler haricinde diyabette sık rastlanan diğer belirtiler ise şu şekildedir;
  • Ağız kuruması
  • Gün içerisinde hissedilen yorgunluk ve halsizlik hissi
  • Açlığa tahammül edememe
  • Sık ve aşırı açlık hissi
  • İstenmediği halde kilo kaybedilmesi
  • Ağızda oluşan aseton kokusu
  • Göz merceğinde sıvı çekilmesinden kaynaklı bulanık görme
  • Görme bozuklukları

Kan şekerinin yükselmesi sinirlere de ciddi zarar vermektedir. Ayak tabanları başta olmak üzere sinirlere verdiği hasarın belirtileri ise şu şekildedir;

  • Ellerde ve ayaklarda yanma hissi
  • Ellerde ve ayakların hissizleşmesi
  • Ellerde ve ayaklarda görülen batma hissi gibi seyreden nöropatik ağrı

Kan şekerinin yükselmesi yara iyileşmesini bozduğundan dolayı iyileşmeyen yaralarda diyabetin belirtileri arasındadır.” şeklinde konuştu.

İnsanlar Pandemiye Yoğunlaştı

Bütün dünyayı etkileyen Covid-19 virüsünün neden olduğu pandemi sürecinin başlangıcından bu tarafa insanların Covid-19 virüsüne yoğunlaştığını belirten Prof. Dr. Yılmaz, “Kronik rahatsızlığı olanların içerisinde özellikle diyabet hastaları, pandemi süreciyle birlikte diyabet yönetimlerini ihmal etti. Covid-19 virüsünün neden olduğu panik ortamında birçok diyabet hastası diyabetin kontrolünü ve tedavisini virüs enfekte olacak korkusuyla aksattı. Şu an ki hedefimiz ise pandemi sürecine rağmen diyabet hastalarının dikkatini yeniden diyabetin daha iyi yönetimine çekmektir.” değerlendirmesinde bulundu.

Sararan, siyahlaşmış tuvalet taşı nasıl beyazlatılır?

Çoğumuzun korkusu sararmış, siyahlaşmış tuvalet taşı ve klozet temizliği sırasında karşılaşma ihtimali verdiğimiz mikroplardır. Üstelik vücudun temas halinde olduğu alanlar olması konuyu daha da hassaslaştırıyor. Sifon çekmeme, yetersiz temizlik, çay ve benzeri sıvıların dökülmesine bağlı olarak tuvalet taşları sararır, hatta kararır.

Klozet Temizliği Nasıl Yapılır?

Temizlenmiş, güvenli, bembeyaz ve kokmayan bir klozet, birçoğumuzu mutlu etse de temizleme eylemine geçmek sıkıcı gelebilir. Bu nedenle püf noktalarını öğrenmek isteyen hanımlar, klozet temizliği nasıl yapılır diye merakla araştırma yapar.

Klozeti temizlemeden önce sifon çekilerek kaba kirler akıtılır. Ardından çamaşır suyu ile fırçalanır. Klozetin kapağı ve dış yüzeyi temiz bir bezle silinir ve durulama suyunda sıkılmış bir bezle üzerinden geçilir. Yani klozet temizliği içten dışa doğru yapılır ve temizlik öncesinde eldiven takılır. Çamaşır suyuna hassasiyeti olanlar; hidrojen peroksit, beyaz sirke, karbonat ve tuz kullanabilir. Fırça yerine ponza taşı da aynı görevi yapar.

Sararmış, Siyahlaşmış Tuvalet Taşı Nasıl Temizlenir?

Sararmış tuvalet taşı nasıl temizlenir diye merak ediyorsanız bu yöntemle taşlarınız eskisinden daha beyaz olabilir. Bir spreyin yarısına kadar çamaşır suyu ve diğer yarısı da suyla doldurulur. Tuvalet taşı ve dip aralıklarına püskürtülerek ortalama 1 saat beklenir. Krem amonyak ile temizlenen alaturka tuvalet çamaşır suyunun etkisine benzer sonuç verir.

Hem klozet hem de tuvalet temizliğinde pas önleyiciler kullanılır. Coca-cola ve bebek yağı taşların beyazlatır ve cilalar. Bu yöntem muslukları parlatmak için de kullanılır. Karbonat ve beyaz sirke ikilisi ise tıkanmış klozeti rahatlıkla açar. Ayrıca yarım limonla klozet boruları ve tuvalet muslukları ovularak parlatılır.

Topuk çatlaklarına ne iyi gelir doğal? Nasıl giderilir?

Topuk çatlakları, kuruyan derinin yağ eksikliğine bağlı olarak gelişen ve şişen nasır yüzeylerinde oluşur. Deri nemini ve elastikiyetini kaybettiğinde çatlak topuğun zemini hazırlanmış olur. Basınç oluşan bu bölge tıbbi ve doğal yöntemlerle tedavi edilebilir.

Topuk çatlağı nedenleri arasında en yaygın olanları şunlardır: Uzun süre ayakta beklemek, diyabet hastalığı, nemsiz kuru ayaklar, derinleşen nasırlar, bazı ayakkabı modelleri, ayak terlemesi, egzama ve yaşlılıktır. Topuk çatlakları nasıl geçer diye soran birçok kişi için derin bir araştırma yaptık. İşte o araştırmanın sonuçları…

Topuk Çatlaklarına Ne İyi Gelir, Nasıl Giderilir, Geçer?

Her sağlık probleminde olduğu gibi topuk çatlağında da bol su içmek ve sağlıklı beslenmek son derece önemlidir. Tıbbi tedavilerde doku yapıştırıcı bantlar kullanarak, sertleşmiş yerler temizlenir. Üre içermeyen kremler ise bölgeyi yumuşatır ve sertliği giderir. Ponza taşı kullanarak ölü deriden arınan cilt, ılık suda yıkanır ve havluya sarılır.

Topuk Çatlaklarını Gideren Ev Yapımı Doğal Yöntemler

Çoğu zaman rahatsız eden topuk çatlakları özellikle yaz mevsiminde giyilen sandaletlerle dayanılmaz ağrılara neden olabilir. Terleyen ayaklar çatlak dışında ayak mantarı sorununa açık hale gelir. Topuk çatlaklarını gideren ev yapımı doğal yöntemler sayesinde çatlak topuk sorunu için çözümler üretilir.

Aspirin & Limon

Malzemeler:

  • 3 adet aspirin( bölgeye göre miktar artırılabilir)
  • 1 çorba kaşığı limon suyu
  • Yara bezi sargısı

Nasıl uygulanır?

1 çorba kaşığı limon suyuna atılan aspirinler iyice ezilir. Macun haline gelince deriye sürülür. Ardından ayak yara bezi sargısına sarılır. Ortalama 3 saat sonra sargı çıkarılır ve ayak ılık suda durulanır ve nemlendirilir. Haftada 2 kez yapılması tavsiye edilir.

Yulaf ezmesi & Zeytinyağı

Malzemeler:

  • 6 kaşık zeytinyağı
  • 1,5 çorba kaşığı yulaf ezmesi

Nasıl uygulanır?

Verilen malzemeler katı krem formuna gelene kadar karıştırılır ve topuğa sürülür. Bu işlem sırasında dairesel hareketler yapıp, malzemelerin deri tarafından emilmesine dikkat edilmesi gerekir. O nedenle yaklaşık 20 dakika masaj yapılır ve ardından ılık suyla durulanır.

Gliserin & Gül Suyu

Malzemeler:

  • 5 damla gliserin
  • 5 damla gül suyu

Nasıl uygulanır?

Çatlak topuk sorunu için iki malzemenin birlikteliği derinin hızlı iyileşmesini sağlar. Cildi besler ve yumuşatır. Malzemeler homojen olana dek karıştırılır ve topuğa masaj yaparak sürülür. Bu yöntem gece uyumadan önce yapılır ve sabaha kadar ayağa çorap takılarak, bekletilir. Haftada bir yapılması önerilir.

Avokado & Muz

Malzemeler:

  • Olgunlaşmış bir adet avokado
  • Yarım olgun muz

Nasıl uygulanır?

Her iki meyve iyice ezilerek homojen olana kadar karıştırılır ve ayağa sürülür. Ortalama 1 saat ayakta bekletildikten sonra ılık suyla durulanır. Bu karışım bölgeyi nemlendirir.

Beyaz Sirke & Ağız Bakım Suyu

Malzemeler:

  • 2 su bardağı su
  • 1 su bardağı sirke
  • Ponza taşı
  • 1 çay bardağı ağız bakım suyu

Nasıl uygulanır?

Verilen ölçüdeki malzemeler bir kaba boşaltılır. Topuk kabın içine yerleştirilerek 30 dakika kadar beklenir. Kuruduktan sonra topuk çatlağı olan bölgeyi ölü deriden arındırmak için ponza taşı kullanılır. Ardından nemlendirici sürülür.

Bal& Pirinç Unu

Malzemeler:

  • Bir avuç pirinç unu
  • 1 çorba kaşığı bal
  • 1 çay kaşığı elma sirkesi
  • 1 çay kaşığı zeytinyağı veya badem yağı

Nasıl uygulanır?

Bu yöntem topuk çatlakları için hem peeling yaparak ölü deriyi atar hem de tedavi ederek iyileştirir. Karışımı uygulamadan önce ayaklar ılık suda 15 dakika bekletilir. Verilen miktardaki malzemeler bir kâsenin içinde katı krem formuna gelene kadar karıştırılır. Ardından topuklara masaj yapılarak sürülür. Uygulama sırasında yaklaşık 20 dakika boyunca ovalama yapılır ve durulanır. Durulama suyu ılık olmalıdır.

Aynısefa yağının cilde faydaları neler, nasıl kullanılır?

Aynısefa çiçeğinden elde edilen bu bitkisel yağ, tam olarak doğaldır. Çoğunlukla alternatif ya da tamamlayıcı bir tedavi olarak tercih edilir. Aynısefa yağı, yaraların iyileştirilmesinde, egzama görünümünü hafifletmede ve pişiklerin giderilmesinde yararlı olabilecek özelliklere sahiptir. Aynı zamanda antiseptik olarak da kullanılır. Aynısefa yağının cilde faydaları hakkında daha fazla bilgi yazımızın devamında!

Aynısefa Yağının Cilde Faydaları

Aynısefa yağı, çeşitli cilt durumlarını tedavi edebilir. Bununla birlikte aynısefa yağı cilt kalitesini ve görüntüsünü iyileştirmek amacıyla alternatif bir çare olabilir. Faydaları:

Güneşin zararlı ışınlarına karşı korur;

Aynısefa yağı, güneşten korunmak için etkili bir ürün olarak öne çıkar. Bu yağın SPF özelliklerine sahip olduğu bilinmektedir. Bu da demek oluyor ki, aynısefa yağı ile güneşin olumsuz etkilerinden cildinizi harika biçimde koruyabilirsiniz.

Yara görünümünü iyileştirir;

Aynısefa yağının cilde faydaları arasında bir diğer konu da yara görünümünü düzgünleştirmesi diyebiliriz. Aynısefa yağı, yara iyileşmesini hızlandırabilir. Bu yağın düzenli kullanımı, kızarıklık, şişme ve morarma gibi semptomlarda iyileşme elde etmenizi mümkün kılar.

Sivilcelerle başa çıkabilir;

Bazı insanlar sivilceyi tedavi etmek için aynısefa yağı kullanır. Sivilce probleminiz varsa, cildinizi temizlemek ve bakterilerden arındırmak için aynısefa yağını tercih edebilirsiniz. Aynısefa bitkisinin hem yağı hem de kremi tüm yüze uygulanabilir. Akneye eğilimli bölgelerde de kullanılabilir.

Egzamaya iyi gelir;

Aynısefa yağının cilde faydaları söz konusu olduğunda bir diğer önemli konu da egzamaya iyi gelmesidir. Egzamalı cilde düzenli olarak uygulanması, çeşitli semptomları giderebilir.

Pişikleri Hafifletir

Aynısefa yağı, pişikleri hafifletmeye yardımcı olabilir. Pişik görünümünü gidermek için günde birkaç kez etkilenen bölgeye tek başına veya aloe vera ile karıştırılmış az miktarda aynısefa yağı uygulamayı deneyebilirsiniz.

Sedef hastalığına iyi gelir;

Aynısefa yağının yara iyileştirici özellikleri onu sedef hastalığının tedavisinde iyi bir seçim haline getirebilir. Sedef probleminden etkilenen bölgeye her gün birkaç kez aynısefa yağı sürebilirsiniz.

Cildin kalitelisini artırır;

Aynısefa yağı, cildinizin genel görünümünü iyileştirebilir. Bu yağın zengin yapısal bileşimleri cildinizin nemlenmesini ve sıkılığını artırabilir. Cildinizin daha iyi görünmesini sağlamak amacıyla günde iki kez aynısefa yağından uygulayabilirsiniz.

Şampuana aspirin koymak saçı uzatır mı, kepeği engeller mi?

Saç sağlığı saçların bakımlı görünmesi için oldukça önemlidir. Saç bakımına özen gösteren kişilerin bildiği üzere saç sağlığının korunabilmesi için saçın ihtiyaçlarına dikkat edilmelidir. Saç sağlığı saç diplerinden saç uçlarına kadar olan bölümü kapsamaktadır. Saçın cinsi saç bakımının yapılabilmesinde önemli bir rol oynamaktadır.

Saç telleri kalın veya ince telli olabilmektedir. Bunun dışında saçın kıvırcık mı, düz mü yoksa dalgalı mı olduğu da saç bakımının yapılabilmesinde önemli bir detaydır. Saç tellerinin onarımı için birbirinden farklı bakım şekilleri mevcuttur. Günümüzde sevilerek kullanılan bakım teknikleri arasında aspirin de yer almaktadır. Kullananların vazgeçilmezi haline gelen aspirin saça olumlu faydalar sunmaktadır. Herkesin evinde bulunan aspirin ile saçların güçlendirilerek onarılması mümkündür. Birçok kişinin deneyimleyerek memnun kaldığı aspirinin saça birçok faydası bulunmaktadır. Saç tellerinin daha güçlü, daha parlak ve kepeksiz bir görüntüye kavuşmasına olanak sağlamaktadır.

Şampuana Aspirin Koymak Saçı Uzatır mı? Aspirinin Saça Faydaları Nelerdir?

Şampuana aspirin koymak saçı uzatır mı? sorusu sıkça sorulan bir sorudur. Aspirin doğru kullanıldığı taktirde saç için faydalı içeriklere sahiptir. Aspirin içerisinde salisilik asit barındırmaktadır. Salisilik asit gerek cilt gerekse saç için oldukça faydalı bir asit türüdür. Salisilik asit saçın onarılmasına ve onarıma bağlı sağlıklı görünüme yardımcı olmaktadır. Saç onarımı için tavsiye edilen aspirin saçın olduğundan daha parlak görünmesine de yardımcı olan bir içeriğe sahiptir. Düzenli kullanımda saç yanıkları sorununun giderilmesine olanak sağlamaktadır. Saça kimyasal uygulanmasından kaynaklanan esnekleşme probleminin giderilebilmesi için idealdir.

Kepek Oluşumunun Önüne Geçmektedir

Birçok kişinin yakındığı kepek problemlerinin ortadan kaldırılmasına yardımcı olan aspirin saç derisini beslemektedir. Saç derisinde birçok sebebe bağlı olarak oluşan kepeklerin yok olması için aspirinin şampuan ile karıştırılarak kullanılması önerilmektedir. Kafa derisinde bulunan ölü derilerin yok edilmesine bağlı olarak kepek sorununun ortadan kaldırılmasına olanak sağlamaktadır. Salisilik asidin onarıcı etkisi ölü hücrelerin çözülmesinde rol oynamaktadır.

Aspirin Saç İçin Nasıl Kullanılır?

Herkesin evinde bulunan bir ilaç olan aspirin oldukça kolay kullanılabilmektedir. Aspirinin ezilerek direkt olarak saç derisi ile temasının sağlanması için en çok tercih edilen yol şampuan ile karıştırılmalıdır. Şampuanın boyutuna göre 3 ile 6 tablet arasında aspirinin ezilerek şampuanın içerisine aktarılması gereklidir. Şampuan ile karıştırılan aspirinin en az bir ay düzenli kullanılması tavsiye edilir. Etkilerinin görülebilmesi için haftada 3 kez kullanılması ve iyice durulanması gereklidir. Havanda ezilerek un haline getirilen aspirinin şampuan içerisine aktarıldıktan sonra iyice çalkalanması ve ardından uygulanması önemlidir.

Şampuana Aspirin Koyanların Yorumları

Şampuana aspirin koyanların yorumları merak ediliyor. Şampuana ezilmiş aspirin koyarak uygulama yapanlar kepek sorunlarından kurtulduklarını, saçlarının canlandığını ve daha sağlıklı bir görünüme kavuştuğunu belirtmektedirler.

Hangi makyaj hatası cildi yaşlı ve kötü gösterir? Ten ve göz makyajı hataları

Makyaj hatası kimi zaman kişiyi gülünç duruma düşürebilir. Cildin tonuna uygun olmayan ürünler, abartılı makyaj, yanlış makyaj uygulamaları güzelliğe gölge düşürür. Cilt olduğundan daha yaşlı ve yorgun görünür. Bir süre sonra cilde tutunamayan makyaj akmaya başlar. Bu hiçbir kadının istemediği bir durumdur. Bu içeriğimizde kimi kozmetik hataların çözümüne yer verdik. Haberimizin devamında ten makyajı hataları nelerdir sorusuna cevap bulabilirsiniz.

Ten Makyajı Hataları Nelerdir?

Ten makyajı cildin en görkemli elbisesidir. Neden mi? En güzel kıyafet bile temizlenmeyip, ütülenmediğinde tüm cazibesi yok olur gider. Cildin makyaj öncesi iyice temizlenip, arınması gerekir. Ten makyajı hataları için diğer detaylara bakalım.

Cildi nemlendirmeden makyaja başlamak;

En sık yapılan makyaj hatası cilt nemlendirme adımını atlamak. Cilt kuru olacağından üzerine yapılan ten makyajı pürüzlü görünür. Makyaj tene tutunamaz, tutunduğu sürede ise cildi yaşlı ve çirkin gösterir. Yaz-kış demeden cilde uygun SPF’li nemlendirici sürmek gerekir. Bu sayede makyaj cilde oturur ve cilt canlı görünür. Son olarak cildin su ihtiyacı karşılanır.

Makyaj bazı kullanmamak;

Makyaj bazı çoğu kişinin atladığı kozmetik hatalardan biridir. Hâlbuki makyaj bazı hem makyajın kalıcılığını artırır hem de cildi kusursuz gösterir. Cilt gözeneklerini küçülten makyaj bazı sayesinde yüz makyajı kusursuz görünür. Baz, nemlendiricinin ardından sürülür.

Ten rengine uygun olmayan fondöten;

En yaygın makyaj hatası ten rengine uygun olmayan fondöten seçimleridir. Satın almadan önce boyun üzerinde denenmesi gerekir. Aksi takdirde olduğundan daha bronz, daha pembe veya hayalet gibi bembeyaz bir cilt kaçınılmaz. Ayrıca ince formdaki sıvı fondötenler cilt üzerinde daha güzel durur. Kalın formda olan fondötenler bir süre sonra topaklanır ve burun kenarına birikme yapar. Fondötenler cilt kusurlarını kapatır ve cildi olduğundan daha iyi gösterir.

Yanaklara allık sürmek;

Allık sürülmesi gereken bölge elmacık kemikleridir. Yanaklara allık sürmek yüzü aşağıya çeker. Çizgi filmlerinden çıkmış Heidi gibi görünmek kaçınılmazdır. Ayrıca kırmızı tonlar yerine şeftali tonlardaki allıklar yüzü genç ve canlı gösterir.

Aşırı pudra sürmek;

Ten makyajı tamamlayıcı olarak son rötuş pudradır. Fakat pudra yüzün tamamına uygulanmaz. Özellikle yağlı cilde sahip kadınlar bu hatayı daha sık yapar. Aşırı pudra sürmek tüm makyajı trollemektir. Ten tozlu bir rafa benzer.

Göz Makyajı Hataları Nelerdir?

Canlı ve pürüzsüz bir cilt kadar etkileyici bakışlarda makyajın ana temalarından biridir. Fakat örümcek bacak kirpikler, olduğundan daha mor görünen gözaltı kapakları makyajı sabote eder. Özellikle yeni makyaja başlayanların sıklıkla sorduğu göz makyajı hataları nelerdir sorusunun yanıtını sizler için derledik.

Yanlış eyeliner çekmek;

Eyeliner, bakışları vurgular ve gözleri çekici gösterir. Fakat günlük hayatta kalın eyeliner çekmek gözleri yorar ve küçültür. Far kullanarak ta eyeliner çekilebilir. Bakışları etkili ve doğal gösterir. Far yerine jel veya kalem eyeliner çekmek isteyenler, eyeliner uzunluğunu göz yapısına göre ayarlamalıdır. Uzun çekilmiş kedigözü eyelinerlar sizi kötü gösterebilir. Kimi göz yapısında ise yarım eyeliner sürülmesi daha doğru bir teknik olur.

Çok fazla rimel sürmek;

Çok fazla rimel sürmek kozmetik reklamlarında sanıldığı gibi güçlü ve takma kirpik etkisi yaratmaz. Göz makyajı hataları içinde örümcek bacak efekti veren tek uygulamadır. Hele de alt kirpiklere sürülürse değmeyin o çirkin görüntüye! Çok fazla rimel uygulamak bütün dikkatleri kirpiklere çeker. Özellikle yakın mesafeden göz çevresi kusurlarını ortaya serer.

Yanlış göz altı kapatıcısı tonu ve sürümü;

Tıpkı fondötende olduğu gibi göz altı kapatıcısı da ten rengine göre seçilmesi gerekir. Çok açık renkte olanlar göz altı torbalarını ortaya çıkarırken, kırışıkları da belirginleştirir. Ayrıca kapatıcı sadece göz altına uygulanmaz. Doğru tekniği ise göz altı, burun ve yanağı kapsayan ters üçgen şeklindeki minik dokunuşlardır.

Kaş boyama;

Göz makyajının tamamlayıcısı kaşlardır. Seyrek kaşlı olanlar kaşlarını çok fazla kalem ya da kaş jeli ile boyarlar. Bu bakışları sertleştirir ve yüzün ifadesini değiştirir. Diğer makyaj hatası ise kaş renginden çok açık veya koyu renkte kaş boyası kullanmaktır. Kaş rengi tonuna uygun olanlar tercih edilmelidir.

Pirinç sirkesi evde nasıl yapılır, faydaları nelerdir?

Pirinç sirkesi diğer sirke türlerine göre hafiftir. Tatlı bir tadı olan sirke tam bir organik şifa kaynağıdır. Bileşenlerinde potasyum, yararlı bakteri ve enzimler bulunur. Cilt temizliğinden saç temizliğine ve birçok yemek tariflerine kadar çok sevilen bir konuk olur. Haberimizin devamında ‘’pirinç sirkesi kullanmanın faydaları nelerdir’’ sorusuna yanıt bulacaksınız.

Pirinç Sirkesi Kullanmanın Faydaları Nelerdir?

Organik pirinç sirkesi cilt toniği;

Pirinç sirkesi kimyasal madde içermez. Pirinç sirkesi yüze faydaları merak edilmektedir. Yüz, kimyasal tonik yerine organik pirinç sirkesi cilt toniği ile temizlenir. Bu sayede ciltteki gözenekleri kapatarak, sıkılaştırır. Tonik yapımı için bir cam spreye klorsuz su, beyaz pirinç sirkesi ve çay ağacı yağı eklenir. Buzdolabında saklanır ve bitene kadar kullanılabilir.

Pirinç sirkesi ile cilt bakımı;

Pirinç sirkesi ile cilt bakımı yapıldığında cilt hücreleri yenilenir ve cilt aydınlanır. Cilde tazelik verir ve ince çizgilerin görünümünü iyileştirir. Yaşlanmayı geciktiren pirinç sirkesi özellikle Güney Korelilerin bakım rutinlerinde vazgeçilmezdir.

Doğum ve güneş lekeleri savaşçısı;

Pirinç sirkesi ile doğum ve güneş lekelerinden kolayca kurtulmak mümkün. Bunun için ortalama 2 ay düzenli pirinç sirkesi kullanılması gerekir. Bir pamuk çubuk yardımıyla leke olan bölgede uzun süre bekletildikten sonra durulanır.

Pirinç sirkesi ile zayıflama;

Pirinç sirkesi ile zayıflama, fermente olan pirincin yağ yakıcı özelliğe bürünmesinden kaynaklanır. Bu nedenle diyet programlarında yerini alır.

Kolesterol dengeleyici;

Yağ peroksit oluşmasını engellediği için kan damar duvarlarının güvenliğini sağlar. Böylelikle hem kalp sağlığını hem de kolesterolü güvende ve dengede tutar.

Karaciğer dostu;

Kahverengi pirincin fermente edilmesiyle oluşan sirke, karaciğer tümörlerini önler ve koruma altına alır. Bu pirinç türüne kuroz adı verilir veya Japon pirinci olarak geçer.

Bağışıklık güçlendirici;

Pirinç sirkesi bağışıklığı kuvvetlendirir. Vücuttaki fonksiyonlarını korumasına yardım eder ve zararlı bakterilere karşı birlikte hareket eder.

Sinir yatıştırıcı;

Pirinç sirkesinde amino asit bulunur. Bu asit kanda dolaşan laktik asitle savaşır. Laktik asit yorgunluk, halsizlik, sinir yapar. Pirinç sirkesi sayesinde gün boyu enerjik ve dingin kalınır.

Mide ve sindirim sistemi koruyucusu;

Sindirim sistemi için gerekli olan asetik asitleri üreten pirinç sirkesi, mideyi korur. Besin değerlerini ilgili yerlere ulaştırır. Bu sayede vücudun ihtiyacı olan vitaminlere erişim kolaylaşır. Hazımsızlık sorununu giderir.

Antiseptik ilaç üretimi;

Pirinç sirkesi ile antiseptik ilaç üretimi yapılır. Zararlı bakterileri öldüren bu ilaçları çoğu ilaç firmaları üretir.

Pirinç sirkesi ile ev temizliği;

Pirinç sirkesi ile ev temizliği yapılmasındaki en önemli faktör, sirkenin parlatıcı ve mikrop kırıcı özelliğidir. Bulaşıkları ve gümüşleri parlatmak için kullanılır. Cam silinir. Temizlik suyuna 1 bardak eklenen sirke ile tüm zeminler temizlenir.

Ev Yapımı Pirinç Sirkesi Nasıl Yapılır?

Pirinç sirkesinin faydalarından etkilenenler, ev yapımı pirinç sirkesi nasıl yapılır diye araştırma yapmaktadırlar. Bizde sizler için bu pirinç sirkesi tarifini hazırladık.

Malzemeler:

  • Yarım su bardağı beyaz pirinç
  • 2 adet nohut
  • 2 buçuk bardak su
  • Cam saklama kavanozu

Nasıl hazırlanır?

  • Pirinçler ayıklanarak üç gün boyunca suyun içinde bekletilir.
  • Süre tamamlandığında pirinç süzdürülür ve cam kavanoza doldurulur.
  • 2 buçuk büyük boy bardak su kaynatılır ve soğutulur. Ardından pirinçlerin üzerine dökülür.
  • İki adet nohut eklenerek, bir bez yardımıyla kavanoz sıkıca kapatılır.
  • Hazırlanan karışım karanlık bir alanda 2 hafta boyunca bekletilir.
  • Süre tamamlandığında kapak açılır ve süzdürülür. Pirinç sirkesi kullanıma artık hazırdır.

Kalbi delik bebek belirtileri neler, yaşar mı? Tedavisi

Yeni doğan bebeklerde, kalpte delik önemli bir sağlık sorunudur, kısaca tıp dilinde ventriküler septal defekt adı verilen bu olgu en sık görülen doğuştan kalp hastalığı olarak nitelendirilebilir. Bu kusur nasıl meydana gelir açıklayalım; septumda sağ ve sol ventriküller vardır ve bunları birbirinden ayıran bir delik, kalbin normal gelişimini bozabilecek bir gelişmedir.

Kalp odacıkları arasında izole sağlayan bir perde görevi gören kastan bariyer, hamilelik döneminde, tam kapanma sağlamadığında arızalanır. Bebeklerde bu problem ortaya çıkar. Bu duvar, kalbin kasılma ve gevşeme sürecinde önemli bir etki gösterir. Kirli ve temiz kan arasını ayıran bu güçlü duvarda oluşabilecek bir delik, odacıklar arasında sızmaya yol açar. Küçük kalp deliği, belli bir tolerans değerine kadar hayati risk taşımayabilir.

Hamile kadınlarda, hamileliğin ilk 5. haftasında kalp ile ilgili bu bariyerin gelişimi diğer yapılarla eş zamanlı gelişmelidir. Herhangi bir nedene bağlı olarak, bu yapı gelişmezse, bebekte sol ve sağ ventriküller arasında oluşan basınçta farklılıklar ortaya çıkabilir.

Kalpte delik büyüdükçe odacıklar arasında kan basınç farklılıkları olacaktır. Kalpte sağ ventrikülün aşırı yük altına girmesi sorunu gerçekleşir. Bu durumda oksitlenen kanın kalbin sol tarafına ve akciğerlere pompalanmasında basınç yetersizliği ve sirkülasyon sorunları ortaya çıkar. Çok küçük deliklerde, hayati önem taşıyan sorunlar meydana gelmez.

Kalbi Delik Bebek Belirtileri Neler?

Kalbi delik bebek belirtilerinde kalpte hırıltı sesine dikkat edilmeli. Doktorlar, kalpte hırıltı duyarak kolayca teşhisi koyabilir. Ultrasonda kardiyoloji uzmanı, kalpteki hırıltının nedenini ortaya çıkarabilir. Çocuk, normal beslenip tamamen normal görünebilir. Ancak tıbbi olarak deliğin boyutu, oluşturabileceği hasarlar dikkatle izlenmeli ve ön görülmelidir.

Anne veya baba, bebeğin göğsünün sol tarafını avuçları ile tuttuklarında hırıltıyı hissedebilirler. Bu durumda da işin iç yüzünü öğrenmek için, önce çocuk doktoruna sonra da sevk ile kardiyoloji doktoruna göstermelidirler.

Kalbi Delik Bebek Nasıl Tedavi Edilir? Kalbi Delik Çocuğun Tedavisi

Hissedilen hırıltının büyüklüğü, sorunun daha küçük olduğunu göstermektedir. Bu önemli bilgiyi unutmamalı ve telaşa kapılmamalısınız. Çocukta kalbin delik olduğu teşhis edildikten sonra rutin olarak her üç ayda bir elektrokardiyogram ve ultrason taraması yaptırmak ve durumu izlemek yararlı olabilir. Sevindirici olan şu ki, çocuklarda kalp deliği sorunlarının yüzde 75’i çocuk büyürken iyileşmektedir. İyileşmeyen çocuklar için ameliyat 180 dakikalık basit bir operasyon olarak yapılır ve kalpteki bariyerde var olan delik, kapatılabilir.

Kalbi Delik Bebek Yaşar Mı?

Çocuklarda enfeksiyon önemli sorunlara yol açabilir. Bu yüzden kalbi delik olan çocuğa daha fazla bakım ve dikkat gerekir. Kalbi delik çocuklarda, diş çıkarırken endo-kardit oluşabilir. Bu durum kalp oda iç zarının zarar görmesi demektir. Bebek, diş çıkarırken rutin kontrolleri de eş zamanlı olarak yaptırabilirsiniz. Eğer doktor, bariyerdeki deliğin çok büyük olduğunu tespit ederse, ameliyat önerebilir. Operasyonu yapacak olan doktorun mutlaka çok deneyimli olması gerekiyor. Ameliyat, basit ama riskli bir operasyondur.

Deliksiz uyku için altın değerinde 10 öneri

Birçok insan gece uykusuna dalarken ya da uyku boyunca rahat bir uyku çekmekte zorlanırlar. Uyku insan sağlığı için oldukça önemlidir. Aynı zamanda insanı dinlendirdiği için birçok kişi deliksiz olarak tabir edilen rahat bir uyku uyumak ister. Rahat uyku uyumak için dikkat etmeniz gereken hususlar vardır. Küçük detaylar bile uykunuzun bölünmesine ya da uykuya zor dalmanıza neden olur. Bu durumların yaşanmaması ve daha rahat bir uyku için birçok yöntem vardır. İşte deliksiz uyku uyuyamıyorum diyenler için altın değerinde deliksiz uyku önerileri;

Deliksiz Uyku İçin Öneriler

Siz de deliksiz uyku uyuyamıyorum diyenlerdenseniz deliksiz uyku için altın önerilere göz atmanızı tavsiye ederiz.

Geç saatlerde tükettiklerinize dikkat edin;

Geç saatlerde tükettiğiniz birçok gıda, gece uykunuza doğrudan etki etmektedir. Özellikle kafein içeren gıdalar uyumadan önce tüketilmemelidir. Uyku saatinizden 6 saat öncesine kadar kafeinli gıdalar tüketmemeniz gerekir. Kafein tüketiminde uykuya dalmak güç olabilmektedir. Bu durumda sizin uykuya dalmanızı zorlaştıracaktır. Aynı zamanda aç bir şekilde uykuya dalmanız zor olabilir. Açlık hissini daima hissedeceğiniz için rahat uyku uyuyamayabilirsiniz. Bunun için akşam yemeğinizi doyurucu olarak yapmalısınız.

Uyku düzeninizi oluşturun;

Uyku sağlığınız ve beden sağlığınız için uyku düzeni oldukça önemlidir. Rahat bir uyku uyumak için kendi uyku düzeninizi oluşturmalısınız. Rahat bir uyku için en etkili yöntem, uyku düzenidir. Uyku düzeninizi belirlemeli ve her gün aynı saatte uyuyup aynı saatte uyanmalısınız. Uyku düzeniniz varsa uyku saatinizde uykunuz gelecek ve rahatça uykuya dalacaksınız. Aynı şekilde sabahta erken uyanacaksınız. Bu durumda sizin daha dinç ve enerjik olmanızı sağlayacak.

Yatağınızda sizi rahatsız eden bir şey olmasın;

Yatağınız sizin için değerli olsun! Yatağınızın rahatlığı, uykunuzun rahatlığı ile doğrudan ilişkilidir. Bu sebepten dolayı yatağınızda sizi rahatsız eden durumları ortadan kaldırın. Yastığınızda ya da yattığınız yatağınızda sizi rahatsız eden bir şeyler olabilir. Bunları ortadan kaldırarak daha rahat uyuyabilirsiniz. Aynı zamanda çarşafınızın, yastığınızın ve yatağınızın düzenli olmasına özen gösterin.

Uykunuza engel olan durumları ortadan kaldırın;

Rahat bir uyku için odanızın durumu çok önemlidir. Birçok insan hafif gürültüden ya da küçük bir ışık yansımasından dahi rahatsız olur ve rahat bir uyku uyuyamaz. Odanızda bu durumların olamadığından emin olun. Oluşabilecek küçük bir ses sizin gece uykunuzun bölünmesine neden olabilir. Aynı zamanda ışık gibi odayı aydınlatan cisimlerde bu durumun oluşmasına neden olabilir. Odanızın tamamen karanlık ve ses almadığından emin olun.

Yatakta cep telefonunuzla oynamayın;

Birçok insan, cep telefonuyla yatağa girmeyi adeta alışkanlık haline getirmiş durumda. Fakat deliksiz bir uyku için bu durum oldukça yanlış. Gece yatağınıza telefonunuzla girmemelisiniz. Telefonunuzdan yayılan ışıktan dolayı uykuya dalmakta zorluk çekeceksiniz. Gece kullandığınız cep telefonu odanın karanlık olmasından dolayı daha çok ışık saçar ve gözlerinizi yorar. Aynı zamanda yatağa girdiğinizde uykunuz varsa bile telefonla oynayarak bu uykunuzun kaçmasına neden olursunuz. Bunun için yatağa girmeden önce telefondaki işlerinizi bitirin ve yatağa girince direkt uyumaya çalışın.

Uyku öncesi gevşemenizi sağlayın;

Uykuya daha rahat dalmak ve daha derin uyku çekmek için uyumadan önce gevşemenizi sağlayabilirsiniz. Bunu yapmanın birkaç yolu vardır. Kitap okuyarak, duş alarak, germe egzersizleri yaparak ya da dinlendirici meditasyon yapabilirsiniz. Bunlardan birini yaptığınızda vücudunuz ve zihniniz gevşeyecek ve kendinizi daha rahat hissedeceksiniz. Özellikle uyku öncesi ılık bir duş almak oldukça etkili olacaktır. Uykuya daha rahat dalacağınız gibi daha rahat bir uyku çekmenizi de sağlayacaktır.

Gündüz uyumayın;

Birçok insan gündüz uykusu geldiğinde birkaç saat kestiriyor. Bu durum gece uykunuzu doğrudan etkilemektedir. Sadece bunu değil, uyku düzeninizi de etkilemektedir. Bunun için gece uykusundan başka uyku uyumamalısınız. Gündüz uykunuz geldiğinde uyuduğunuz takdirde gece uyku saatinizde uykunuz gelmeyecektir. Bu durum hem uyku düzeninizin bozulmasına hem de rahat uyku uyuyamamanıza neden olacaktır.

Alkol tüketmeyin;

Alkol, uykunun daha rahat olmasına yardımcı olması için birçok kez tüketildiği söyleniyor. Bu durum oldukça yanlıştır. Alkol, uykunuzu ve sağlığınızı ciddi anlamda etkilemektedir. Özellikle uyumadan önce tüketilen alkol, uykuya dalmanıza engel olur. Erkenden uyumanızı sağlasa da gece ara ara uyanmanıza neden olacaktır. Aynı zamanda sabah erken kalkacaksınız. Uyanmanız gereken saatten daha erken uyanacağınız gibi halsiz ve bitkin bir şekilde uyanacaksınız.

Şeker tüketmemeye özen gösterin;

Gün içerisinde alınan şeker miktarı, uykuya dalmanızı doğrudan etkilemektedir. Özellikle uyku öncesinde alınan şekerler, uykuya dalmanızı zorlaştıracaktır. Aynı zamanda gece uyanmanıza ve uykunuzun kesilmesine neden olabiliyor. Bunun için şeker tüketimine dikkat etmelisiniz. Şekerli gıdaları uyumadan önce tüketmemelisiniz. Özellikle uyku saatinizden 2 saat öncesine kadar şekerli gıdalar tüketmemelisiniz.

Zihninizi boşaltın;

Birçok insan yatağa girdiği anda birçok farklı düşünceye kapılır. Yarınki planlarını, o gün yaptıklarını ya da farklı birçok durumu düşünür. Sürekli bunları düşünmek uykunuzun kaçmasına neden olacaktır. Bunun için bu durumları aklınızdan atmanız gerekmektedir. Bunun için sayı sayma tekniğini kullanabilirsiniz. 100 sayısını 3’er 3’er geriye doğru sayın.

Koronavirüs sigara içenlerde ölüm riskini yüzde 50 yükseltiyor!

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve Yeşilay’ın verdiği destekle Sağlık Bilimleri Üniversitesince Gülhane Külliyesi’nde ’31 Mayıs Dünya Tütünsüz Günü’ münasebetiyle düzenlenen panelde önemli açıklamalarda bulunan Dünya Sağlık Örgütü Türkiye Temsilcisi Dr. Berdyklychev, “Pandemi sürecinde tütün ve tütün mamulleri kullanımı Covid-19 virüsü enfekte olma riskini artırdığı gibi ölüm riskini de yüzde 50 artırmaktadır.” dedi.

Kansere Yakalanmada Risk Faktörü

Çevrimiçi olarak gerçekleştirilen panelde selamlamayı Türkçe yapan DSÖ Türkiye Temsilcisi Dr. Batyr Berdyklychev, “Tütün ve tütün mamullerini içen insanların, kardiyovasküler ve solunum yolları rahatsızlıklarının yanı sıra kansere yakalanma riski ciddi seviyede artmaktadır. Tütün endüstrisi tarafından hedeflenen düşük ve orta gelire sahip ülkelerde her sene 8 milyonu aşkın insan tütün kullanımından dolayı yaşamını kaybetmektedir. Sigara içmeyenler açısından da tütün mamulleri ölümcül risk teşkil etmektedir. Sigara dumanının olumsuz etkilerine maruz kalan 1,2 milyon insan her sene yaşamını kaybetmektedir. Sigara kullananların Covid-19 virüsüne yakalanma ve ölüm riski yüzde 50 artmaktadır.” ifadelerine yer verdi.

Ailelere ve Ülkelere Ekonomik Yük Getiriyor

Tütün ve tütün mamullerinin sağlığa olan olumsuz etkileri haricinde ailelere ve ülkelere ekonomik açıdan ciddi külfet olduğuna değinen Berdyklychev, “Bu ekonomik ve insani trajedi çok sarsıcı olsa da mücadele edildiği takdirde engellenebilir. Bunun engellenebilmesi için çeşitli araçlar olduğunu söyleyebilirim. Bu araçlardan ilki olan DSÖ Tütün Kontrolü Çerçeve Sözleşmesi’nin ülkeler tarafından uygulanmasına Dünya Sağlık Örgütü gereken desteği vererek tütün talebini azaltmak için MPOWER olarak adlandırılan bir politika paketini de geliştirmiştir. Türkiye’nin, MPOWER tarafından tavsiye edilen bütün tedbirlerde en yüksek başarıyı yakalayan ilk ülkeler arasında yer aldığını büyük bir mutlulukla ifade ediyorum.” diye konuştu.

Türk Hükümetinin Başarısı Örnek Gösteriliyor

Tütün kontrolüyle ilgili Türk hükümeti tarafından yürütülen politikaların en yüksek seviyede olduğuna değinen Berdyklychev, “Türk hükümeti, DSÖ, diğer uluslararası sağlık kuruluşları ve STK arasında mükemmel bir ilişki vardır. Türk hükümetinin bu başarısını, DSÖ direktörü de diğer ülkelere örnek göstermektedir.

DSÖ, tütün mamullerinin bırakılması ile ilgili bütün ülkelere destek vermeye hazırdır. Tütün mamullerini bırakmak isteyen milyonlarca tütün kullanıcısına destek vermeye çalışan DSÖ tarafından küresel çapta #CommitToQuit yani ‘Bırakan kazanır’ başlığı altında bir kampanya başlatılmıştır. Bu kampanya kapsamında aralarında Türkiye’nin de olduğu 29 odak ülkeyle çalışılmaktadır.

Ayrıca TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanvekili ve AK Parti İstanbul Milletvekili Müşerref Pervin Tuba Durgut, ’31 Mayıs Dünya Tütünsüz Günü’ 2021 ödülüne Dünya Sağlık Örgütü tarafından layık görülmüştür. Kendisini, tütün kullanımına karşı verdiği mücadeleden dolayı tebrik ediyorum.” şeklinde konuştu.

Sigara Akciğer Hastalıklarının En Önemli Nedeni

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından yayınlanan veriler incelendiğinde dünyada her sene aralarında pasif içicilerinde yer aldığı 8 milyonu aşkın insanın sigara nedeniyle yaşamdan koptuğunun altını önemle çizen Berdyklychev, “Sigara akciğer hastalıklarının en önemli nedenleri arasında yer almakla birlikte akciğer kanserinden kaynaklı ölümlerin ise yüzde 90’ını oluşturmaktadır. Sigarayla mücadeleye dikkat çekmek ve kamuoyu oluşturulması için DSÖ tarafından her sene 31 Mayıs Dünya Tütünsüz Günü olarak ilan edilmiştir.

Dünyada yaklaşık 1 milyar 100 milyon tütün kullanıcısının olduğu tahmin edilmektedir. Tütün kullanıcılarının yüzde 80’i ise düşük ve orta gelirli ülkelerde yaşamaktadır.

Dünya çapında üretilen sigaraların satışına dair istatistikler incelendiği zaman dünyadaki sigaraların yüzde 55’i Asya’da, yüzde 11,8’i Afrika ve Ortadoğu’da, yüzde 10,8’i Orta ve Doğu Avrupa’da, yüzde 9,3’ü Batı Avrupa’da, yüzde 8,9’u Latin ve yüzde 4,7’si de Kuzey Amerika’da satılmaktadır.

2000 yılında dünyada tütün tüketimi yüzde 27 seviyelerinde iken küresel çapta düzenlenen kampanyalar sayesinde bu oran 2016 yılı itibariyle yüzde 20’ye kadar gerilemiştir.” dedi.

Tırnak yeme alışkanlığı nasıl bırakılır? Hangi doktora gidilir?

Stresli veya endişeli hissettiğinizde tırnaklarınızı ısırıyor musunuz? Bu zararlı alışkanlık sadece tırnaklarınıza ve dişlerinize zarar vermekle kalmaz, aynı zamanda vücudunuzda çeşitli sağlık sorunlarına da neden olur. Bu kötü alışkanlıkla başa çıkmak için çeşitli yöntemler deneyebilir veya sorunun kaynağını araştırabilirsiniz.

Tırnak Yemeyi Tetikleyen Unsurlar Nelerdir?

Tırnaklarınızı yemek, altta yatan bir sağlık durumunu gösterebilir. Geçici tırnak ısırığı nispeten hasarsızdır. Bununla birlikte uzun vadeli bir sorun haline gelebilir.

Tırnaklara ve çevresindeki dokulara hasar veren ve kontrol dışına çıkan tırnak ısırıkları genellikle “otofaji” olarak adlandırılır. Bu durum “obsesif kompulsif bozukluk ve ilgili hastalıklar” olarak sınıflandırılır.

Tırnak ısırığının diğer olası nedenleri arasında şunlar bulunur:

  • Aile üyeleri bu alışkanlığa sahip
  • Duygusal veya zihinsel stres
  • Sinirli ruh hali
  • Endişe ve kaygı
  • Sıkılma ve boş vakit geçirme
  • Aç hissetme
  • Güvensizlik duygusu

Tırnak Yeme Alışkanlığı Nasıl Bırakılır?

1- Tırnaklarınızı kısa kesin:

Tırnaklarınızı kısa bir süre için kısa şekilde kesmek, tırnak yemeyi önlemenin en iyi ve etkili yollarından biridir. Isırmak için tırnak bulamadığınızda bu alışkanlıktan vazgeçmeniz kolaylaşır.

2- Manikür yapın:

Kendinize iyi davranın ve güzel tırnaklar alın. Manikür, tırnaklarla birlikte ellerin de çekici görünmesini sağlar. Tırnaklarınıza zarar vermek istemediğiniz için tırnaklarınızı ısırmanız pek olası değildir. Bu yöntem çoğu zaman işe yarayabilir.

3- Tetikleyici unsur kontrol edin:

Tırnak ısırmanızın sebebine dikkat edin. Sıkıldığınızda tırnaklarınızı ısırır mısınız? Araştırmalar, insanların sıkıldıklarında, aç olduklarında, gergin veya tedirgin hissettiklerinde tırnak yemeye yöneldiklerini gösteriyor. Tetiği bulun ve tırnaklarınızı ısırmamak için önleyici önlemlere başvurun.

4- Başka şeylerle meşgul olun:

Tırnaklarınızı ısırmanızı önlemenin iyi bir yolu, enerjiyi başka bir rahatlatıcı davranışa aktarmak amacıyla ellerinizi ve ağzınızı meşgul etmektir. Sizi meşgul eden bir aktivite bulun. Bu, aradığınız duyusal uyarımı sağlayabilir. Ellerinizi basınç toplarıyla rahatlatarak tırnaklarınızı yemeyi bırakana meşgul etmeye çalışın. Bunun dışında ağzınızı meşgul edecek bir arayış içindeyseniz, sakız çiğnemek en sağlıklı çözüm yolu olacaktır.

5- Acı oje kullanın:

Tırnaklarınızı yemeyi bırakmanın en yaygın yollarından biri, tırnaklarınıza tadı kötü bir sıvı sürmektir. Tırnaklarınızı ağzınıza soktuğunuzda kendinizi kötü hissediyorsanız, tırnak ısırmalarını önleyebilirsiniz. Tırnak ısırmalarını önlemek için tırnaklara acı bir tat vermek için özel tip oje kullanabilirsiniz. Ojenin korkunç kokusu, tırnaklarınızı ısırmadan önce mutlaka iki kez düşünmenizi sağlayacaktır.

Tırnak Yemek Hangi Sorunlara Yol Açar?

Tırnak yeme eğilimi zararsız bir alışkanlık gibi görünse de maalesef davranış bozuklukları ve enfeksiyon riski ile ilişkili zararları vardır. Tırnaklarınızı ısırmak ciltte hasara neden olabilir ve bu alanlar ağızdaki bakterilere maruz kalabilir ve muhtemelen cilt enfeksiyonlarına yol açabilir. Bazı durumlarda bu enfeksiyonlar şiddetli hale gelebilir ve tırnaklarda kalıcı deformasyona neden olabilir.

Deri enfeksiyonları ve tırnak deformitelerinin yanı sıra diğer riskler arasında diş hasarı ve hatta çene sorunları yer alır. Tırnaklarınız bakteri barındırdığı için hastalanma olasılığınız artar.

Tırnak Yeme Alışkanlığı İçin Hangi Doktora, Bölüme Başvurulmalı?

Tırnak yeme genellikle obsesif kompulsif bozukluk (OKB) veya başka şekilde anksiyete bozukluğu gibi daha olumsuz sonuçları olan bir depresyon hastalığının belirtisidir. Tırnak ısırığınız ciddi bir soruna veya işlev bozukluğuna neden oluyorsa, yardım isteme zamanı gelmiştir. Anksiyete gibi alışkanlığı tetikleyen temel bir sorun varsa bu konu ele alınmalıdır. Bu nedenle profesyonel yardım almalısınız. Elbette tırnak yeme alışkanlığı sağlıkla ilgili herhangi bir olumsuz sonuç doğuruyorsa, bir dermatoloğa gitmeniz gerekebilir. Tırnaklarınızı ısırırsanız ve cildinizde kırmızı, şiş veya hassas bölgeler varsa, tedavi gerektiren bir enfeksiyon geliştirip geliştirmediğinizi anlamak ve gerekli önlemleri almak için bir dermatoloğa danışın.

Yüksek şekeri ne düşürür? Evde şekeri düşürmenin yolları

Diyabet, ülkemizde ve hatta dünyada giderek daha fazla insanı etkiliyor. Bu, tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır. Öte yandan tedaviyi takip eden ve doktor tavsiyesine uyan hastalar; çok sağlıklı bir yaşam sürebilirler. Bununla birlikte, diyabet uygun şekilde tedavi edilmezse, kan şekeri kontrolü yeterince kontrol edilmezse ciddi sorunlara neden olabilir.

Yüksek Şekeri Ne Düşürür? Evde Şekeri Düşürmenin Yolları Neler?

Yüksek kan şekeri seviyelerinin düşürülmesi ve kan şekeri seviyelerinin belirli bir aralıkta tutulması diyabet tedavisinin temelidir. Şeker hastalığını tedavi etmenin çeşitli haplar ve insülin enjeksiyonları gibi birçok yolu vardır. Doktorlar, hastanın diyabet derecesini ve hastanın genel durumunu göz önünde bulundurmalı; en uygun tedaviyi belirlemelidir. Tedavi, diyabetin kontrolünde ve hastalığın neden olabileceği komplikasyonların engellenmesi için gereklidir. Tedaviye ek olarak evde kullanılabilecek bazı basit yöntemler de etkili bir şekilde kan şekerini düşürebilir.

Egzersiz yapın:

Düzenli egzersiz, ideal kiloyu korumak ve vücudun insüline olan duyarlılığını artırabilmek için önemlidir. Özellikle de tip II diyabet hastalarında; insan hücreleri, kan şekerini düşürücü etkiye sahip olan insülin hormonuna dirençlidir. Bu nedenle insülin bu hücreler üzerinde yeterli etki yapamaz. Sonuç olarak glikoz (kan şekeri) kandan insüline dirençli hücrelere geçemez ve kan şekeri yükselir.

Düzenli egzersiz, vücut hücrelerinin insüline daha fazla yanıt vermesini sağlar. Ayrıca egzersizde kullanılan kaslar enerji kaynağı olarak glikozdan tüketim sağladığı için kan şekeri büyük oranda düşürülür. Hipoglisemi gerekmesine rağmen kan şekeri düzeylerinde aşırı azalma ciddi sorunlara neden olabilir. Bu nedenle egzersiz öncesi ve sonra kan şekerinin kontrol altında olması ve etkilerin gözlenmesi önerilir. Hastanın yaşına ve genel durumuna göre uygun egzersizi belirlemek için bir uzmana danışmak faydalı olabilir. Genel olarak yüzme, bisiklete binme, tempolu yürüyüş, halter ve diğer aktiviteler; önerilen egzersizler arasındadır.

Karbonhidrat tüketimini kontrol altında tutun:

Karbonhidratlar vücutta kullanılan ana enerjidir. Doğal veya suni gıdalardaki şeker, nişasta, lif ve diğer maddeler; karbonhidrat oluşturur. Karbonhidratlar vücut tarafından sindirime uğradığında, başta glikoz olmak üzere çeşitli moleküller haline gelirler. İnsülin, insan vücudunda glikoz kullanımı ve depolanması gibi işlemlerden sorumlu bir hormondur.

Dengeli bir diyet, belirli miktarda karbonhidrat gerektirir. Ancak aşırı karbonhidrat alımı insülin ve kan şekeri arasındaki dengeyi bozabilir. Kan şekerinin yükselmesine neden olur. Bu nedenle şeker hastaları çok fazla karbonhidrat tüketmekten kaçınmalıdır. Yüksek karbonhidrat içeriği bulunan gıdalar:

  • Ekmek, makarna, mısır
  • Patates gibi nişastalı sebzeler
  • Süt
  • Dut ve böğürtlen dışındaki meyveler
  • Şekerli, gazlı, alkollü içecekler
  • Tatlılar, dondurma, kekler
  • Hamur işleri ve benzeri yiyecekler

Diyabet hastaları bu yiyeceklerden olabildiğince uzak durmalıdır.

Lifli gıdaları tercih edin:

Lifli yiyecekler yemek karbonhidratların sindirimini ve şekerin emilimini yavaşlatmaya yardımcı olur. Bu şekilde kan şekeri daha yavaş yükselir. Lif; çözünür ve çözünmez olmak üzere iki alt gruba ayrılır. Her iki yeme türü de faydalı olsa da çözünür lif içeren besinler kan şekerini kontrol altına almada ve düşürmede daha etkilidir. Çözünür lif bakımından zengin besinler:

  • Brüksel lahanası
  • Avokado
  • Armut
  • Brokoli
  • Şeftali
  • Kayısı
  • Elma
  • Turp
  • Keten tohumu
  • Arpa

Bu yiyeceklerden daha fazlasını diyetinize dahil etmek kan şekerini düzenlemeye yardımcı olur. Lif bakımından zengin meyveler yerken şeker içeriğini de göz önünde bulundurmalısınız. Bu meyveleri yemek istiyorsanız az miktarda yemelisiniz. Kadınların günde 25 gram, erkeklerin ise 38 gram life ihtiyacı vardır.

Bol sıvı tüketin:

Her gün yeterli miktarda sıvı alımı kan şekerini sağlıklı bir aralıkta tutmaya yardımcı olur. Sıvı tüketimi böbrekler tarafından atılan idrar miktarını artırarak kandaki fazla şekerin vücuttan atılmasını sağlar. Sıvı tüketiminde dikkat edilmesi gereken bir husus, şekerli içeceklerden kaçınmaktır. İnsan vücudunun sıvı ihtiyacı; su ve soda gibi içeceklerden karşılanmasında fayda vardır.

Porsiyon kontrolü yapın:

Porsiyon kontrolü, kalori kısıtlaması ve kilo kontrolü açısından çok faydalı bir yöntemdir. İdeal vücut ağırlığının korunması, diyabetin gelişmesini önlemek ve diyabetik hastalara hastalık kontrolü sağlamak için önemlidir. Ayrıca bu parçaların azaltılması, yemek sırasında kan şekeri seviyesinin ani yükselmesini engelleyebilir. Kısmi kontrolde olası etkili yöntemler:

  • Porsiyonları tartın
  • Servis için daha küçük tabaklar kullanın
  • Halka açık açık büfelerden kaçının
  • Besin değeri tablosunu okuyarak ambalajlı ürün tüketin
  • Yemek günlüğü tutun
  • Yavaş yemeyi tercih edin

Düşük glisemik indeksi olan besleyici yiyecekler yiyin:

Glisemik indeks, ne kadar gıdanın kan şekerinde artışa neden olduğunu gösteren bir değerdir. Besinler; glisemik indeks düşük, orta ve yüksek olmak üzere ikiye ayrılır. Düşük glisemik indeksi olan yiyecekler kan şekerinde küçük bir artışa neden olurken, yüksek glisemik indeksi olan yiyecekler kan şekerini önemli ölçüde artıracaktır. Şeker hastaları, kan şekerini istenen seviyede tutmaya yardımcı olması için düşük glisemik indeksi olan yiyecekleri tercih etmektedir. Düşük glisemik indeksi olan düşük ila orta büyüklükteki yiyecekler:

  • Bulgur
  • Yoğurt ve ayran
  • Yulaf
  • Fasulye
  • Balık ürünleri
  • Nişastalı olmayan sebzeler
  • Kepekli makarna

Şekeri düzenli olarak takip edin:

Şeker hastaları için düzenli olarak kan şekerinin ölçülmesi önerilir. Özellikle yeni bir ilaca başlarken veya diyet değiştirirken kan şekeri izlenmelidir. Kan şekerinin yükselip düşmesine dikkat etmek de faydalı olacaktır. Bu sayede hasta; yeni ilacın veya diyetin etkisini belirli bir şekilde görebilir. Bu değerlerden yola çıkarak; hangi besinlerin kan şekerini artırabileceği, hangi öğün aralığının kan şekeri kontrolü için daha faydalı olduğu gibi sorulara cevap bulabilir. Ayrıca bu değerler doktorlara şeker kontrolü sırasında oldukça faydalı bilgiler sağlamaktadır.

Stres yönetimini öğrenin:

Stres, doğrudan kan şekeriyle ilgili bir hastalıktır. Stres sırasında vücutta salgılanan glukagon ve kortizol gibi hormonlar; kan şekerinin yükselmesine neden olur. Bu nedenle, stresle başa çıkmak ve stres düzeyini azaltmak kan şekerini kontrol etmeye yardımcı olabilir. Stresle başa çıkmanızı kolaylaştırmanın birçok farklı yolu vardır. Bir kişi için en uygun gevşeme yöntemini belirlemek ve uygulamak şekeri azaltmaya yardımcı olabilir.

İyi uyku uyuyun:

Kaliteli ve yeterli uyku süresi sağlık için çok önemlidir. Bazı durumlarda vücut, kesintili uyku düzeni, kötü uyku kalitesi ve uykusuzluk gibi birçok değişikliğe uğrar. Bunlar arasında; azalmış insülin duyarlılığı, iştah artışı ve kilo alma gibi durumlar vardır. Ayrıca uyku eksikliği vücutta kortizol salınımına neden olur ve bu da kan şekerini artırır. Tüm bu durumlardan kaçınmak için yeterli gece uykusu sağlanmalıdır.

Kiloyu kontrol edin:

İdeal kiloya ulaşmak, diyabeti önlemede çok etkilidir. Giderek yaygınlaşan diyabetle başa çıkmak için kilo kontrolü sağlayın; bu hastalığı önlemenin en önemli yollarından biridir. Diyabet teşhisi konulan hastalarda kilo kontrolü, diyabetin neden olabileceği diğer hastalıkların önlenmesinde rol oynayabilir. Özellikle bel çevresi; şeker hastalığı ve kalp hastalığı gibi ciddi sağlık sorunlarının önemli bir göstergesi olabilmektedir. Kadınların bel çevresi 80 cm’den ve erkeklerin bel çevresi 92 cm’den büyükse; bu hastalıkların riskinin arttığını gösterir. Kişiyi yaşına bağlı olarak olması gereken kilo aralığında tutmak ve bel çevresini tehlikeli değerin altında tutmak için uygulanmalıdır. Bu uygulamalar aynı zamanda kan şekerinin istenilen seviyede tutulmasına yardımcı olur.

Kan şekerinizi kontrol altında tutabilmek için iyi donanımlı bir sağlık merkezinden yardım başvurusu sizin için en iyi tedavi yöntemi, sağlık durumunuza uygun egzersiz planı, beslenme planı gibi sorunların çözülmesine yardımcı olacaktır. Dengeli bir diyet hazırlamayı ertelemeyin.

Damar tıkanıklığı neden olur, belirtileri neler? Tedavisi

Damar Tıkanıklığı Nedir?

Damar tıkanıklığı özellikle ileri yaşlarda meydana gelebilen riskli bir rahatsızlıktır. Aldığımız oksijen, tükettiğimiz besinler, damarlar aracılığı ile hücrelere aktarılır. Bu nedenle damarların insan vücudu için işlevi yadsınamaz derecede önemlidir. Damar tıkanıklığının büyük risk taşımasının en büyük nedeni de budur. Damar tıkanıklığı genel itibari ile sağlıksız beslenme ve sağlıksız yaşam aktiviteleri gösterme sonucunda ortaya çıkmaktadır. Sağlıksız beslenmeler sonucunda oluşan plaklar arterleri tıkayarak damar tıkanıklığını meydana getirmektedir.

Damar Tıkanıklığı Belirtileri Nelerdir?

Damar tıkanıklığı fark edilebilir bir rahatsızlık değildir. Bu fark edilememe durumu erken teşhisi de ortadan kaldırdığı için ileri boyutta kalp krizi gibi rahatsızlıklara da neden olabilmektedir. Genel itibari ile damar tıkanıklığı yavaş seyir gösteren bir hastalıktır ve 40 yaş üstü bireylerde daha sık görülmektedir. Damar tıkanıklığını önlemenin en önemli yolu sağlıklı beslenmek ve sağlık için kaliteli bir yaşam sürmeye özen göstermektir. Damar tıkanıklığının birçok belirtisi olsa da hastalar tarafından teşhis edilemez.

Damar Tıkanıklığı Neden Oluşur?

Özellikle sigara ve alkol kullanımı damar tıkanıklığının en önemli sebeplerindendir. Yanlış beslenme, sağlıksız besinler tüketme, vücudun ihtiyaç duyduğu mineral ve vitaminleri karşılayamama da damar tıkanıklığının meydana gelmesinde büyük bir etki sağlamaktadır.

Kalp Damar Tıkanıklığının Belirtileri Nelerdir?

Yanlış beslenme, sigara ve alkol gibi sağlıksız maddelerin tüketilmesi sonucunda kanda oluşan plaklar arterleri tıkayarak kalp bölgesinde ağrılara neden olmaktadır. Oksijen, akciğerlerde bulunan atar damarlar sayesinde kalbe gönderilir. Bu damarların tıkanması, büyük sağlık sorunlarına neden olmaktadır. Kalpte meydana gelen damar tıkanmalarının belirtileri, göğüs sıkışması, sırt bölgelerinde ağrı meydana gelmesi, nefes almakta güçlük çekme ve kalp ritminde meydana gelen bozulmalardır.

Beyin Damarlarında Meydana Gelen Tıkanmaların Belirtileri Nedir?

Kanda oluşan plaklar nedeni ile beyin damarlarında tıkanıklık meydana gelebilir. Bu da hastada “inme” adı verilen rahatsızlığın görülmesine neden olabilmektedir. Beyin damarlarının tıkanma belirtileri, halsizlik ve güçsüzlük, vücutta uyuşma ve hareketsizlik hissi, odaklanma ve konsantrasyon problemleri, nefes almada güçlük yaşama, baş ağrısı ve dönmesi, denge ve bilinç kaybıdır.

Kol ve Bacak Damarlarındaki Tıkanıklıkların Belirtileri Nelerdir?

Kol ve bacaklarda şiddetli ağrılar, uyuşma, üşüme, güç kaybı, kasların zayıflaması, kangren, tırnaklarda yaşanan incelme ya da kalınlaşma bacak ve kol bölgelerinde meydana gelen damar tıkanıklığının belirtileri arasındadır. Damar tıkanıklığı içerisinde en çok kol ve bacak bölgelerinde tıkanıklık gözlemlenmektedir.

Damar Tıkanıklığı Nasıl Tedavi Edilir?

Daha önce de belirtildiği gibi damar tıkanıklığı çok yavaş ilerleyen ve geç fark edilebilen bir hastalıktır. Bu nedenle bireyler, damar tıkanıklığı problemleri yaşamamak için beslenme düzenlerine dikkat etmelidir. Sigara ve alkol tüketiminden uzak durmak da damar tıkanıklığını önlemek için önemli bir davranıştır. Düzenli spor aktiviteleri yapmak, vücudun ihtiyaç duyduğu mineralleri karşılayabilmek de önemli bir faktördür. Tıbbi açıdan ise damar tıkanıklığı, çeşitli ilaçlar ve ameliyatlar ile tedavi edilebilmektedir. Bypass adı verilen ameliyatlar ile tıkanılan damarlar açılabilmektedir. Bu ameliyatlar oldukça sık başvurulan ameliyatlardır. Başarılı sonuçlar aldığı da bilimsel olarak kanıtlanmıştır.

Diş hastalıkları kalp rahatsızlıkları riskini 3 kat artırıyor!

İnsanlar, sağlıklı dişlere ve diş etlerine estetik görünüm için önem vermektedirler. Ancak dişlerin düzenli fırçalanarak, diş ipi kullanılarak vb. yöntemlerle ağız ve diş bakımı yapılması kalp rahatsızlıklarından bakteriyel zatürre rahatsızlıklarına ve felce kadar birçok hastalığa karşı ciddi bir koruma sağlıyor. Ağız sağlığının vücut sağlığını doğrudan etkilediğine ve bunun unutulmaması gerektiğine değinen Ağız ve Diş Sağlığı Uzmanı Dr. Eda Özdere, “Dişler günde iki defa fırçalanarak, diş ipi kullanılarak, doktor kontrollerini aksatılmayarak ve sağlıklı beslenerek ağız ve diş sağlığı etkili bir şekilde korunabilir. Bu basit ve etkili alışkanlıkları herkesin edinmesi ve ömür boyu sürdürmesi sağlıklı yaşam için çok önemlidir.” dedi.

Ağızdaki Bakterilerin Çoğu Zararsız

Ağızdaki bakterilerin çoğunun zararsız olduğunu belirten Dr. Eda Özdere, “Sindirim ve solunum sistemimizin giriş noktası ağzımızdır. Bu nedenle ağızdan vücuda giren bakteriler hastalıklara neden olabilir. Ağız hijyenine dikkat etmeyen kişilerde ise bu bakterilerden dolayı diş çürükleri ve diş eti rahatsızlıkları gibi genel sağlığı da olumsuz etkileyen çok ciddi ağız enfeksiyonları görülür. Ağız hijyenini olumsuz etkileyen bir diğer durum ise kullanılan bazı ilaçların tükürük akışını bozmasıdır. Tükürük, ağza giren yiyecekleri yıkadığı gibi ağızdaki bakterilerin ürettiği asitleri nötralize ederek mikroplara karşı koruma sağlar.” ifadelerine yer verdi.

Kalp Hastalıklarında Risk 3 Kat Artıyor

Ağız içerisindeki bakterilerin ve diş etinin iltihaplanmasının kronik hastalıklara neden olabileceğini ifade eden Dr. Özdere, “Kalpte görülen endokardit adlı enfeksiyona genellikle ağızdan vücuda giren bakterilerin ya da diğer mikropların kan dolaşımı sayesinde kalbin belirli bölgelerine ulaşması neden olur. Bu konu üzerine yapılan araştırmalar gösteriyor ki diş ve diş eti iltihapları (periodontal) olan kişilerde kalp rahatsızlıklarına yakalanma riski 3 kat artırıyor.” diye konuştu.

Hamileler Ağız Sağlığına Dikkat Etmeli

Diş ve diş eti hijyenine dikkat edilmemesi sonucunda bozulan ağız sağlığının sadece kardiyovasküler rahatsızlıklara değil, bakteriyel zatürre ve felç gibi hayati tehlike doğurabilecek rahatsızlıklara da neden olduğunu kaydeden Dr. Özdere, “Hamileler ağız ve diş sağlığına çok dikkat etmeli.

ABD’de de bulunan Kuzey Carolina Üniversitesi tarafından beş yıl boyunca yapılan araştırmanın neticesinde periodontal rahatsızlığı olan hamilelerde erken doğum ve düşük riskinin 7 kat arttığı görüldü. Şeker hastalığı olanlarda ise diş eti çekilmesine (Periodontitis) daha sık rastlandığı gibi daha şiddetli oluyor. Ayrıca diş eti rahatsızlıkları kan şekerinin kontrol altına alınmasını zorlaştırıyor. Bu nedenle şeker hastalığını rahatlıkla kontrol altına almak için ağız ve diş sağlığına çok önem verilmelidir. Diyabetin kontrol altına alınamaması diş eti rahatsızlıklarına zemin hazırlarken, şeker hastalığı olanlarda ise diş eti rahatsızlıklarının tedavi edilmemesi kan şekerinin kontrol altına alınmasını zorlaştırır.” şeklinde konuştu.

Ağız Sağlığının Korunmasında 5 Temel Alışkanlık

Ağız ve diş sağlığının korunması için edinilmesi gereken 5 temel alışkanlığı ise Dr. Özdere şöyle sıraladı;

 

  • Dişler günlük iki defa fırçalanmalıdır.
  • Dişlerin arasına giren gıdalar ağız kokusuna neden olduğu gibi diş etini tahrik ederek diş eti hastalıklarına zemin hazırlar. Bunu engellemek için diş ipi kullanımı ihmal edilmemelidir.
  • Dişlerde ve diş etinde oluşabilecek muhtemel hastalıkların önüne zamanında geçebilmek için düzenli aralıklarla diş hekimine gidilmelidir.
  • Sağlıklı ve dengeli beslenmeye çok dikkat edilmelidir. ,
  • Sigara ve alkolden kesinlikle uzak durulmalıdır.

Zorlanmadan kilo vermenin kolay 10 yolu

Kilo vermek, illa ki spor salonlarında ter dökmekle ve yediklerinizi kısmakla başarılacak bir iş değildir. Zorlanmadan kilo vermenin bazı püf noktaları vardır. Bunun için sizin yapacağınız şey, sabırlı olmak ve bu yazıdaki önerileri uygulamaktır. Kilo alırken kiloları bir günde almadınız ve bunları 1 günde veremezsiniz. Her şey, kötü beslenme alışkanlıklarınızla gelişti ve bu gün istenmeyen duruma geldi. Şimdi, beslenme tarzında yapılacak küçük ve etkili değişimlerle, zorlanmadan kilo vermenin zamanı geldi.

İşte Zorlanmadan Sağlıklı Kilo Vermek İçin 10 Adım

  • Her sabah aç karnına su için,
  • Yiyeceklerinizi değiştirin,
  • Bitter çikolata tüketin,
  • Azar azar yiyin ama mahrum kalmayın,
  • Yürüyüş yolunuzu uzatın,
  • Kahvenizi ve çayınızı şekersiz için,
  • Ne olursa olsun aç kalmayın,
  • Protein ve lifli gıdalar tüketin,
  • Uykunuzu tam alın,
  • Meditasyon yapın.

Her sabah aç karnına su için:

Hem böbrekleriniz için hem de genel metabolizma için her sabah bir bardak ılık su içmeyi alışkanlık haline getirin. Böbrek rahatsızlıklarınız azalacak, yavaş yavaş cildinizin parlaklaştığını göreceksiniz. Yağlarınız azar azar erimeye başlayacak.

Yiyeceklerinizi değiştirin:

Bu güne kadar edindiğiniz beslenme alışkanlığı yanlıştı, sonuçları size fazla kilo olarak geri döndü. O halde canınızı sıkmadan, beslenme alışkanlıklarınızı değiştirin. Size neyin çok kilo aldırdığını biliyorsunuz, onu hayatınızdan çıkarın.

Bitter çikolata tüketin:

Rafine şeker en büyük düşmanınızdır, bitter çikolata, rafine şekerin yerine geçebilecek daha lezzetli ve sağlıklı besinlerden biridir. Kendinizi şımartın ve canınız tatlı istediğinde, bir parça bitter çikolata gömün.

Azar azar yiyin ama mahrum kalmayın:

Bir şeye açlık hissederseniz, onu misli ile elde etmek için enerji biriktirirsiniz. Her şey için bu kural geçerlidir. O halde aç kalarak, çok yemek yemenin önünü açmayın. Canınız ne isterse, sadece bir parça yiyebilirsiniz. Kendinizi frenleyin.

Yürüyüş yolunuzu uzatın:

Yürüme mesafenizi ne kadar uzatırsanız, attığınız her adım, sizi hayal ettiğiniz güzel vücuda daha da yaklaştıracak. Bu düşünce ile yolunuzu uzatın ve yürümekten çekinmeyin. Güzel havaları fırsat olarak görün.

Kahvenizi ve çayınızı şekersiz için:

Kahve ve çay, tiryakiler için vazgeçilmezdir. Ancak şekerli içilirse en büyük zararı da bu keyif araçları verir. Çayı ve kahveyi şekersiz için, daha lezzetli olduklarını en geç 1 hafta içinde anlayacaksınız.

Ne olursa olsun aç kalmayın:

Yemek konusunda zaafı olanlar, bu maddeyi dikkate almalıdır. Yemek yemekten çok hoşlananların, kesinlikle aç kalmamasını öneriyoruz. Eğer aç kalırlarsa, bir sonraki öğünde normalin 2 katı yiyecek tüketme riskleri her zaman vardır.

Protein ve lifli gıdalar tüketin:

Lifler kuruyemişlerde, sebzelerde ve meyvelerde; baklagillerde bol bol var. Protein ise et süt ve tabi yumurtada bolca bulunur. Az olmak kaydı ile protein ve çok olmak kaydı ile bol bol sebze tüketin.

Uykunuzu tam alın:

Uykusuzluk, daha çok çay sigara ve atıştırma için zaman yaratmaya yol açar. Düzenli uyku ise vücudun kendini resetlemesi için gereklidir. Kilo vermek için güce, güç için düzenli uykuya ihtiyacınız var.

Meditasyon yapın:

Meditasyon, dünyada ve bu hayatta, yemekten daha önemli şeyler olduğunu hatırlatmak için yapılır. Günde 20 dakika loş bir alanda yalnız başınıza kalın ve iç aleminizi tanımak için gayret gösterin.

Keçi peynirinin ve keçi sütü sabununun faydaları ve zararları

Keçi peyniri günümüzde organik beslenmeye çok önem veren insanların aradığı fakat zor bulduğu bir peynir türüdür. Bulunsa bile oldukça pahalı olan keçi peyniri diğer peynirlere göre biraz daha özel bir yere sahiptir. Keçi peyniri sindirimin kolaylaştırılması ve normale dönüştürülmesi, bağışıklığın güçlendirilmesi açısından son derece önemli bir peynirdir. Bugün dünyada en çok keçi peynirinin tüketildiği ülke Fransa’dır.

Keçi Peynirinin Faydaları Nelerdir?

Keçi peynirinin içerisinde bulunan probiyotikler sindirim sistemimizin veya gastrointestinal sistemimizin işleyişini önemli biçimde iyileştirir; bağışıklık sistemimizi güçlendirir. Her kahvaltıda taze sebzelerle keçi peynirinin tüketilmesi ya da gün ortasında makarna ve taze salatalarla tüketilmesi önerilir.

Keçi Peynirinin Zararları Nelerdir?

Keçi peynirinin zararı, Salmonella bakterisi içeriyorsa mümkün olur. Bu bakteri sütte bulunabilir. Bu açıdan keçi peynirinin üretimini yaparken rafine süt kullanan üreticilerden tedarik etmek gerekir.

Keçi peynirinin içerisindeki doymuş yağ kolesterol ve karbonhidrat oranı son derece düşüktür. Keçi peynirli tiamin fosfor riboflavin K vitamini ve D vitamini içermektedir. Ek olarak zengin kalsiyum içeriği ile kemiklerin ve dişlerin daha güçlü olmasını sağlar. Keçi peynirinin tansiyon düşürücü etkisi bulunmaktadır. Ancak bu peynirin tuzsuz tüketilmesi gerekiyor. Keçi peynirinin bilinen diğer bir faydası kanseri önleyici etkisidir. Laktoz intoleransı düşük olan her insan, keçi peynirini mutlaka kahvaltılarda ve öğle yemeklerinde tüketmelidir.

Keçi Sütü Sabunu ve Faydaları

Keçi sütü sabununun faydalarını saymakla bitiremeyiz. Keçi sütü sabunu cildimizi, zarar veren bakteri ve virüslerden korur. Olumsuz doğa şartları, cildimizi zamanla kırılgan ve zayıf hale getirebilir. Keçi sütü sabunu, A vitamini ve D vitamini içeriği ile, bu açığı kapatabilir. Cilde pürüzsüzlük veren keçi sütü sabunu, bu yeteneğini içeriğindeki proteine borçludur. Zamanla pullaşan cildimizi nemlendirici özelliği, genel sağlığı koruyucu niteliği içle keçi sütünün hem kendisi, hem peyniri hem de ondan yapılan sabun sağlığımız için büyük bir nimettir. Keçi sütünden yapılan sabunun zararları, keçi sütü içindeki maddelere alerjisi olanları etkiler.

Yağlı karaciğer ileride siroza yol açabiliyor!

Yağlı karaciğer, aşırı alkol alanlarda, aşırı kilolu insanlarda ve sürekli olarak sağlıksız beslenen, hareketsiz yaşayan insanlarda ortaya çıkan, başlangıçta masum görünen ancak yıllar içinde ilerleyerek, tüm fonksiyonları kaybettirip ölüme götüren bir hastalık olarak karşımıza çıkmaktadır. Hasta, yıllar boyunca hiç bir ağrı hissetmez ve hiç bir belirti göstermez. Özellikle çok içki içen insanlar, bu alışkanlığı sürdürdükleri uzun yıllar içinde mutlaka karaciğer kaybına uğrarlar. Komplikasyonlar gelişmeden önce önlem alınarak, varsa aşırı kiloların derhal verilmeye başlanması yararlı olabilir.

İçki tüketimi ve Obezite Ölüme Götürüyor

İçki tüketiminin kesilmesi, sağlıklı beslenmek ve düzenli spor yapmak iyileşme sağlayabilir. Karaciğer yağlanması sorunu ile hastaneye başvuran her 100 kişiden 70’i uzun bir alkol geçmişine sahiptir. Diğer hastalar ise, hiç alkol kullanmamış, çeşitli kronik hastalıkları olanlar ve obezite hastalarıdır.

Kan yağlarında sürekli artış ( trigliserit yüksekliği) karaciğer fonksiyonlarının düzenli çalışmadığını gösterir. 150 mg/Dl üzerinde sürekli olarak 400-500 mg/Dl değerlere çıkan Trigliserit, kanın daha yağlı olmasını sağlar, damarlarda kan akışını zora sokar. Kalbe yük bindiren bu durum, kalbin daha fazla çalışmasına yol açar ve kalp kası, aşırı çalışma yüzünden kalınlaşmaya başlar. Hastalar, diyabet- şeker hastası olurlar. Şeker hastalığı başlı başına önce böbreklere sonra kan damarlarına ve kalbe büyük zararlar verir.

Karaciğer yağlanması, alkol alımı ile olabileceği gibi, obezite ile de gelişir. Hepatit B ve Hepatit C viral enfeksiyonları da karaciğer yağlanmasına neden olur. Ek olarak Wilson hastalığı, yağlanmaya yol açar.

Karaciğer organımız, yağ asidi oksidasyonunun ana yükünü taşıyan bir organdır ve bunun sonucunda vücut enerji rezervlerinden sorumludur. Alkol, karaciğer hücrelerinin iç yüzeyine zarar verdiği için terk edilmelidir ve yağ asitlerinin taşınmasında ve oksidasyonunda rol oynayan enzimlerin işlevini bozduğu için uzun süreli alkol kullanımı çok zararlıdır. Metabolizma bozulunca, yağlar hücrelerde birikir. Zincirleme reaksiyonu gibi, bozulan bir ünite, diğer üniteleri de bozar.

Hepatit adı verilen karaciğer iltihabı da karaciğer yağlanma süresinin bir sonucu olarak ortaya çıkar. Daha açık ifade ile, enflamasyonun ilerlemesi, karaciğer organımızdaki hücrelerin işlevsiz kalmasına yol açar, bu hücreler de iskelet bağ dokusuyla yer değiştirir. Yani karaciğerde kan dolaşımı azalır. İşte bu aşamadan sonra da siroz ortaya çıkar.

Karaciğerde sinir uçları olmaması, hastalığın sinsice büyümesine neden olmaktadır. Hastalar, hiç farkında olmadan yıllar içinde kötü beslenme alışkanlıklarını sürdürür, alkol alanlar almaya devam eder. Karaciğerin yağlı olduğunun anlaşılması, sadece ultrasonla görülebilir. Ayrıca doktorlar kan testi ile de belli sonuçlara ulaşabilirler. Bazı doktorlar, sağ karın bölgesinde ağrısı olanlar için, aşırı gaz birikimi teşhisi koyar ve hastayı eve yollar. Hastanın bu noktada bilinçli davranıp, doktorun dikkatini karaciğere çekmesi önemlidir. Tam kan tahlili yaptırmak, ultrasona baktırmak için alanında yetişmiş bir dahiliye uzmanına görünmek ve kontrolleri aksatmamak gerekir.

Karaciğerde geri dönülemez noktaya gelinen aşırı yağlanma sonucu ortaya çıkan siroz hastalığı, karaciğerin kendi kendini onarma yetisini kaybettiği bir süreçte ortaya çıkar. Siroz geri döndürülemez ve hasta birkaç evre sonra ya karaciğeri değiştirmek zorunda kalır ya da ölümü kabullenmek zorunda kalır. Bu aşamaya henüz gelmeyen insanların, doktorlarından alacakları tavsiyeler doğrultusunda yoğun bir egzersiz ve beslenme programını başlatması, karaciğerde oluşan yağlanmayı geriletme için gereken her şeyi yapması, hayat kurtarıcı olabilir.

Karaciğer tamamen bozulduğunda ise yapacak tek şey organ naklidir. Organ nakli de hem çok masraflı hem de hasta ve yakınlarını zora sokacak gerilim dolu bir süreci başlatacaktır. Uygun organın bulunması kolay değildir. Bazen uygun organ bulunduğu halde, nakil işlemleri de başarılı olduğu halde, kişinin bünyesi yeni karaciğeri kabul edemeyebilir. Bu yüzden, kendini yenileme yeteneği olan en değerli organımız olan karaciğer organımıza iyi bakmak, sağlıklı bir ömür için en önemli kuraldır.

Tütün ürünlerini 40 milyondan fazla genç içiyor

Konuyla ilgili açıklamalarda bulunan uzmanlar ise eğitimin ve farkındalığın önemine vurgu yaparken, sigara içmeye başlayan her 10 kişiden 9’unun 18 yaşından evvel sigara kullanmaya başladığını dile getiriyor. DSÖ uzmanları tarafından yapılan 13-15 yaş aralığındaki 40 milyondan fazla gencin sigara içtiği açıklaması ise felaketin boyutunu gözler önüne seriyor.

31 Mayıs Dünya Sigarasız Günü

Tütün ürünlerinin sağlığa verdiği ciddi zararlar ile ilgili farkındalığın artırılması ve sigarayı bırakmanın teşvik edilmesi için her yıl 31 Mayıs DSÖ’nün liderliğinde ‘Dünya Sigarasız Günü’ olarak kutlanmaktadır.

‘Dünya Sigarasız Günü’ dolayısıyla sigarayı bırakmak isteyenlerin teşvik edilmesi maksadıyla gerçekleştirilen politikaların savunulması ve sigara endüstrisi tarafından geliştirilen satış yöntemlerine karşı farkındalığın artırılması için 2021 yılının teması olarak ‘Bırakmak için söz ver’ belirlendi.

Günümüzde dünya çapında 1.3 milyar insanın tütün ürünlerini kullandığı tahmin ediliyor. Tütün ürünlerini kullananların yüzde 80’i ise düşük ve orta gelirli ülkelerde yaşamlarını sürdürüyor. Bu ülkelerde tütün ürünlerine bağlı olarak görülen sağlık problemleri sağlık sisteminin yanı sıra ekonomiye de çok ciddi yük oluşturmaktadır.

Tütün Ürünlerinin Bırakılmasında Covid-19 Tek Başına Neden

DSÖ, 2021 yılında tütün ürünlerinin kullanımının bırakılması için 100’ü aşkın neden listesinde ilk sırayı sigara kullananların Covid-19 enfeksiyon sürecini ağır geçirme ve enfeksiyondan dolayı hayatını kaybetme riskinin daha yüksek olmasından dolayı Covid-19 yani yeni tip koronavirüs aldı.

Sigara kullanımı üzerine gerçekleştirilen bilimsel araştırmalardan elde edilen verilerde sigara içenlerin, Covid-19 virüsü enfeksiyonuna karşı sigara içmeyenlere göre daha savunmasız kaldığını gösteriyor.  

Sigara kullanımından kaynaklı kalp-damar ve solunum yolları ile kanser hastaları, Covid-19 virüsü risk grubunda ilk sırada yer almaktadır. Ayrıca tütün ürünlerine bağlı gelişen hastalıkların en önemli ikinci nedenini oluşturan pasif içicilik ise ölüme neden olmadığı takdirde kalp-damar hastalıklarının yanı sıra solunum yolları rahatsızlıkları başta olmak üzere pek çok ciddi sağlık problemine neden olmaktadır.

Dünyadaki çocuk nüfusunun hemen hemen yarısı ise kamusal alanlarda tütün ürünlerinden yayılan dumanın kirlettiği havayı solurken, her sene 65 bine yaklaşık çocuk pasif içicilikten dolayı yaşamını kaybetmektedir.

Tütün Mamullerinin Üretim ve Tüketim Merkezi Çin

Çin, tütün mamullerinin sadece tüketiminde değil, üretiminde de dünyada ilk basamakta bulunmaktadır. Çin’de 300 milyonu aşkın insan tütün mamullerini içerken, bu sayı dünya genelinde tütün ürünü içenlerin yaklaşık yüzde 30’una tekabül etmektedir.

Çin’de 15 yaş üstündeki nüfusun yüzde 26.6’sı tütün ürünlerini kullanmaktadır. Her sene ise 1 milyondan fazla kişi sigaraya bağlı hastalıklardan yaşamını kaybetmektedir.

Çin’de pasif içicilikte oldukça yaygındır. Çin’de 700 milyonu aşkın kişi, her gün en az 1 defa tütün ürünlerinin dumanına maruz kalmaktadır. Pasif içicilik nedeniyle her sene 100 bin kişi yaşamını yitirmektedir.

Uzmanlar, tütün ürünlerinin kullanımına yönelik alışkanlıklar sürdüğü takdirde tütün ürünlerine bağlı hastalıklardan hayatını kaybedenlerin sayısının iki katına çıkmasından korkuyor.

Dumansız Politikaların Geri Dönüşü Olumlu

ABD Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezleri tarafından yayınlanan veriler incelendiği zaman dumansız hava sahasına yönelik yürütülen politikalar, tütün ürünlerinin kullanılmasına çok ciddi destek veriyor.

Günümüzde iş yerlerinde uygulanmakta olan dumansız hava politikaları sayesinde sigara bırakma oranı yaklaşık yüzde 6.4 arttı.

Dumansız hava politikasının uygulandığı bölgelerde, kalp-damar ve solunum yolları hastalıklarından dolayı hastanelere yapılan müracaatlarda ciddi azalmalar olduğu yapılan araştırmalar ile tespit edildi.

Sigara dumanına maruz kalan pasif içicilerde kandaki kotin seviyesi artmaktadır. Dumansız hava sahası politikalarının uygulanmaya başlanmasından sonraki 2 ay içerisinde bu artışın yüzde 85 gibi yüksek bir seviyede düştüğü belirlendi.

Dumansız hava politikaları sayesinde gençlerin tütün ürünlerini kullanım oranı ciddi seviyelerde düştü.

Elektronik Sigara Tütün Kullanımına Özendiriyor

Tütün ürünlerini kullananların yüzde 60’ı bu bağımlılıktan kurtulmak istemektedir. Bu bağımlılıktan kurtulmak için etkili bir yöntem olduğu düşünülen elektronik sigara kullananların sayısı ise her geçen gün artmaktadır.

Elektronik sigaraların içeriğindeki aerosoller zehirli maddeler barındırdığından ve çok ciddi solunum yolu hastalıklarına ve kansere neden olduğundan uzmanlar, elektronik sigara kullanımını tavsiye etmiyor.

Elektronik sigara şirketleri ise özellikle gençlerin ilgisini çeken paketlemeler ve aromalarla gençleri cezbetmeyi hedeflemektedir. Bu durum ise gençlerde tütün kullanımını özendirmektedir.

Yasa dışı yollardan edinilen elektronik sigara cihazları özellikle gençler arasında yaygınlaşmaktadır. Bunun da gençlerde nikotin bağımlılığını tetiklediği düşünülüyor.

Yasa Dışı Sigara Ticareti

Dünya genelinde her 10 tütün mamulünden biri illegal yollardan elde edilmektedir. Özellikle suç ve terör örgütlerinin finansman yöntemlerinden biri olan illegal yani yasa dışı sigara ticareti, birçok ülkenin ulusal güvenlik problemi arasında yer almaktadır.

Açlık krizine girmemek için ne yemeli, ne yapmalı?

Öğünler arasında acıktığınızda bu süreci hafif besinlerle geçiştirmeniz gerekiyor, bir sonraki öğünde de iştahınızı kapatmayacak atıştırmalıkları iyi seçer ve dozu kaçırmazsanız, guruldayan mideyi tatmin edeceksiniz ve sonraki öğünü de tam olarak afiyetle yiyeceksiniz.

Uzmanlar, bir günde alınacak atıştırmalıkların, günlük besinin yüzde 5-20’sini geçmemesi gerektiğini ifade ediyorlar. Yoksa azar azar kilo almaya başlayacak ve siz fark etmeden şişmanlamaya başlayacaksınız. O yüzden bu orana riayet ederek atıştırmalıklarınızı seçin.

Bir olgun insanın günlük olarak alması gereken kalori miktarı 2.500 Kcal ise bu kişi günde en fazla 250 Kcal atıştırma yapabilir. Bu da bir bardak çay ( 80 Kcal) bir meyve suyu ( 200 Kcal) ya da bir elma olabilir ( 45 Kcal). Belki de bir kek ( 550 Kcal) ile ara öğünü kurtarabilirsiniz. Uzmanlar, 3 saatte bir şeyler atıştıranların, kolay kolay acıkmayacaklarını ve açlık krizine girmeyeceklerini ifade ediyorlar. Kan şekeri seviyesini korumak çok önemli bir noktadır. Aşırı düşerse titremeler başlar, aşırı yükselirse baş dönmesi ve tansiyon yükselmesi sorunu ortaya çıkar. O yüzden kan şekeri seviyesinin 120 mg/dL seviyesinde tutulmaya çalışılması daima iyidir.

Atıştırma Zorunlu mu?

Vücudunu yemek yemeye alıştırmış olan günümüzün tipik modern insanı için atıştırma zorunlu olmaya başladı. Mide kazınmasının acısını bir sonraki öğünden çıkarmak, daha fazla kalori almaya yol açacağı için, işin çözümü için orta yolu bulmak ve az kalorili atıştırma yapmak akıllıca olabilir. Hele ki sindirimi sağlayan sistemle ilgili sorunlarınız varsa veya gastrit, duodenit, kolit, ülseratif sorunlarınız varsa atıştırma çok önemli.

Gizli şeker hastaları ve tip 2 şeker hastaları günde 5-6 kez yemek yeme ihtiyacı hissederler. Burada önemli olan, mide kazınmadan önce onu susturmak ve ona rüşvet vermektir. Midenin kazınması mide içindeki asit miktarının artması demek oluyor. Bu asit, besinleri parçalamaya hazır vaziyette, yemek borusundan salınacak besinleri bekliyor demektir. O halde onu kızdırmadan azar azar az kalorili besinler gönderebiliriz. Mideye neler gönderelim de onu yatıştıralım?

Ya a en sağlıklı atıştırmalıklar nelerdir, şişmanlatmayan atıştırmalıklar hangileridir? Örneğin proteinli besinlerden başlayalım. Kazınan ve isyan eden mideye ,1 adet pişmiş yumurta yollamak 1-2 saat isyanı durduracaktır. Tek bir adet üçgen peynir de aynı etkiyi gösterecek. Balık kraker veya çubuk kraker, çizi tuzlu bisküvi de mideyi oyalayacaktır. Zevke göre, dilerseniz bol lifli meyveleri de seçebilirsiniz. 45 kilo kalori içeren bir elma, 50 kcal içeren bir portakal, 80 kalorilik bir muz da işinizi görür. Bir avuç kuru üzümle karışık fındık 100-200 kcal bir kaç saat boyunca midenizi kazınmaktan koruyacaktır. 30 gramı aşmayacak şekilde bir avuç ceviz de tok tutacaktır. Unutmayın vücudumuz, bilgece davranır ve bir şeyler yemek istiyorsa, yemesi gerektiği içindir.

Yeni doğan bebeklerde ve yetişkinlerde gaz sancısına ne iyi gelir?

Sağlıklı insanlar günde ortalama 13-21 kez gaz çıkarır, ancak bebeklerin gaz oranı biraz daha yüksektir, bu da sağlıklı sindirimin normal bir sonucudur. Ancak çeşitli nedenlerle bağırsakta biriken gazın dışarı atılamaması gaz ağrısına neden olabilmekte ve bu durum her yaştan insanda ortaya çıkabilmektedir. Yeme alışkanlıklarına ek olarak, günlük bir diyet bile mide ağrısına neden olabilir. Şişkinlik, ishal veya kabızlık mide ağrısını şiddetlendirebilir.

Gaz ağrısı bebeklerde daha yaygındır ve bebekler için çok rahatsız edicidir. Bebekler 2-3 haftalık olduktan sonra daha fazla süt tüketmeye başladıkça bağırsaklarındaki gaz miktarı artacaktır. Sindirim sisteminin az gelişmiş olması, bebeklerin mide ağrısına neden olabilecek gazı geçmesini zorlaştırır.

Gaz Sancısı Nedir?

Nefes alırken ve yemek yeme sırasında hava yutulduğu için bağırsakta faydalı bakterilerin fermantasyonu midede ve bağırsakta gaz oluşumuna neden olur. Midede ve bağırsaklarda oluşan gaz düzgün bir şekilde boşaltılamadığında birikerek gaz ağrısına neden olabilir. Ağrı şiddeti biriken gaz miktarına göre değişir. Uzun süreli sıkışma sırasında şiddetli ağrı oluşabilir. Bebeklerin gaz ağrısının nasıl oluştuğu net olmasa da yine de sindirim sisteminin dış ortama adaptasyondan kaynaklandığı teorisini vurgulamaktadır.

Gelişmemiş sinir ve sindirim sisteminin gereksiz yere daha fazla mide ağrısına neden olduğuna inanılmaktadır. Annenin tükettiği tüm besinler doğrudan emziren anne sütünü etkilediği için; asitli içecekler, turunçgiller vb. besinler yetişkinler için gaza neden olabilir. Yiyecekler ayrıca bebeklerde gaz oluşumunu tetikleyebilir. Ayrıca bebeklerin gün içinde sık emzirilmesi gaz oluşumunu artırabilir. Direnci düşük olan bebekler de gün içinde gaz ağrısı nedeniyle sık sık ağlar.

Gaz Sancısı Belirtileri Nelerdir?

Gaz ağrısının semptomları neredeyse tüm bireylerde aynıdır. En belirgin semptomlar arasında ağrı ve kramplar, karın şişkinliği ve basınç yer alır. Bur refleksi, yemekten sonra çok normaldir, çünkü yemek yerken hava yutulacaktır. İnsanlar gün içinde mide ve bağırsaklarındaki gazı genellikle gaz yoluyla atarlar. Bu sağlıklı sindirimin bir işaretidir.

Yeni doğanlarda, gaz ağrısı semptomları genellikle ağlama şeklinde kendini gösterir. Bebeklerde karın ağrısı olduğunda, genellikle bacaklarını karına doğru çekerler ve kızarırlar. Ayrıca yumruklarını sıkabilir, karın şişebilir ve gerginleşebilir. Bebek gaz çıkarma yapamazsa, saatler süren ağlamalar sonucunda gaz sancısı olduğu anlaşılır.

Gaz Sancısı Neden Olur?

Bunun sadece beslenmeden kaynaklandığı düşünülse de gaz ağrısının birçok nedeni olabilir. Bakteriyel hastalıklar, vücudun hormonal dengesindeki değişikliklerin neden olduğu sindirim sistemi hızındaki değişiklikler gaz oluşumuna ve gaz ağrısına neden olabilir. Mide ve bağırsaktaki gaz ağrısının en yaygın nedenleri şunlardır:

  • Vücudun herhangi bir yiyeceğe karşı hassasiyeti veya alerjisi
  • Modern hayatın getirdiği hareketsizlik
  • Yemek yerken veya nefes alırken kasıtlı veya kasıtsız hava yutmak
  • Son kullanma tarihi geçmiş gıda tüketmek
  • Lifli yiyecekler yemek
  • Yiyecekleri çiğnemeden yutmak
  • Sindirim sistemi hastalıkları
  • Kışın karın ve ayaklarda soğuk almak
  • Çok yağlı veya baharatlı ürünler yemek
  • Aşırı süt veya süt ürünleri tüketimi
  • Asitli ve şekerli içeceklerin aşırı tüketimi
  • Sigara ve alkol kullanımı

Bazı durumlarda aşırı gaz, divertikülit, ülseratif kolit veya Crohn hastalığı gibi kronik bağırsak hastalığının bir işareti olabilir. Ayrıca ince bağırsakta bakteri sayısındaki değişiklikler gaz ağrısına neden olabilir. Emziren anneler tarafından gaz üreten yiyeceklerin tüketilmesi bebeklerde gaz veya gaz ağrısına yol açan faktörler arasındadır.

Gaz Sancısı Nasıl Anlaşılır?

Gaz ağrısını teşhis ederken, doktorun ağrının nedenini belirlemesi gerekir. Bu nedenle doktor, hastanın tıbbi geçmişini ve beslenme alışkanlıklarını kontrol edecektir. Aynı zamanda fizik muayene yapar. Fizik muayene sırasında, doktor herhangi bir hassasiyet ve anormallik olup olmadığını kontrol edecektir. Fizik muayene sırasında hastanın karnını stetoskopla dinleyebilir. Hastanın son zamanlarda kilo alıp almadığını kontrol edebilir. Bu nedenle sindirim sisteminin nasıl çalıştığını anlar. Diğer hastalıkların da gaz ağrısını tetiklemiş olabileceği unutulmamalıdır. Bu nedenle doktor idrar veya dışkı analizi isteyebilir. Herhangi bir iltihabın karın ağrısına neden olup olmadığını belirlemek için bir kan testi yapılabilir.

Gaz Sancısına Ne İyi Gelir?

Gaz ağrısına neyin iyi geldiği sorusunun hem sosyal hem de tıp literatüründe birden fazla cevabı var. Bununla birlikte, süt ve mama ile beslenen bebekler ve yetişkinler için tedaviler farklılık gösterir. Bu nedenle tedavi yöntemlerini iki ayrı kategoride incelemek mantıklıdır.

Yetişkinlerde gaz sancısına ne iyi gelir?

Bebeklerle karşılaştırıldığında, yetişkinlerin gaz ağrısı daha karmaşık bir durumdur. Yüksek lifli yiyecekler genellikle sindirime çok iyi gelse de bazı kişilerin gaz üretmesine ve mide ağrısına neden olabilir. Fasulye, soğan, Brüksel lahanası, brokoli, enginar, şeftali, erik, elma, kepekli buğday ve kepek bol miktarda lif içerir ve aşırı tüketimleri gaz oluşumuna neden olabilir. Bireyler diyetlerini test edebilir, bu gıdalardan hangilerinin gaz ürettiğini belirleyebilir ve diyetlerini buna göre ayarlayabilir.

Aşırı süt ve süt ürünleri tüketimi gaz oluşumuna neden olan başlıca gıdalardır. Bu nedenle, gaz ağrısı çeken kişiler süt ürünlerini azaltabilir veya laktozsuz sütü tercih edebilir. Kızartılmış yiyecekler ve yüksek yağlı yiyeceklerin sindirimi zor olduğu için gaz oluşumunu artırır ve çok fazla soda tüketmek mide ağrısına neden olabilir. Bu yiyecekleri diyetten çıkarmak mide ağrısını önleyebilir. Ayrıca bol su içmek sindirime yardımcı olduğu için mide ağrısına iyi gelir.

Yeni doğan bebeklerde gaz sancısına ne iyi gelir?

Yalnızca anne sütü ve mama sütü ile beslenen bebeklerle karşılaştırıldığında, yalnızca anne sütü ile beslenen bebekler daha az gaz ağrısı yaşar. Bebekler emerken veya biberonla beslenirken çok fazla hava yutarlar. Buna dikkat etmek bebekte gaz oluşumunu önlemeye yardımcı olacaktır. Ayrıca her beslenme sonunda hafif karın egzersizleri yaptırmak bebeğin ağrı hissetmesini beklemeden ağrı oluşumunu engelleyebilir. Anneler emzirme döneminde fasulye, karnabahar, lahana, brokoli ve süt ürünlerini fazla tüketmemelidir. Gaz üreten besinleri annenin diyetinden çıkarmak bebekte aşırı gaz oluşumunu engeller.

Karın ağrısı olan bir bebeğin karnına veya sırtına ılık bir bez yerleştirin ve havanın dışarı pompalanmasına yardımcı olmak için bebeğin karnına veya sırtına oda sıcaklığında zeytinyağı ile masaj yapın. Bebek gaz sancısı yaşarken, lütfen onu nazikçe sallayın ve sevdiği ninni söyleyin. Tüm bu yöntemler, ağrılı bebekler için temel yöntemdir ve çoğu zaman işe yarayabilir. Ayrıca kesin olarak belirtmeliyiz ki, bebeklere doktor tarafından tavsiye edilmeyen ilaçlar verilmemelidir.

Diyabetik ayak enfeksiyonu nedir, belirtileri neler? Nasıl tedavi edilir?

Diyabetik ayak enfeksiyonu diyabet hastalığından kaynaklanır. Diyabet yüksek kan şekerini gösteren kronik bir rahatsızlıktır. Diyabetli hastanın vücudu kandaki glikoz (şeker) miktarını düzenleyemez. Herkesin insüline tepkisi ve diyabet yönetimi vardır. Bununla birlikte, diyabet önlem alınmadığında ciddi sorunlara neden olabilir. Ayak enfeksiyonları daha çok şeker hastası olan hastalarda görülür. Bu ayak enfeksiyonları farklı hastalarda hafif, orta ve yüksek şiddetli olarak görülebilir. Diyabetik ayak enfeksiyonu tanısı ve tedavisi oldukça ağrılı olabilir. Bu nedenle, diyabet hastalığınız varsa, kanınızda kalıcı bir süre çok fazla şeker olması ciddi komplikasyonlara neden olabilir.

Diyabetik Ayak Enfeksiyonu Türleri Nelerdir?

Bakteriyel enfeksiyonlar, mantar enfeksiyonları ve lokal deri enfeksiyonları diyabetik hastalarda oldukça yaygındır. Diyabet bulunan bir kişide kan şekeri değerlerinin yükselmesi ve diğer faktörler nedeniyle bağışıklık zayıflar ve ciddi ayak mantarı enfeksiyonu oluşur. Diyabet komplikasyonlarına bağlı olarak hastalar, diyabetik nöropati gibi terlemenin azalmasına neden olan birçok problemle karşılaşmak zorunda kalabilirler.

Uzun süreli diyabet durumunda, kan damarı hasarının oluşursa yaraların iyileşme süresi uzar. Deride enfeksiyöz organizmaların karışmasına neden olabilecek çatlaklar olabilir. Bu nedenle lokal bakteriyel enfeksiyonlar veya dermopati görülebilir. Bunun sonucunda cildinizde önemli pigmentasyon değişiklikleri olabilir. Bunun yanı sıra tırnaklarınızda enfeksiyon görülebilir. Bu durum, tırnaklarınızı düzenli ve doğru bir şekilde kesmezseniz sinir hasarı gibi diğer faktörlerden kaynaklanabilir. Kontrolsüz diyabet hastalığınız varsa tırnak enfeksiyonu geçirme olasılığınız daha yüksektir. Başlıca diyabetik ayak enfeksiyonu türleri şunlardır:

1- Sporcu Ayağı (Ayak Mantarı)

Sporcu ayağı, hastaların geçirdiği en yaygın diyabetik ayak enfeksiyonudur. Temelde kaşıntı, kızarıklık ve çatlamayı tetikleyen bir mantar enfeksiyonudur. Mantar cildinizdeki çatlaklardan girerek enfeksiyona neden olabilir. Sporcu ayağı ilaçla tedavi edilebilir.

2- Korn

Kornlar çoğunlukla sıkı veya rahatsız ayakkabılar nedeniyle oluşur. Bu problem, genellikle ayak parmakları arasında görülen sert bir cilt rahatsızlığıdır. Kornları kesmeyin ve ev yapımı ilaçlarla tedavi etmekten kaçının. Bu problemle karşılaştığınızda mutlaka doktorunuza danışın.

3- Nasır

Nasır, ayağın alt kısmında yer alan sert bir cilt sorunudur. Nasır kişinin aşırı kiloları ve ayakkabılarının çok sıkı olması nedeniyle ortaya çıkar. Doğru tedavi için doktorunuza danışmalı ve nasırları kesmemelisiniz.

4- Çatlaklar

Kuru ciltte yaygın olarak görülen çatlaklar diyabet hastalarında daha sık meydana gelir. Kuru cilt çatlakları, mikropların ayağınıza girmesine izin verdiği için bu duruma dikkat etmeniz gerekir. Bu yüzden cildinizi daima nemli ve yumuşak tutmak için nemlendirici kullanmaya özen göstermelisiniz.

5- Ülserler

Ayak ülserleri veya diyabetik ülserler ayak derisinde ortaya çıkan açık derin yaralar veya boşluklardır. Bu problem, küçük kesiklerin geç iyileşmesi nedeniyle ortaya çıkar. Böyle bir rahatsızlığınız varsa uygun olmayan ayakkabı giymek, ciddi ayak enfeksiyonlarına neden olabilir. Bu diyabetik ayak enfeksiyonu çok yaygın olmasa da acil tıbbi müdahale gerektirir.

6- Ayak tırnağı batması

Ayak tırnağı batması tırnağınızın kenarlarının cildinize doğru büyümesi sonucu ortaya çıkar. Bu durum, özellikle tırnağın içinde ve çevresinde son derece acı verici olabilir. Tırnağınızın kenarı cildinizi kesebilir, kızarıklık ve şişmeye neden olabilir. Ayrıca irin enfeksiyonuna da neden olabilir. Bu yüzden, daima uygun ayakkabılar giymeli ve tırnaklarınızı vaktinde nazikçe kesmelisiniz.

Diyabetik Ayak Enfeksiyonunun Belirtileri Nelerdir?

Diyabet hastalarında, ülsere benzer şekilde ve herhangi bir ağrı hissi olmadan nasır ortaya çıkabilir. Çoğu zaman bu hastaların tırnaklarında enfeksiyonlar meydana gelir. Diyabetik ayak enfeksiyonu belirtileri aşağıdaki gibi listeleyebiliriz:

  • Ayakta şişlik
  • Kornlar
  • Nasır
  • Ağrı
  • Ayak tırnaklarının büyümesi
  • Deride çatlaklar
  • Alışılmadık kötü koku
  • Deri renginde veya sıcaklıkta değişiklikler

Diyabetik Ayak Enfeksiyonu Nasıl Teşhis Edilir? Risk Faktörleri Nelerdir?

Diyabetik ayak enfeksiyonunun teşhisi lokal inflamasyonun klinik belirti ve semptomlarına dayanılarak yapılır. Doku tabakası, bir neşter kullanılarak veya yaralar üzerinde kemik biyopsisi yapılarak ülserden arındırılır.

Korn ya da bazı mantar enfeksiyonlarına yol açan ayak deformitesi ayak parmakları arasında veya tırnak yatağında ülserin gelişmesine neden olabilir. Bu nedenle uzun süre tedavi edilmezse lokal kanama, akıntı ya da ağrıya yol açabilir. Bazı yaşamsal etkiler, hastaları daha büyük risk altına sokar. Diyabetik ayak enfeksiyonu risk faktörleri aşağıdaki gibi sıralanabilir:

  • Yanlış hijyen alışkanlıkları
  • Çıplak ayakla yürümek
  • Daha uzun süre sıkı veya sivri ayakkabı giymek
  • Tırnaklarını doğru şekilde kesmemek
  • Sigara içmek

Diyabetik Ayak Enfeksiyonu Tedavisi Nasıl Yapılır?

Diyabetik ayak enfeksiyonu tedavisi için en önemi husus, sorunun erken teşhis edilmesidir. Çünkü, bu problemin başladıktan sonra tedavi edilmesi çok zordur. Mantar enfeksiyonları için uygulanan tedaviler çok uzun sürer.

Tedavi amacıyla herhangi bir erken nöropati belirtisinin saptanması önerilir. Hastaya her gün ayaklarına bakım yapması ve her gün uygun şekilde temizlemesi tavsiye edilir. Herhangi bir mantar enfeksiyonu glikoz kontrolü, uygun antibiyotik kullanımı, yara bakımı ve gerektiği yerde antifungal uygulama ile birlikte uygun bir şekilde tedavi edilmelidir. Bazı dokulara kan gitmemesi nedeniyle oluşan kangren vücut için çok tehlikeli bir durumdur. Böyle bir durumda hastanın ayağını kurtarmak için hatta bazen hastanın hayatını kurtarmak için cerrahi müdahale de gerekebilir.

Olumsuz ihtimalleri azaltmak ve iyi bir şekilde tedavi etmek için en önemli husus diyabeti kontrol altına almaktır. Her diyabetik hastanın diyabet ayaktan muzdarip olması söz konusu değildir. Erken tarama ve teşhis, daha iyi yaşam tarzı seçimleri ve uygun diyabet yönetimi diyabetle ilgili herhangi bir sorunu önleyebilir.

Diyabetik Ayak İçin Evde Bakım Yöntemleri Nelerdir?

Diyabetik ayak için evde bakım yöntemleri aşağıdaki gibi sıralanabilir:

  • Tuz alımını azaltın
  • Rahat çorap ve ayakkabı tercih edin
  • Bandajlar, diyabet ayakkabıları ve diyabet çorapları tercih edin
  • Ayaklarınızın her zaman temiz kalmasını sağlayın
  • Ayağınızdaki baskıyı azaltın
  • Ayak tırnaklarınızı düzenli olarak kısaltın
  • Tıbbi öneri almadan ev yapımı ilaçları denemeyin
  • Ayağınızı kuru bir bezle sarılı tutun
  • Çıplak ayakla yürümeyin
  • Sigara içmeyin
  • Diyabet seviyesine dikkat edin
  • Ayak problemleriniz için düzenli olarak doktorunuzu ziyaret edin.

Diyabet hastalığı söz konusu olduğunda, küçük bir kesik bile bir işleri zorlaştırabilir ve hatta uzuvlarınızın kesilmesine yol açabilir. Bu nedenle, yukarıda belirtilen kişisel bakım ipuçları, ciddi ayak enfeksiyonlarını önlemede ve hatta bunlarla başa çıkmada yardımcı olabilir. Ayrıca, diyabeti önlemek ve tedavi etmek için doğru beslenmek ve düzenli egzersiz yapmanız gerekir. Eğer ailenizde diyabet öyküsü varsa ve diyabet hastası olduğunuzdan şüpheleniyorsanız mutlaka vakit kaybetmeden doktorunuza danışmalı ve gerekli testleri yaptırmalısınız.

Göz sulanması neden olur, ne iyi gelir, nasıl geçer?

Gözyaşları vücudunuzda birkaç önemli role hizmet eder. Gözlerinizi yağlı tutarlar ve yabancı parçacıkları ve tozu temizlemeye yardımcı olurlar. Ayrıca, sizi enfeksiyona karşı koruyan bağışıklık sisteminizin bir bileşenidirler.

Dumanlı ortamlarda, soğukta veya rüzgarlı havalarda dışarıdaysanız, gözlerinizin sulanması normaldir. Göz yaralanması veya gözünüze gelen kirpik veya bir parça kum gibi bir şey de gözlerinizi sulandırabilir.

Göz Sulanması Neden Olur?

Göz sulanmasının nedenleri arasında alerji ve bakteriyel enfeksiyonlar ilk sıralarda yer alır. Gözlerinizi neyin rahatsız ettiğine bakılmaksızın, sulanmalarını önlemek için atabileceğiniz birkaç adım vardır.

Göz Sulanması Nasıl Geçer? Göz Sulanmasına Ne İyi Gelir?

Yaygın çözüm yolları arasında polen, toz, kirlilik ve makyaj gibi göz tahrişine yol açan çevresel etkenleri ortadan kaldırmak, göz çevrenizin ve kirpiklerin etrafını yıkamak, gözlerinizi su ile yavaşça yıkamak, ılık kompres yapmak ve göz damlası kullanmak yer alır. Bu çözümler işe yaramazsa, sorunun teşhis ve tedavisi için doktorunuza muayene olmanız gerekir. Ayrıca gözlük takmak, güneş gözlüğü takmak ve makyajınızı kendi kendinize yapmak gibi gözlerinizin sulanmasını önleyebilecek faaliyetler de yapabilirsiniz. Göz sulanmasını önlemek için aşağıdaki çözüm yöntemlerini deneyebilirsiniz.

1- Gözlerinizi nazikçe yıkayın:

Gözünüze bir şey sıkıştığını düşünüyorsanız gözlerinizi ovuşturmayın. Gözünüze bir nesne sıkışmış haldeyken gözlerinizi ovuşturmak gözlerinize zarar verebilir. Gözünüzün içinde yabancı bir nesne veya kir varsa suyla nazikçe yıkayın. Gözünüze bir şey kaçmışsa, gözünüzün sulanmasına neden olabilir. Hafif ılık suyun altında gözünüzü açık tutmaya çalışın. Bunu duşta suyun yüzünüze çarpmasına müsade ederek yapabilirsiniz. Bu esnada gözünüzü açık tutmayı denemeniz faydalı olur. Ancak, parmaklarınızla veya cımbızla gözünüzden yabancı bir cisim çekmeye çalışmayın. Gözünüzde bir şey olduğundan eminseniz ve suyla yıkamak işe yaramıyorsa tıbbi yardım almaktan çekinmeyin.

2- Göz Damlası veya suni gözyaşı kullanın:

Göz kuruluğu, aslında gözlerinizin normalde olduğundan daha fazla sulanmasına yol açabilir. Ancak, göz damlası kullanarak gözlerinizi nemlendirebilir ve gözyaşı üretimini azaltabilirsiniz. Göz damlasını gözlerinize 2-3 kez damlatın. Ancak, göz damlası kullanmadan önce mutlaka doktorunuza danışın.

3- Kontakt lensleriniz varsa çıkarın:

Günlük hayatta kontakt lens kullanıyorsanız ve aynı zamanda gözleriniz sulanıyorsa, kontakt lenslerinizi çıkarmayı deneyin. Lenslerin temas noktaları, göz damlalarının çalışmasını önler ve gözlerinizin sulanmasını daha da artırabilir. Kontakt lenslerinizin gözlerinize zarar verdiğini düşünüyorsanız göz doktoruna başvurabilirsiniz. Kontakt lenslerinizi temiz tutmak için göz doktorunuzun talimatlarını mutlaka dikkate alın. Tek kullanımlık kontakt lens kullanıyorsanız, bunları kullandıktan sonra atın. Fakat, göz doktorunuz tarafından uygun olduğu söylenmediği sürece kesinlikle kontakt lensleriniz takılıyken uyumayın. Yüzerken veya duş alırken kontak lenslerinizi takmaktan kaçının.

4- Göz kompresi uygulayın:

Tahriş olmuş gözleri rahatlatmak için göz kompresi uygulayabilirsiniz. Öncelikle, göz makyajını çıkarın, yüzünüzü ve göz çevrenizi iyice yıkayın. Ardından, temiz bir bezi sıcak su altında tutun ve fazla suyu sıkın. Bir sandalyeye uzanarak veya yaslanarak bezi kapalı gözlerinizin üzerine koyun ve 5-10 dakika kadar bekletin. Gözlerinizi rahatlatmak için bu işlemi günde 3-4 kez tekrarlayın. Sıcak kompresler, gözünüzdeki kabuğu çıkarmaya yardımcı olurken aynı zamanda gözyaşı kanallarınızın açılmasına da yardımcı olur. Ayrıca, göz sulanması ile birlikte çok sık karşılaşılan kızarıklık ve tahrişi azaltmaya da yardımcı olur.

5- Alerjik sorunlar için doktorunuza danışın:

Antihistaminik veya alerji ilacı kullanmak, alerjilerin neden olduğu göz sulanmasını azaltmaya yardımcı olabilir. Göz sulanmasının alerji sonucu olup olmadığından ve antihistaminiklerin göz sulanması için yararlı olup olmayacağından emin değilseniz mutlaka doktorunuza danışın.

6- Bakteriyel göz enfeksiyonu için doktorunuza başvurun:

Gözlerinizde yoğun bir akıntı varsa bu durum bakteriyel göz enfeksiyonunun bir belirtisi olabilir. Ayrıca mukus benzeri bir akıntı söz konusuysa viral bir göz enfeksiyonundan bahsedilebilir. Bakteriyel göz enfeksiyonunuz varsa doktorunuz antibiyotik tedavisi önerebilir. Bakteriyel göz enfeksiyonları için antibiyotikler çözüm olabilir. Ancak, gözlerinizin sulanması bir virüsten kaynaklanıyorsa doktorunuz ilaç yazmaya karar vermeden önce bir hafta beklemenizi isteyebilir. Doktorunuz antibiyotik kullanmanızı önerirse ilacı doktorunuzun belirttiği şekilde kullanın. Genellikle bu ilaçları 1 hafta boyunca sabah ve akşam kullandığınızda göz sulanması probleminiz ortadan kalkar.

7- Göz sulanmasına neden olabilecek ilaç kullanıyorsanız bırakın:

Bazı ilaçlar yan etki olarak göz sulanmasına neden olabilir. Böyle bir yan etkisi olup olmadığını tespit etmek için ilaçlarınızın prospektüslerini kontrol edin. Bu konuda emin olamadıysanız mutlaka doktorunuza danışın. Ancak, doktorunuza danışmadan ilacınızı almayı bırakmayın. Doktorunuz böyle bir yan etki olduğunu tespit ederse ilacı bırakmanızı ve farklı bir ilaç kullanmanızı önerebilir.

8- Göz sulanması çok sıksa doktorunuza başvurmakta gecikmeyin:

Gözlerinizin sulanmasına neden olabilecek çeşitli tıbbi durumlar vardır. Göz sulanması çok fazla arttıysa ve nedenini belirleyemediyseniz, doktorunuzdan yardım istemekten çekinmeyin. Göz sulanmasına alerjik konjunktivit, alerjik rinit, göz kapaklarının iltihaplanması, gözyaşı kanalının tıkanması, çok fazla uzun kirpikler ve farklı enfeksiyonlar yol açabilir. Özellikle gözyaşı kanallarınızın tıkalı olması problemini bir an önce tedavi erittirmenizde yarar vardır.

9- Koruyucu gözlük kullanın

Kimyasallarla, elektrikli aletlerle veya talaş gibi birçok parçacığın bulunduğu ortamlarda çalışırken koruyucu gözlük kullanın. Bu maddeler gözünüzün içine girerek gözlerinizin sulanmasına neden olabilir. Koruyucu gözlük kullanmak, aynı zamanda gözlerinizi büyük ya da küçük nesnelerden korumaya yardımcı olur.

10- Gözlerinizi güneşten korumak için güneş gözlüğü kullanın:

Güneş gözlükleri, gözlerinizde sulanmaya neden olabilecek sert UV ışınlarından korur. Güneş gözlükleri, aynı zamanda rüzgar ve farklı etkenlerle uçuşan küçük nesnelere karşı bir kalkan görevi görebilir. Ayrıca, güneş gözlüklerinizi takmadan önce camlarında birikmiş olabilecek tozu yumuşak bir bez yardımıyla mutlaka silin.

11- Göz makyajını temizlemeyi ihmal etmeyin:

Göz kalemi ile makyaj yaparken çok dikkatli olmalısınız. Gözünüzün bu bölgeleri için makyaj yapmak gözlerinizin tahriş olmasına neden olabilir. Ayrıca, göz makyajı sonrasında gözlerinizi yeterince temizlememek, kirpik çizginiz boyunca gözyaşı kanallarının tıkanmasına neden olabilir. Yüzünüzü yıkamak ve gözlerinizdeki makyajı temizlemek için yumuşak bir yüz temizleyici bez kullanın. Ayrıca, başka bir kişinin gözlerine değen herhangi bir göz makyajı ürününü kullanmaktan veya kişisel makyaj malzemelerinizi paylaşmaktan kaçının.

Gözleriniz vücudunuzun en değerli organlarından biridir. Bu yüzden ona gereken hassasiyeti mutlaka gösterin.

Tip-2 diyabet hastalarında insülin seviyelerini kontrol altına almanın 5 doğal yolu

Fazla miktarda insülin hormonu üretimi, yüksek tansiyon, tip 2 diyabet, karaciğer yağlanması ve polikistik over sendromu (PCOS) gibi ciddi hastalıklara neden olur. Ayrıca, insülin hormonu fazla olan kişilerde kalp krizi riski arttığı için damarlarda sertleşme meydana gelir. Bu riskleri azaltmak için vücudunuzdaki insülin seviyelerini kontrol altına almanız gerekir. İşte, insülin seviyelerini kontrol altına almanın 5 doğal yolu:

İnsülin Seviyelerini Kontrol Altına Almanın 5 Doğal Yolu

1- Lif alımını artırın

Lifli gıdalar doktorlar ve diyetisyenler tarafından ısrarla önerilen yiyeceklerdendir. Peki, lifli gıdalar tüketmek neden önemlidir? Pürüzsüz yiyecekleri tüketilirken bağırsaklara yapışır ve kolayca sindirilir. Bunun soncunda ise kanınızdaki şeker miktarı hızla artar. Ancak, lifli gıdaları sindirim esnasında bağırsaklara yapışmaz ve çabucak mideye ulaşır. Mide lifli gıdaları sindirmek için çok fazla zaman harcamak zorunda kalır. Bu nedenle lifli gıdalar kan şekerini giderek yükseltir. Diyabetik hastalar için lifli yiyecekler tüketmek kan şekerini düşürmenin tek doğal yoludur.

2- Karbonhidrat oranı düşük yiyecekler tüketin

Karbonhidratlar vücutta kan şekerini çok hızlı bir şekilde yükseltir. Vücudunuzda insülin hormonu çok fazla üretiliyorsa veya düzensiz kan şekeri probleminiz varsa karbonhidrat oranı çok düşük olan yiyecekler tüketmeniz tavsiye edilir.

3- Yemeklerden önce elma sirkesi için

Sağlık açısından önemli faydaları bulunan elma sirkesi pek çok hastalığın evde tedavisinde oldukça sık tercih edilir. Elma sirkesi kullanarak vücudunuzdaki insülin hormonu düzensizliğini kontrol edebilirsiniz. Vücudunuzdaki insülin hormonu üretimi çok fazlaysa, her gün yemeklerden 30 dakika önce bir bardak su içerisine 2 çay kaşığı elma sirkesi ilave ederek içebilirsiniz.

4- Yemeklerinize toz tarçın ilave edin

Tarçın vücuttaki insülin miktarını azaltan faydalı bir baharattır. Yemeklerinizde az miktarda tarçın kullanmak vücudunuzdaki insülin seviyesini dengelemeye yardımcı olur. Bu yüzden yiyeceklerinize her gün biraz toz tarçın serpmeyi mutlaka denemelisiniz.

5- Fiziksel olarak daima aktif olun

Fiziksel olarak daima aktif olmak, kan şekerinizi kontrol altında tutmanın ve vücudunuzdaki insülin miktarını dengelemenin en etkili yollarından biridir. Bütün gün oturur, uzanır veya tek bir yerde hareketsiz olarak kalırsanız vücudunuz glikoz kullanamaz. Glikoz ise kanınızda eriyerek hasta olmanıza yol açar. Bu yüzden, tek bir yerde sürekli hareketsiz kalmak yerine gün boyunca aktif olmalı ve düzenli olarak egzersiz yapmalısınız.

İnsülin seviyelerinizi kontrol etmek ve diyabet hastalığının diğer olumsuz etkilerinden kaçınmak için yukarıdaki beslenme ipuçlarını dikkate almanız çok önemlidir. Yine de bu yiyecekleri tüketmenin sizin için uygun olup olmadığından emin olmak için doktorunuza danışmanız gerektiğini unutmamalısınız.

Evde limon ağacı nasıl yetiştirilir, ne sıklıkta sulanır?

İkliminiz ne olursa olsun, evinizde bir saksıda limon ağacı yetiştirebilir ve kendi ev yapımı limonlarınızın tadını çıkarabilirsiniz. Doğru ağacı seçip özel ihtiyaçlarını karşıladığınız sürece, evinizde limon yetiştirmek zor değil. Kapalı ortamda bir limon ağacının nasıl yetiştirileceği ve bakımıyla ilgili bu temel bilgiler öğrendikten sonra, kısa sürede kendi limon ağacınızdan elde ettiğiniz limonlar ile limonata yapıp içmenin tadına varabilirsiniz.

Limon Fidanı Nasıl Seçilir?

Kokulu çiçekleri, yumuşak sarı meyveleri ve bodur görünümü ile balkon, teras veya iç mekanda yaşam alanına farklı bir hava katabilirsiniz. Mayer limon fidanı oldukça dayanıklı bir ağaç türüdür. Kokusu sizi kendine hayran bırakır ve özellikle tropikal olmayan bölgelerde saksılarda kolaylıkla yetiştirmenizi sağlar. En az 2-3 yaşında sağlıklı limon fidanları satın alın. Bu sayede büyüme ve aşılama sırasında zamandan tasarruf edebilirsiniz.

Limon İçin Saksı ve Toprak İhtiyaçları

Bitkinin kök hacminin yaklaşık %30’u kadar daha büyük bir saksı seçin. Boşaltma deliğinin tıkalı olmadığından emin olun ve zaman zaman kontrol edin. Saksı toprağının kalitesi ve türü de önemli bir faktördür. Yüksek verimli bitkiler yetiştirmek için, iyi drene edilmiş bir toprak karışımı kullanın ve bol miktarda organik madde ve gübre karışımı ekleyin. Çiçek toprağı veya turba kullanmayın.

Limon ağaçlarının saksısını birkaç yılda bir ve daha sık olarak baharın başında değiştirebilirsiniz (sıcak iklimlerde, kış en iyi mevsimdir). Saksınızın boyutu, ağacınızın boyutuna göre olmalıdır. Çok büyük veya çok küçük saksı kullanmaktan kaçının; en iyisi, daha önce kullandığınızdan bir boy büyük saksı kullanmaktır.

Güneş Işığı İhtiyacı

Narenciye ailesindeki tüm bitkiler bol güneş ışığını sever ve yaklaşık 7 ila 8 saat güneş ışığına ihtiyaç duyar. Bunun için balkon, teras gibi hem güneş ışığını hem de bol havayı alabileceğiniz bir yere yerleştirebilirsiniz. İç mekanda limon fidesi yetiştirmek istiyorsanız, doğrudan ışık eksikliğini gidermek için bol güneş ışığı veya yapay büyüme ışıkları olan bir pencerenin yanına yerleştirebilirsiniz.

Evde Limon Ağacı Ne Sıklıkta Sulanır?

Tüm canlılar gibi limon ve diğer narenciye ağaçlarının da suya ihtiyacı vardır. Tam da burada evde limon ağacı ne sıklıkta sulanır sorusu önem arz etmektedir. Çok fazla veya çok az su çiçeklenmeye ve meyve dökülmesine neden olur ve bazen bitkiler ölebilir. Kış ve ilkbaharda, sulama miktarı her 2-7 günde bir değişen saksı hacmi ile orantılıdır. Sulamadan önce üst 2-3 cm toprak tabakasının kuru olup olmadığını kontrol edin. Rüzgarlı ve sıcak günlerde daha sık sulama ve hafif nemli toprak gerektirir. 10 litrelik bir kap için yaklaşık 1 litre su sağlanmalıdır. Sıcak yaz aylarında, sulama sıklığı 1-2 güne düşürülebilir.

Nem İhtiyacı

İç mekanda bir limon ağacı yetiştirirseniz, gelişmesi için belirli bir neme ihtiyacı vardır ve %50’si idealdir. Bunun için sulama sırasında yapraklara püskürterek nem ihtiyacını karşıladığından emin olabilirsiniz.

İklim

Donma sıcaklığı narenciye bitkilerini öldürür. -1 derecenin altındaki sıcaklıklar limon ağaçlarının ömrünü tehdit edebilir. Optimum sıcaklık yaklaşık 10°C ila 28°C’dir. Uygun bir iklim sağlayamayan alanlarda kışın kapalı mekanlara yerleştirilmelidir.

Limon Ağacı Budaması Nasıl Yapılır?

Limon ve diğer narenciye fidelerinizi daha hızlı, sağlıklı ve çekici hale getirmek için tüm aktivitelere ek olarak budama yapılması gerekir. Taç budaması yılda birkaç kez yapılabilir, bu da narenciye fidelerinin büyümesini tetikleyecek ve yeni filizler üretecektir.

Taç budama, ağacın daha iyi büyümesi için dalların uçlarını yaklaşık 5 cm kesmek için budama makası kullanma işlemidir. Ayrıca genç narenciye ağaçlarının işe yaramaz köksap dallarının aşılama altında kesilmesi ağaçların büyümesine fayda sağlayacaktır.

Limon Ağacı İçin Gübre

Saksıdaki limon fidelerinin ayda en az bir kez gübrelenmesi gerekir. Bitkilerinize fosfatlı gübre uygulamalısınız ki meyve hasat edildikten sonra bitkileriniz tekrar çiçeklenebilsin. Çiçekler açtıktan sonra meyve badem boyutuna gelene kadar gübreleme yapmayın. Bitkiye baskı yapar ve meyve dökümüne neden olur. Meyveler büyümeye başladıktan sonra azot-potasyumlu gübreler uygulanabilir. Bitkilerinizi kışın soğuğa daha dayanıklı hale getirmek için en az ayda bir kez çinko, manganez ve bakır içeren yaprak gübresi verin. Yaz aylarında bitkilerin meyve ve yapraklarını güneş yanığından koruyabilir. İçeriğindeki bakır doğal bir fungisittir. Bitkileriniz ayrıca bakteri oluşumunu önemli ölçüde azaltabilir.

Limon Ağacı Hastalıkları Neler?

Bazen limon ağacınızda ve diğer narenciye fidanlarında zararlılar ve hastalıklar ortaya çıkacaktır. En iyi bilinen ve belirgin hastalık, yaprakların buruşmasına neden olan bir harita böceği olan pamuk biti, pamuk biti veya yaprak bitidir. Bu sorunlara doğal ve pratik bir çözüm olan sabunlu su ile duş alma yöntemidir. Hastalıklardan korunmak ve korunmak için 1000 ml suya bir çay kaşığı sabunlu su ekleyin ve iyice karıştırın. Sprey yardımı ile tüm yaprak ve dallara 7-20 günde bir, limon ağaçlarına veya diğer narenciye fidanlarına püskürtebilirsiniz. Özellikle çiçeklenme öncesi tavsiye edilir. Çünkü çiçeklenme döneminde poleni olumsuz etkileyerek meyve tutma oranında azalmaya neden olur. Doğal yöntemler yetersiz kaldığında kesinlikle pestisit kullanmalısınız.

Evde Limon Çekirdeği Çimlendirme Aşamaları

Papatya yağı nasıl kullanılır, papatya yağı ile cilt ve ayak bakımı nasıl yapılır?

Hoş kokusu ve güzel görüntüsüyle en çok tercih edilen süs bitkilerinden birisi olan papatya çevre süslemesinin yanında kozmetik ve sağlık alanında da tercih edilmektedir. Papatyanın en yaygın kullanım şekli bitki çayı ya da papatya yağıdır. Vitamin, mineral ve diğer aktif bileşenlerle papatya vücudumuz için tam bir şifa deposudur. Papatyanın çeşitli işlemler sonucunda özütünün elde edilmesiyle üretilen papatya yağı faydalı maddeler yönünden zengin içeriğiyle hem cilt hem de genel vücut sağlımıza büyük katkı sağlamaktadır.

Papatya Yağı Nasıl Kullanılmalıdır?

Papatya yağı çoğu bitkisel yağ çeşitlerine göre daha yoğun bir içeriğe sahip olduğu için cilde uygulanırken genellikle zeytinyağı veya Hindistan cevizi yağı gibi ürünlerle karıştırılmaktadır. Kolay emilebilmesi için parmak uçlarına birkaç damla damlatıldıktan sonra cilt yüzeyine dairesel masaj hareketleri yapılarak uygulanmaktadır. Papatya yağı yoğun bir ürün olduğu için eğer emilimi kolaylaştıracak bu tarz hareketler yapılmazsa yağın büyük bir bölümü cilt yüzeyinde kalacaktır. Bunun yanında kullandığınız diğer kozmetik ürünlerine papatya yağını katmanın herhangi bir olumsuz etkisi bulunmamaktadır. Bu şekilde ürünlerin etkisini arttırarak cildinizin daha canlı ve güzel bir görüntüye kavuşmasını sağlayabilirsiniz.

Sivilce Önleyen Papatya Yağı Maskesi

Papatya yağı ciltte oluşan iltihapların kurutulması ve tıkanan gözeneklerin temizlenmesinde kullanılan en etkili bitkisel ürünlerden birisidir. Düzenli olarak cilde sürüldüğünde sivilce, akne ya da diğer iltihapların azalmasına ve gözeneklerde biriken toksinlerin atılmasına yardımcı olmaktadır.

Malzemeler

  • 1 tatlı kaşığı papatya yağı
  • 1 tatlı kaşığı Hindistan cevizi yağı
  • 1 tatlı kaşığı pirinç unu

Yapılışı ve Uygulanışı

Öncelikle uygun bir kabın içerisine papatya yağı, Hindistan cevizi yağı ve pirinç ununu koyun ve malzemeleri güzelce karıştırın. Karışım krem kıvamına geldikten sonra temizlediğiniz cilt yüzeyine sürün. Maskeyi sivilcelerin üzerine sürerken sivilceleri patlatmayacak şekilde nazik hareketlerle ve hafif masaj yaparak uygulamaya dikkat edin. Maskeyi sürdükten sonra yaklaşık yarım saat boyunca beklettikten sonra cildinizi ılık suyla temizleyin. Maskeyi her hafta düzenli olarak yaptığınızda kısa süre içerisinde sivilce ve akne probleminizden eser kalmayacaktır.

Gözaltı Morluklarını Gideren Papatya Yağı Maskesi

Renk açıcı özelliğiyle bilinen patatesin papatya yağı ile birleşmesi sonucunda elde edilen bu maske cildinizdeki renk farklılıklarını gidererek gözaltı morluklarınızdan kurtulmanıza yardımcı olacaktır.

Malzemeler:

  • 1 çay kaşığı papatya yağı
  • Yarım patates

Yapılışı ve Uygulanışı:

Öncelikle patatesi rendenin ince kısmıyla rendeleyerek veya blenderden geçirerek ince parçalar haline getirin. Daha sonra rendelenmiş patatesleri güzel bir şekilde sıkarak suyunu elde edin. Patates suyunu uygun bir kaba aldıktan sonra üzerine papatya yağını da ilave edin ve iki malzemeyi karıştırın. Hazırladığınız maskeyi buzdolabında yarım saat boyunca dinlendirdikten sonra temiz bir pamuk ile gözaltınıza yedirerek uygulayın. Maskeyi gözaltınızda 1 saat süreyle bekletip ılık suyla durulamanız etkisini göstermesi için yeterli olacaktır. Bu uygulamayı yaparken dikkat etmeniz gereken en önemli konu karışımı gözünüzle kesinlikle temas ettirmemeniz gerektiğidir. Eğer gözünüze değerse hiç vakit kaybetmeden bol suyla gözlerinizi yıkamalısınız. Maskeyi ayda iki kez düzenli olarak yaptığınızda kısa süre içerisinde gözaltı morluklarınızın büyük ölçüde azaldığını fark edeceksiniz.

Papatya Yağı İle Cildi Yenileyen Bakım Maskesi

Papatya yağının faydalı içeriğini barındıran bu maske cilt hücrelerinin yenilenmesini ve yıpranan dokuların onarılmasını sağlayarak cildinizin daha canlı bir görünüme kavuşmasına yardımcı olacaktır. Ayrıca gözenekleri ve cildi sıkılaştıran bu formül sayesinde boyun sarması ve kırışıklık gibi cilt problemleriniz de büyük ölçüde ortadan kalkacaktır.

Malzemeler:

  • 1 tatlı kaşığı papatya yağı
  • Yarım domates
  • 1 tatlı kaşığı doğal süzme bal
  • 1 yemek kaşığı yoğurt

Yapılışı ve Uygulanışı:

Kabuğunu soyduğunuz yarım domatesi rendeleyin ve kabın içerisine koyun. Üzerine bal, yoğurt ve papatya yağını da ilave ettikten sonra tüm malzeme özdeş bir kıvama ulaşıncaya kadar karıştırın. Karışım krem kıvamına geldikten sonra maskeyi cildinize dairesel masaj hareketleri yaparak sürün. Maskeyi uyguladıktan sonra yaklaşık yarım saat kadar beklemeniz faydalı içeriğinin cildiniz tarafından emilmesi için yeterli olacaktır. Süre dolduktan sonra maskeyi soğuk suyla temizleyin ve cildinize biraz nemlendirici krem sürün. Maskeyi her hafta düzenli olarak tekrarladığınızda cildiniz tazelenecek, daha sıkı ve genç bir görünüme kavuşacaktır.

Papatya Yağı İle Ayak Bakımı Nasıl Yapılır?

Papatya yağı ayakta oluşan yara, tahriş ve çatlakların daha hızlı bir şekilde iyileşmesi için kullanılabilecek en ideal bitkisel ürünlerden birisidir. Aynı zamanda antiseptik özelliği sayesinde ayak mantarının oluşmasını engelleyen papatya yağı gün içerisinde yorulan ayakları dinlendirmek içinde kullanılabilmektedir.

Malzemeler:

  • 1 tatlı kaşığı papatya yağı
  • 1 tatlı kaşığı gül suyu

Yapılışı ve Uygulanışı:

Papatya yağını ve gül suyunu uygun bir kapta karıştırdıktan sonra ayaklarınıza masaj yaparak uygulayın. Bu karışımı sürdükten sonra ayaklarınızı yıkamanız gerekmediği için gece yatmadan önce uygulayabilirsiniz.

Begonvil çiçeğinin özellikleri nelerdir, bakımı nasıl yapılır?

Bahçe duvarlarından ya da balkonlardan salkım salkım aşağı inen mor, pembe, kırmızı ya da beyaz gibi renklere sahip olan bir çiçektir Begonvil. Akdeniz bölgesinin simgesi haline gelen bu bitki öyle göz alıcı bir görüntüye sahiptir ki görenleri kendisine hayran bırakır. Begonvil ağacının altında fotoğraf çekmek de ilk akla gelen şeylerden biridir. Özellikle tatil beldelerinde, tarihi binaların üzerinden aşağı sarkan ve genelde morumsu olan begonvil çiçeği turistler için de ilgi kaynağıdır. Bu çiçeğin özellikleri ve bakımı hakkında bilgi almak isterseniz yazımızı okumaya devam edebilirsiniz.

Begonvil Çiçeğinin Özellikleri

Begonvil, ülkemizde Akdeniz bölgesi ile bağdaşmış bir bitkidir. Ana vatanı Güney Amerika’dır ve Ekvator’dan Brezilya’ya kadar olan bölgede yetiştir. Süs amacıyla tercih edilen bu çiçeğin boyu 15 metreye kadar uzanabilir. Gövde kısmında diken bulunduran begonvil bitkisi halk arasında gelin duvağı diye de bilinir. Sarmaşıklı bir yapıya sahiptir ve bulunduğu yere yayılım göstererek çoğalır. Ilıman yerlerden hoşlanan begonvil, görünümü itibari ile bahçe ve balkonlarınız için ideal bir süs bitkisidir. Ilıman iklimlerde çok yıllık bir bitki olan begonvil karasal iklimlerde ise tek yıllık olacak şekilde yetiştirilir.

Begonvil Çiçeğinin Bakımı Nasıl Yapılmalıdır?

Bahçe ya da balkonunuzda begonvil çiçeği yetiştirme kararı aldıysanız büyük bir saksı seçmenizde fayda olacaktır. Büyümesi sağlıklı bir şekilde devam ettiği zaman daha büyük bir saksıya aktarmanız icap eder. Begonvilin saksısı değiştirilirken tüm toprak çıkartılarak daha büyükçe bir saksıya alınır.

Sulama ise yaz aylarında haftada bir, kış aylarında haftada 2 defa begonvil için yeterli olacaktır. Eğer Akdeniz’de yaşamıyorsanız Kasım ayı itibari ile begonvil çiçeğinizi korunaklı bir yere almanızda fayda olacaktır. Begonvil çiçeği kış aylarında dışarıda bırakılırsa dayanamaz ve ölür. Ancak Akdeniz’de yetiştirilecekse direkt olarak bahçeye ekilebilir ve ılıman iklimi nedeniyle de uzun yıllar yaşamını sürdürür.

Bol güneş seven begonvilin kök kısmı yine de gölgede kalırsa daha iyi gelişim gösterecektir. Begonvilin gelişimini daha iyi tamamlaması için budama konusunda dikkatli olmak gerekir. İlk çiçeklenmeden sonra budama işlemi yapılabilir. Budaması düzgün şekilde yapılan bir begonvil daha iyi çiçek verecektir. Begonvilin toprak değişimi için ideal zaman ise Mayıs ayıdır.

Peki Mayıs-Ağustos ayları arasında çiçeklenen begonvil bitkisinin bakımına dair püf noktalar nelerdir?

  • Toprak seçmeyen bu bitki herhangi geçirgen bir bahçe toprağında rahatlıkla yetiştirilebilir ve kireçli olan topraktan da hoşlanmaz.
  • Bol miktarda güneş alan ve rüzgarın fazla olmadığı bir yerde konumlandırılmalıdır.
  • Budama konusunda dayanıklı olan bu bitki kolaylıkla çalı, küçük ağaç ya da çit gibi görünümler alabilir.
  • Toprağı nemli kalacak şekilde sulama yapılması begonvil çiçeğinin sağlıklı gelişimi açısından önemlidir.
  • Begonvil çiçeği yaz aylarında çelik yöntemi kullanılarak çoğaltılabilir. Ya da Mart ayında yarı odunsu halde olan dallar ile de bu işlem yapılabilir.
  • Köklendirilen çelikler büyük bir saksıya alınmalıdır. Bir yılsonunda iyice köklenmiş olan begonvil çiçeği bahçeye dikilerek yetiştirilebilir.

Çocuklarda hipospadias (Peygamber Sünneti) nedir?

Son yıllarda artış gösteren peygamber sünneti (Hipospadias) erkek bebeklerde görülen ve doğuştan olan bir rahatsızlıktır. Bu hastalarda idrar deliği (üretral mea) olması gereken yer de değil de penisin aşağı kısımlarında yer alır. Vakaların çoğunda idrar deliği penisin uç kısmına yakın bir bölgede yer alır. Bazı ileri vakalarda ise delik, penisin oldukça aşağısında yer alabilir. Hatta bazen idrar deliği testislerde bile olabilir. Genelde bu çocuklarda ”pemgamber sünneti” diye adlandırılan bir durumla da karşılaşılır. Çünkü penisin üzerinde bulunması gereken sünnet derisi eksiktir.

Hipospadias Oluşma Süreci

Bebek (fetus) anne karnındayken ilk 3 ay içerisinde cinsiyeti yavaş yavaş oluşmaya başlar. Bazı erkek bebeklerde bu dönemde idrar kanalının oluşma süreci sırasında bir takım aksaklıklar yaşanır. Bu gelişim aksaklığı nedeni ile idrar kanalı tam anlamı ile oluşamaz ve hipospadias rahatsızlığı ortaya çıkar. Hipospadiasın neden oluştuğuna yönelik net bir bilgi yoktur. Kalıtsal faktörler veya erkeksi hormon uyarılarında bir takım azalma meydana gelmesi nedeniyle hiopospadias ortaya çıkabilir.

Hipospadias rahatsızlığının tanısı günümüzde son derece basittir. Hatta bebek anne karnındayken ultrason kontrolleri sırasında bile tanı koymak mümkündür. Ancak hipospadiaslı çocuklarda sünnet derisi olması gerektiği gibi yani normal olabilir. Bu durumda çocuk sünnet olmadan, idrar deliğinin yanlış yerde olduğu tespit edilemeyebilir. Ancak bu çok nadir karşılaşılan bir durumdur ve genelde hipospadias görülen çocuklarda yarım sünnet söz konusudur.

Hipospadias Belirtileri Nelerdir?

  • Hipospadias rahatsızlığı olan çocuklarda idrar kanalı(üretra), penisin alt tarafında ya da daha geri noktada yer alır.
  • Penis başı yassı bir görünümdedir.
  • Ereksiyon söz konusu olduğu zaman penis dik durmaz, aşağı kıvrılır.
  • Sünnet derisi, penisin alt kısmında oluşmamıştır, yani yarım sünnet söz konusudur.
  • Çocuk işeme sırasında karşı tarafa doğru değil de ters yöne yani ayaklarına doğru işer. Bu nedenle bu çocukların ayakta işemeleri mümkün olamaz.
  • Eğer idrar kanal açıklığı çok geride yer alıyorsa ve ileri yaşlara kadar da tedavi söz konusu olmamışsa cinsel fonksiyonlarda bozukluklar ve sorunlar meydana gelebilir.

Hipospadias genelde inmemiş testis ve kasık fıtığı problemi ile birlikte görülür. Bu problemler de doğumsaldır ve hipospadiaslı çocuklarda bu sorunların da var olup olmadığı mutlaka dikkatlice kontrol edilmelidir. Bazı vakalarda ise cinsiyet farklılaşması gibi nadir görülen bir problem de bulunabilir. Bu açıdan özellikle doktorun şüphe duyduğu durumlarda; hormon testleri, kromozom analizleri yapılmalıdır.

Hipospadias Tedavisi Nedir?

Hipospadiasın tek tedavisi ameliyattır. Alanında uzman bir ürolog ya da çocuk cerrahı tarafından yapılacak olan operasyon ile penisi aşağı doğru çeken ve kıvrılmasına sebep olan fibrotik bant temizlenir ve ereksiyon anında kıvrılmayacak biçimde düzgün hale getirilir. Yeni idrar kanalı oluşturularak, idrar kanalının açıldığı kısımdan penisin uç bölgesine kadar olan eksiklik tamamlanmış olur. Böylece gerek estetik gerek fonksiyonel bakımdan normal bir penis şekli ortaya çıkar. Hipospadias oprerasyonu 1-4 saat arasında sürebilmektir. Operasyonu gerçekleştirecek olan doktorun alanında uzman ve güvenilir bir cerrah olması önem taşır. Operasyon sırasında eksik olan idrar kanalı, sünnet derisi ile oluşturulacağı için bu deri çok kıymetlidir ve ameliyattan önce çocuk kesinlikle sünnet ettirilmemelidir.

Operasyondaki amaç; idrar deliğinin normal yerine yerleştirilmesi ve hem anatomik hem de fonksiyonel açıdan da düzgün bir penis şekli elde edilmesidir. Ayrıca eğer hipospadias ameliyat ile düzeltilmez ise ileride cinsel yaşam olumsuz yönde etkilenecektir. Çünkü penis sertleşme sırasında aşağı doğru eğilerek cinselliğe müsade etmeyecektir. Yapılan onarım bu durumun önüne geçmek adına oldukça mühimdir.

Hipospadias İçin Operasyon İçin Uygun Yaş Nedir?

18 ayından büyük olan çocukların yaşadıkları durumlardan psikolojik olarak olumsuz etkilenme durumları söz konusu olduğu için operasyonun 6-18 ay arasında gerçekleşmesi en sağlıklı olanıdır. 6. aydan önce ameliyatın gerçekleşmesi genel anestezi söz konusu olduğu için pek fazla önerilmez. Ancak 2-3 yaş aralığı da hipospadias için uygun sayılabilecek bir dönemdir ve operasyon geciktirilmeden mümkün olan en kısa sürede gerçekleştirilmelidir. Bazı durumlarda hastada ameliyat sonrası komplikasyonlar meydana gelebilir. Ameliyattan hemen sonra ve ileriki zamanlarda meydana gelebilecek komplikasyonlar 2 gruba ayrılır;

Erken dönemde meydana gelebilecek problemler arasında; enfeksiyon gelişmesi, dikişlerde açılma, kanama gibi durumlar sayılabilir.

İleriki dönemde meydana gelebilecek sorunlar ise; fistül (idrarın farklı deliklerden gelmesi) ve stenoz(darlık), üriner sistem enfeksiyonları, peniste aşağı kıvrılma durumları şeklinde sayılabilir. Bu tarz komplikasyonlar meydana geldiğinde ek cerrahi işlemlere ihtiyaç duyulacaktır.

Antibiyotikten 10 Kat Daha Güçlü 3 Malzemeli Karışım!

Birçok hastalıkta olumlu etki gösteren bu karışımın, aç karnına tüketilmesi önerilmektedir. Birazdan bahsedeceğimiz üç malzemenin bir arada kullanılmasıyla; yüksek tansiyondan astıma, soğuk algınlığından halsizliğe hatta kansere bile olumlu yönde etki sağlanabilmektedir. Yapılan çalışmalar bu karışımı düzenli olarak 2 hafta boyunca tüketmiş olan yüksek tansiyon hastalarının, kötü kolesterol düzeylerinin önemli seviyede düştüğünü göstermiştir.

Antibiyotik Etkili Doğal Karışım Nasıl Yapılır?

İşte o 3 malzeme; 

  • 1 çay bardağı organik bal
  • 10 diş sarımsak
  • 1 çay bardağı organik elma sirkesi

Hazırlanışı:

Sarımsakları soyun. Tüm malzemeleri blender kabına koyun ve 1 dakika süreyle karıştırın. Hazırlamış olduğunuz karışımı, cam bir kavanozun içine alın ve kapağı kapalı olacak şekilde buzdolabında saklayın. Sirke bal sarımsak kürünü maksimum 5 gün içinde düzenli aralıklarla tüketmeniz gerekmektedir. Çünkü karışımın bozulma riski bulunmaktadır. 5 günlük süre dolduysa tüketmeyip yenisini hazırlamanız gerekmektedir.

Uygulanışı;

Bu karışımı tüketirken farklı seçeneklerden yararlanabilirsiniz. Arzu ederseniz, sabahları aç karnına 1 tatlı kaşığı alabilir; arzu ederseniz de suyun içine ekleyerek tüketebilirsiniz. Bu karışımın tüketilmesi konusunda dikkat edilmesi gereken husus, aç karnına tüketilmesi gerektiğidir. Bu karışımın en etkili şekilde kullanılabilmesi için aç karınla tüketilmesi önerilmektedir. Bu şekilde, yüksek tansiyon rahatsızlığı yaşayan kişilerde, 2 hafta düzenli kullanım sonrasında kötü kolesterol değerlerinin düştüğü görülmüştür.

Sarımsak, bal ve elma sirkesi her evde kolaylıkla bulunan ve doğal malzemelerden oluşturulması sebebiyle kolaylıkla hazırlanabilmektedir. Periyodik diyetlerde sıklıkla başvurulan malzemelerden oluşmaktadır. Bu yüzden yan etkisine rastlanmamaktadır. Güvenle tüketilebilir. Ancak uzman kontrolünde kullanımı önerilir.

Dünyadaki ölümlerin yüzde 6’sının nedeni fiziksel hareketsizlik

Trakya Üniversitesi tarafından çevrim içi olarak düzenlenen ‘1. Dünya Ulusal Fiziksel Aktivite E-Sempozyumu’nda’ önemli açıklamalarda bulunan Ergoterapi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Hülya Kayıhan, “Fiziksel hareketsizlik dünya genelinde her geçen gün yaygınlaşmaktadır. Fiziksel hareketsizliğin ise insan sağlığına birçok olumsuz etkisi bulunmaktadır. Dünyadaki ölümlerin yüzde 6’sının nedeninin fiziksel hareketsizlikten kaynaklandığı bilinmektedir.” dedi.

Hareketli Yaşam Tarzı Benimsenmeli

Hareketsiz yaşam tarzının hipertansiyondan diyabete kadar birçok hastalığı tetiklediğinin altını çizen Prof. Dr. Hülya Kayıhan, “Hareketsiz yaşam tarzı şeker hastalığının yüzde 27’sinin, meme ve kolon kanserinin yüzde 21-25’inin, iskemik kalp rahatsızlıklarının ise yüzde 30’unun temel nedeni olarak karşımıza çıkmaktadır. Fiziksel hareketsizliği engellemek için hareketli bir yaşam tarzının benimsenmesi gerekmektedir.” ifadelerine yer verdi.

En Ucuz İlaç Hareketli Yaşam Tarzı

Günümüzde birçok hastalığın önüne geçilmesinde hareketli ve aktif yaşamın önemli olduğuna değinen Prof. Dr. Hülya Kayıhan, “İnsanın kendisini ruhsal, bedensel, sosyal, entelektüel ve çevresel olarak iyi hissedip geliştirmesi için fiziksel aktivite olmazsa olmazdır. Fiziksel aktivite aynı zamanda fiziksel ve ruhsal sağlığını korumaktadır. Günümüzde yaygın olarak görülen obezitenin, kalp rahatsızlıklarının, diyabetin, yüksek tansiyonun, bazı kanser türlerinin ve osteoporozun engellenmesinde en etkili ve en ucuz ilaç hareketli yaşam tarzıdır.” diye konuştu.

Fiziksel Aktivite İle Daha Enerjik Yaşam

Fiziksel olarak aktif yaşam süren insanların kendilerini daha canlı, daha enerjik hissettiklerini ifade eden Prof. Dr. Hülya Kayıhan, “Hareketli yaşam tarzına sahip insanlar, kendilerini daha huzurlu ve ruhsal olarak daha dingin hissederler. Hareket kısıtlaması olanlarda da sağlığı koruyarak geliştirmesinin yanı sıra hareketsizliğin neden olduğu rahatsızlıkların gelişimini engellemektedir.” şeklinde konuştu.  

MS hastalığında bu belirtileri dikkate alın!

Kısa adı MS olan Multiple Skleroz hastalığı, myelin kılıfı olarak adlandırılan oluşumun herhangi bir nedenden dolayı zarar görmesi neticesinde görülen sinir sistemi hastalığıdır. En önemli belirtileri arasında karıncalanma, uyuşma, görme bozukluğu gibi duysal fonksiyon bozukluklarının yanı sıra yürüme esnasında yalpalama, yorgunluk hissi, cinsel istekte azalma, kol ve bacaklarda kuvvet kaybı ile idrar tutamama yer almaktadır. MS hastalarının uzun vadede kaliteli bir yaşam sürebilmesi için erken tanı ve etkili tedavi çok önemlidir.

Özellikle genç bireylerin en verimli çağlarını olumsuz etkileyen Multipl Skleroz (MS), yaşam boyu kısıtlılık oluşturabilecek kadar ciddi bir hastalıktır. Bu nedenle her senenin mayıs ayının son Cuma günü, Dünya Sağlık Örgütü tarafından ‘Dünya MS Günü’ olarak belirlenerek bu hastalığa dikkat çekilmeye çalışılmaktadır.

Dünya MS günü dolayısıyla Türkiye Beyinder Beyin Sağlığı Derneği Yönetim Kurulu Üyesi MS Çalışma Grubu üyelerinden Prof. Dr. Dilcan Kotan, önemli bilgiler paylaştı.

MS Nedir?

Kısa adıyla MS olarak bilinen Multipl Skleroz, ‘myelin kılıfı’ adı verilen oluşumun hasar görmesiyle görülen sinir sistemi hastalığıdır. Bu rahatsızlıkta myelin kılıfının bozulmasındaki temel faktör, kişinin bağışıklık sisteminin işlevini sağlıklı bir şekilde yerine getirememesidir. Sağlıklı çalışan bir bağışıklık sistemi vücudu korurken, bu çalışmada bir hata olması halinde vücudun bağışıklık sistemi vücuttaki bir dokuya zarar verir.

MS Hastalığının Belirtileri

MS hastalığında görülen yaygın belirtiler şu şekilde sıralanabilir;

  • Karıncalanma
  • Uyuşma
  • Görme bozuklukları
  • Yürüme esnasında yalpalamak
  • Gün içerisinde sürekli yorgunluk hissi
  • Cinsel ilişkiye girmede isteksizlik
  • Kol ve bacaklarda kuvvet kaybı yaşanması
  • İdrarı tutamamak

Tedavide Erken Tanı Önemli

MS hastalarının uzun vadede kaliteli bir yaşam sürebilmesi için tanının erken aşamada konarak tedaviye başlanması çok önemlidir. Hastanın şikayetleri ve klinik bulguları MS hastalığına işaret ediyorsa kesin tanı konulabilmesi için MR tetkiki ve bel suyu incelemesinin vakit kaybetmeden yapılması gerekmektedir.

Son 10 Yıl İçerisinde Tedavi Seçenekleri Arttı

MS hastalığının eskiden bir tedavisi bulunmuyordu. Özellikle son 10 yıl içerisinde tedavisinde büyük ilerlemeler kaydedilen MS hastalığında günümüzde hastaya çok sayıda tedavi seçenekleri sunulmaktadır. MS hastalığı günümüzde ilaçlarla büyük ölçüde kontrol altına alınabilen bir hastalıktır.

MS Tedavisi Uzun Süreçlidir

Uzun süreçli bir tedavi gerektiren MS rahatsızlığının tedavisinde sabır, sebat ve titizlik son derece önemlidir. MS tedavisinin olumlu yönde sonuçlanması için hastanın tedaviye inanmasının yanı sıra tedaviyi gerçekleştiren hekimle de iş birliği içerisinde olması gerekmektedir. Hasta, ilaçların yan etkileri, MS atakları ile hastalıkla birlikte seyreden sıkıntılı durumlar varsa bunları tedaviyi gerçekleştiren hekimle paylaşarak çözüme destek vermelidir.

MS Hastaları ve Pandemi Süreci

Birçok bünye için baskılayıcı etkisi olan tedavi yöntemleri ile tedavi edilen MS hastalarının, Covid-19 pandemi sürecini nasıl geçirecekleri herkes tarafından kaygıyla izlendi. Ülkemiz genelinde şu ana kadar paylaşılan hasta verileri, MS tedavi sürecinde olan hastalara Covid-19 virüsü enfekte olsa dahi enfeksiyon sürecini beklenenden daha ağır geçirmediklerini gösteriyor.

MS Hastalarının Pandemiye Adaptasyon Süreci

Covid-19 virüsü enfeksiyon sürecinde MS hastalarının takip ve tedavi programına yönelik şartlar adapte edilmeye çalışılıyor. Risk içeren durumlardan hastaların uzak tutulması hedeflenmektedir. MR görüntülemesi ile laboratuvar tetkikleri gibi işlemlerde hastaların olumsuz etkilenmemesi için gereken titizlik gösterilmektedir.  

MS ve Covid-19 Aşısı

Covid-19 virüsü aşıları 2021 yılının başlarında günlük pratiğe girdi. MS hastalarının inaktif ve mRNA aşılarını gönül rahatlığıyla yaptırabileceği Uluslararası Multipl Skleroz Federasyonu tarafından açıklandı. Şu an uygulanmakta olan aşıların MS ataklarını tetiklediğine yönelik bir kanıt bulunmamakla birlikte aşıların takvimlendirilmesi hekim görüşü alındıktan sonra yapılmaktadır.

Bazı MS hastalarında tedaviler açısından aşı etkinliğinin kısmen de olsa daha düşük olma ihtimalinden dolayı bu tedavileri gören MS hastaları, aşı takvimini belirlerken hekimlerine danışmalıdır.

Aşılarını Güvenle Vurdurabilirler

Aşı ve MS hakkında bilgi birikiminin artması sayesinde MS tedavisi görmekte olan birçok hastanın, ülkemizde uygulanmakta olan inaktif Çin Sinovac aşısı ve mRNA teknolojisi kullanılarak üretilen Alman BioNTech aşılarından herhangi birini tercih ederek aşı günüde dahil tedavi programının ertelenmesine gerek kalmadan aşılarını yaptırabilecekleri söylenebildi.

Herkeste olduğu gibi MS hastalarında da aşının yan etkileri görülebilir. MS hastalarına yönelik aşılama birkaç aydan bu yana ülkemizde sıkça ve başarıyla uygulanmaktadır. Bugüne kadar kaygılandırıcı herhangi bir yan etkiye rastlanmadı.  

Bel ağrısı neden olur, bel ağrısı için hangi doktora gidilir?

Bel Ağrısı Neden Olur?

Birçok insanın zaman zaman karşılaştığı bel ağrılarının en yaygın olanı bel fıtığıdır. Bununla birlikte kasların zedelenmesi, burkulması, kas tutulmaları da bel ağrısının başlıca sebepleridir.

Genel olarak bel ağrısı nedenlerini sıralayacak olursak;

  • Günlük yaşamda yapılan zorlayıcı hareketler,
  • Ağır nesneler kaldırmak
  • Zorlayıcı spor hareketleri yapmak
  • Sürekli oturmak
  • Sürekli ayakta kalmak
  • Fiziksel olarak zorlayıcı işlerde çalışmak
  • Masa başı bir işte çalışmak, gün boyunca hareketsiz bir yaşama sebep olabileceği için bel ağrısı meydana gelebilir.

Bel Ağrıları Hangi Hastalıklardan Kaynaklanır?

Bel ağrısının yukarıda bahsetmiş olduğumuz birçok nedene bağlı olarak ortaya çıkabilir. Bel ağrısı sebepleri bazen küçük bir zorlama hareketi ile kendisini gösterirken bazen de çok daha ağır nedenlerden meydana gelebilir. Bel fıtığı bunların en temel nedenidir.

Bel fıtığı, omurgada meydana gelen bir rahatsızlıktır. Nitekim, insan omurgasının dayanağı beldir. Beş adet omurdan oluşan bu bölüm, diğer omurlara oranla daha fazla yük taşımaktadır. Bu süreçte ağır yüklere maruz kalan omurlarda hasarlar meydana gelir. Omurlar arasındaki kıkırdakların yırtılması ve kayması bel fıtığına neden olmaktadır.

Bel fıtığı haricindeki bel ağrısı sebepleri ise;

  • Sinirlerin sıkışması
  • Disk Kayması
  • Bel ve kalça eklemi iltihabı
  • Omurga kemiklerindeki hasar gibi rahatsızlıklardır.

Bel ağrısı tedavisi için bel ağrısının altındaki sebeplerden yola çıkması gerek. Dolayısıyla bel ağrısı tetkiklerinin yapılabilmesi için ilgili bölüme başvurulması gerekir.

Bel Ağrısı İçin Hangi Bölüme Gidilir?

Bel ağrısı hangi bölüm diye merak edenler için ortopedi bölümünün bu alanda ilgili bölüm olduğunu söyleyelim. Ortopedi, vücudumuzdaki kas kemik ve sinirleri inceler. Bel ve çevresindeki ağrılar ile alakalı başvurmanız gereken ilk bölüm ortopedidir. Bel ağrısı ile ilgili şikâyetleriniz için ortopedi doktorunuz, öncelikle bel ağrısı tedavisi için birtakım tetkikler isteyecektir. Omurlarda meydana gelmesi muhtemel kayma veya yırtılma gibi sorunlarının görüntülenmesi için MR çekilmelidir. MR sonucuna göre var olan sorunların çözümüne yönelik tedavi yöntemleri denenir.

Bel ağrısı için gidilebilecek bir diğer hastane birimi ise beyin ve sinir cerrahisi bölümüdür. Belde meydana gelebilecek sinir sıkışması, sinir hasarları gibi sorunların çözümünde ilgili bölüm doktorları gerekli tedavileri uygulayacaklardır. Cerrahi müdahale gerektirecek bir bel ağrısı şikâyeti için beyin ve sinir hastalıkları doktorları yetkili olacaktır.

Tedavi için ön inceleme sonrasında Fizik tedavi de yapılabilir. Sinir ve kasların zarar görmesinde uygulanabilecek bu yöntem, normla hayatta gelebilecek darbeler sonrasında da uygulanabilir.

Bel Ağrısı Nasıl Geçer?

Yaşam şartlarını oldukça kötü etkileyen bel ağrılarından doktor tavsiyesine göre hareket edilmelidir. Bel ağrısı nasıl geçer diyorsanız, öncelikle belin zorlanmaması ve mümkün oldukça dinlendirilmesi gerekir. Dinlenme haricinde ağrı kesiciler ya da ödem söktürücü ilaçlar da bu dönemde kullanılabilir.

Bel ağrısının olduğundan daha ileri seviyede olması durumunda ameliyat gerekebilir. Bel fıtığı ve disk kayması gibi bel ağrısı sebepleri ameliyat gerektirebilmektedir. Ameliyat sonrası yaşam koşullarına dikkat ederek bel ağrısından tamamen kurtulmanız mümkündür.

Bel Ağrısından Nasıl Korunabiliriz?

Günlük yaşamda yaptığımız hemen hemen her kas hareketi vücudumuz tarafından karşılık bulmaktadır. Bu nedenle düzenli olarak spor yapmak, bel kaslarının ve omurların daha da güçlenmesine yarayacaktır. Spor, her ne kadar size fayda sağlayacak olsa da bilinçsiz yapılan, bedeni gerektiğinden fazla yoran sportif hareketler daha büyük bel sorunları ortaya çıkarabilir.

Doğru beslenmek, vücudun günlük su ihtiyacını karşılamak, hareketli bir yaşam sürdürmek bel ağrılarının önüne geçecektir.

Bu 7 yöntem kanserden koruyor!

Tanı ve Tedavide Aksamalar Yaşandı

Koronavirüs salgınının dünya genelinde yaygınlaşmasıyla birlikte 2020 Mart ayından itibaren küresel salgın ilan edilen koronavirüs, sağlık sistemini de temelinden sarstı. Covid-19 virüsünün insandan insana enfekte olmasını önlemek için alınan önlemlerden dolayı birçok hastane pandemi hastanesi olarak faaliyet göstermeye başladı. Bu da acil olmayan operasyonların ve tedavilerin salgın sonrasına ertelenmesine yol açtı. Covid-19 virüsü salgınından dolayı hastalarda sağlık kurumlarına gitmekten korkunca tanı ve tedavilerde önemli aksamalar meydana geldi. Pandemi sürecinde erken tanının tedavide çok önemli etken olduğu kanser hastalığında durum endişe verici boyutlara ulaştı. 2020 Mart ayından bu tarafa rahim ağzı, meme ve kolon kanserinde taramaların yüzde 80-90 seviyelerinde düştüğü gözleniyor.

Kanser tanısında ise yüzde 65 gibi bir azalma olduğunu söyleyen Prof. Dr. Aziz Yazar, “Bu konuda yapılan bir araştırmadan elde edilen sonuçlar gösteriyor ki Eylül 2020 tarihinden itibaren kanser tanısı konulan hastaların en az yüzde 32’sinde kanser ileri boyutlara ulaşmış. Mevcut verilere bakıldığı zamanda önümüzdeki yıllar içerisinde de tanısı konacak kanser vakalarında kanserin ileri evrede olacağı ve bunun da tedavi sürecini zorlaştıracağı görülüyor. Bu nedenle aile öyküsünde kanser rahatsızlığı olanlar, kanser rahatsızlığında risk grubunda bulunanlar ile belirtileri olanların tetkiklerini zamanında yaptırmaları için cesaretlendirilmesine gereksinim var.” ifadelerine yer verdi.

Kanser Gelişme Riski Azaltılabilir

Kanser riskinin alınacak önlemlerle ciddi seviyelerde düşürülebileceğine değinen Prof. Dr. Yazar, “Kansere yüzde 90 çevresel etkenler, yüzde 10 ise genetik faktörler neden olmaktadır. Çevresel faktörler içerisinde kansere yol açan en önemli etkenler ise sigara, obezite, hareketsiz yaşam tarzı, yanlış beslenme alışkanlığı, alkol ve enfeksiyonlardır. Bu risk etkenleri ortadan kaldırıldığı zaman kanser riski de çok ciddi seviyelerde düşmüş olur. Bu risk etkenleri ile ilgili toplumun aydınlatılmasına gereksinim var.” diye konuştu.

Kanserden Korunmak İçin Dikkat Edilmesi Gerekenler

Kanser hastalığında riskin yüzde 90’lık kısmını çevresel etkenler oluşturmaktadır. Bu çevresel etkenlere dikkat edildiği takdirde kanser hastalığından ciddi manada korunmak mümkün. İşte o çevresel etkenler;

Tütün Ürünlerinden Uzak Durun

Sigara başta olmak üzere diğer tütün mamullerinin içilmesi kansere yakalanma riskini artırmaktadır. Sigara içmeyenlerinde sigara dumanını soluması kanser riskini artırmaktadır. Akciğer kanserine yüzde 90 sigara neden olmaktadır. Yine mesane, yemek borusu, baş-boyun, pankreas, rahim ağzı ve böbrek gibi kanser türlerinde de tütün mamulleri riski artırmaktadır. Bu nedenle tütün ürünlerinden uzak durmak ya da tüketiminden vazgeçmek verilebilecek çok ciddi bir sağlık kararı olmasının yanı sıra kanserden korunmak içinde atılabilecek çok ciddi bir adımdır.

Kilonuz İdeal Olsun

Günümüzde hareketsiz yaşam tarzı fazla kiloların ve obezitenin en önemli nedenidir. Yemek borusu, pankreas, meme, yumurtalık, rahim, kalın bağırsak, böbrek ve prostat kanser riskini obezite artırmaktadır. Bu nedenle ideal kiloda olunması kanserden korunmak için çok önemlidir.

Sağlıklı Beslenme Alışkanlığı

Günlük beslenme tarzında 4-5 porsiyonluk sebze ve meyve mutlaka tüketilmelidir. Böylelikle ideal kiloda kalınarak bazı kanser türlerinden korunmak mümkündür. Lifli gıdalar tüketmeye özen gösterin. Yapılan bilimsel araştırmalardan elde edilen bulgular, lifli gıdaları az tüketenlerin bağırsak kanserine daha sık yakalandığını gösteriyor.

Alkol Tüketmeyin

Alkolün fazla tüketilmesi bağışıklık sistemini zayıflatmakta ve kanser riskini artırmaktadır. Aşırı alkol tüketimi halinde baş-boyun, pankreas ve karaciğer gibi kanser türlerine yakalanma riski artıyor.

Hareketli Yaşam Tarzı

İdeal kilonun rahatlıkla kontrol edilmesi için fiziksel aktivitenin artırılması gerekir. Bu sayede meme ve kolon kanserine yakalanma riski de azaltılmış olur. Günlük yarım saat fiziksel aktivite yapmaya mutlaka vakit ayırın.

Güneşe Doğrudan Maruz Kalmayın

Günümüzde çok yaygın görülen cilt kanserinden korunmak için güneş ışınlarının dik açıyla geldiği 10.00-16.00 saatleri aralığında güneş ışınlarına maruz kalmamaya dikkat etmek gerekiyor. Bunun için güneş ışınlarından koruyan kıyafetler giyilebilir ve güneşten koruyucu kremler sürülebilir. Yine solaryumdan kaçınmakta da fayda var.

Aşıyı İhmal Etmeyin

Karaciğer kanserine yakalanma riskini Hepatit-B aşısı yaptırarak azaltabilirsiniz. Yine rahim ağzı, penis, anal ve baş-boyun kanserine yakalanma riski papilloma virüsü (HPV) aşısı yaptırılarak azaltılabilir.

Bebeklerin bir yıl boyunca anne sütüyle beslenmesi enfeksiyon riskini azaltıyor

Anne sütü ve enfeksiyon hastalıklarına yakalanma sıklığı arasında ne tür bir ilişki olduğuna dair önemli açıklamalarda bulunan Prof. Dr. Nalan Karabayır, “Canlı bir sıvı olan anne sütü bebeği beslediği gibi bağışıklık sistemini de kuvvetlendirerek enfeksiyonlara karşı çok ciddi bir koruma sağlamaktadır. Bugüne kadar gerçekleştirilen araştırmalardan bir yıl boyunca anne sütüyle beslenen bebeklerin diğer bebeklere kıyasla enfeksiyon hastalıklarına yakalanma riskinin yüzde 50 azaldığı tespit edildi. Ayrıca 1 yıl boyunca anne sütüyle beslenen bebeklerin 5 yıl boyunca da ağır enfeksiyon geçirme riski düşük seviyelerde seyretmektedir.

Covid-19 virüsü aşısı olan annelerin sütünde koronavirüs antikorları belirlendi. Anne sütündeki bu koronavirüs antikorları bebeği de koronavirüse karşı koruyacaktır. Yani annenin Covid-19 virüsü aşısı yaptırması sadece anneyi değil, bebeği de koronavirüs enfeksiyonundan korumaktadır.” dedi.

İzolasyon Kuralları Emzirmeyi Güvenli Kılıyor

Covid-19 virüsünün anne ve bebeğe etkilerine yönelik gerçekleştirilen araştırmalar hakkında da önemli açıklamalarda bulunan Prof. Dr. Karabayır, “2019 yılının Aralık ayında görülen Covid-19 virüsü pandemisi her yaş grubundaki çocuğu etkiledi. Şu ana kadar ki araştırmalardan elde edilen bilgiler, Covid-19 virüsünün anne sütünden bebeğe enfekte olmadığını gösteriyor. Covid-19 virüsü enfekte olduktan sonra enfeksiyon sürecini geçiren annelerde görülen SARS-CoV-2 antikorları anne sütüne geçtikten sonra bebeği de Covid-19 virüsüne karşı korumaktadır.

Covid-19 virüsünden korunmak için izolasyon kurallarına uyulduğu sürece emzirmenin güvenilir olduğu bilinmektedir. Dünya Sağlık Örgütünün yanı sıra Amerikan Pediatri Akademisi ve çocuk sağlığı ile ilgili çok sayıda sağlık kuruluşu, annede koronavirüs tespit edilmesi halinde anne ve bebeğin aynı odada kalmasını ve ten temasını desteklemekle birlikte annenin cerrahi maske takarak ve el temizliğine dikkat ederek bebeğini emzirmesine devam etmekte bir sakınca olmadığını belirtmektedir.” ifadelerine yer verdi.

Bebek Her 1 ml Anne Sütündeki 1,5 Milyon Canlı Hücreyi Almaktadır

Anne sütünün içeriğinde annenin bağışıklık sistemindeki canlı hücrelerinde bulunduğunu belirten Prof. Dr. Karabayır, “Canlı bir sıvı olan anne sütünün içeriğinde annenin bağışıklık sistemindeki canlı hücrelerde bulunmaktadır. Her 1 ml anne sütünün içeriğindeki 1,5 milyon canlı hücre bebek anneyi emerken bebeğe geçmektedir. Dünya Sağlık Örgütü ile bebek ve çocuk sağlığıyla ilgili çok sayıda sağlık kuruluşu, bebeklerin ilk altı ayı boyunca sadece anne sütüyle beslenmesini ve annenin bebeğini 2 yaşına kadar emzirmesini desteklemektedir.” diye konuştu.

Anne Sütünün Eşi Benzeri Yoktur

Bebeklerin bağışıklık sistemlerinin tam olgunlaşmadan dünyaya geldiklerine değinen Prof. Dr. Karabayır, “Bebeklerdeki fiziksel ve kimyasal koruyucular bebek dünyaya geldiği zaman daha tam manasıyla gelişmemiştir. Bundan dolayı da enfeksiyon rahatsızlıklarına yol açabilecek mikroorganizmalarla mücadele için bebek, anne sütündeki immünolojik bileşenlere gereksinim duyar. Anne sütü besleyici olmasının yanı sıra anne sütünün içeriğindeki canlı hücreler, sitokinler, probiotikler, oligosakkaritler ve imnunglobulinler bebeğin enfeksiyon rahatsızlıklarından korunmasına yardımcı olmaktadır. Tüm bunlar, anne sütünün eşi ve benzeri olmadığının en önemli kanıtlarıdır.” şeklinde konuştu.

Düzenli egzersiz covid’ten koruyor

Pandemi sürecinden evvel sadece stüdyolarda yapılabileceği iddia edilen egzersizler, 1 yıla aşkın süredir devam eden pandemi sürecinde online olarak yapılmakta ve internet ortamında bu egzersizlerle ilgili birçok video bulunmaktadır. İnternet ortamında online ders veren birçok eğitmen verimliliği artırdığı gibi disiplini de sağlamaktadır.

Pandemi Sürecinde Hareketsiz Yaşam Tarz Kilo Alımını Tetikledi

Pandemi sürecinde egzersiz ve spor yapma olanaklarının kısıtlanmasından, hareketsiz yaşam tarzından ve tüm bunların doğal neticesi olarak alınan kilolardan herkes şikayet etmektedir. Ayrıca pandemi sürecinde evde çalışanlar veya ofislerindeki masa başında saatlerce oturarak mesai yapanlar nedeniyle bel ve sırt ağrılarından şikayet edenlerin sayısında da ciddi artış oldu. Günlük yapılacak 15-20 dakikalık basit egzersizlerin dahi bu tür şikayetlerin azalmasına ciddi katkı sağlayacağı uzmanlar tarafından ifade edilmektedir. Üstelik bu basit egzersizler için ekipman veya spor aletine gereksinim yoktur.

İnsanların spor veya basit egzersizleri yaparak hareketsiz yaşam tarzından kurtulması için herhangi bir ekipmana veya alete gereksinim yoktur. Evdeki olanaklarla ya da hiçbir ekipman kullanmadan egzersiz yapılarak sağlıklı bir yaşam için önemli bir adım atılabilir. İnsanların özellikle pandemi sürecinde egzersiz yapmaya olan gereksinimleri daha da arttı. Çünkü birçok insan, bu zor süreçte çalışmalarını evden sürdürüyor. Bilgisayar başında daha fazla vakit geçiren insanlarda bel ve sırt ağrısı şikayetleri arttı. Evdeki olanaklarla basit egzersizler yapılarak çok iyi geri bildirimler alınabilir. Hatta bu egzersizler düzenli olarak yapılırsa bedendeki olumlu değişim kısa sürede fark edilecektir.

Düzenli Egzersiz Güçlü Bağışıklık Sistemi

Bugüne kadar gerçekleştirilen araştırmalardan bazıları, ağır egzersizlerdense, birkaç periyot halinde yapılan kısa süreli egzersizlerin bağışıklık sisteminin güçlenmesinde daha etkili olduğunu göstermektedir. ABD’de 50 bin kişi ile gerçekleştirilen bir araştırmadan, hareketsiz yaşam tarzına sahip kişilerin koronavirüs nedeniyle hastanede yatarak tedavi görme ve ölüm riskinin daha yüksek olduğu tespit edilmiştir.

Pandemi sürecinde spor ve egzersizin önemi hakkında önemli açıklamalarda bulunan Sağlık Bilimleri Üniversitesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Kemalettin Aydın, “Günün belirli vakitlerinde spor veya egzersiz yapıldığında birçok hastalığa yakalanma riski düşmektedir. Spor ve dinamik yaşam sağlığa her zaman olumlu etki etmektedir. Spor ve egzersiz savunma sistemini güçlü kıldığından koronavirüs gibi savunma sistemiyle mikrop arasındaki mücadelede savunma sistemi her zaman galip çıkar. Ama koronavirüs enfekte olma riski varsa, kimse sporculuğuna güvenerek bana koronavirüs enfekte olmaz diye düşünmesin.

Yoğun bakım ünitelerinde her yaş grubundan ve her türlü sportif aktiviteyle uğraşmış insanlar, solunum cihazlarına bağlı şekilde ciddi hastalıklarla mücadele etmektedir. Sağlıklı yaşam sürmek için spor kaçınılmaz olsa da yapılan spora güvenerek bana koronavirüs enfekte olmaz denilmemeli. Spor yapan insanlarda maske, sosyal mesafe ve hijyen kurallarına uymalıdır. Egzersiz yapılması koronavirüsün enfekte olmasını engellemese de bağışıklık sistemini güçlendirerek enfeksiyonu ağır geçirme riskini azaltmaktadır.” dedi.

Ofis Hayatında Egzersiz Molaları Konforu Artırır

Ofis yaşamında konforu artırmak için egzersiz molaları verilmesi en basit yöntemlerden biridir. Çalışma hayatında verilecek olan 10-15 dakikalık molalar verimliliğin ve konsantrasyonun artmasında etkilidir. Mola sürelerinin hafif egzersizlerle geçirilmesi fiziksel ve zihinsel fayda sağlamaktadır. Ofiste bedenin nasıl hareket ettirileceği hakkında tavsiyelerde bulunan Eski Milli Basketbolcu Derya Çam, “Sadece bir sandalyeyle özellikle bedenin üst bölgesini çalıştırmak mümkün. Masa başında görev yapanların postür bozukluğuyla, elde olmadan öne doğru eğilerek sürekli ve uzun saatler çalışmaları omuz ve sırt ağrılarına neden olmaktadır. Pilatesin temel amacı omurga sağlığını geliştirmek ve korumak olduğundan omurganın etrafında bulunan kasları çalıştırmayı ve güçlendirmeyi hedefleyen bir spor türüdür.

Kronik ağrılardan kurtularak rahatlamak ve dik duruşu yeniden kazanmak için en etkili metotlardan birisinin pilates olduğu şüphe götürmez. Ofis hayatında belli aralıklarla mola verilmesi kesinlikle ihmal edilmemelidir. Her 45 dakikada bir ayağa kalkarak yürünebilir veya masa başındayken omurganın her yöne hareket ettirileceği küçük egzersizler yapılabilir. Bunlar çok ciddi katkı sağlayacaktır. Sürekli oturmanın neden olduğu gerilim ve tansiyon düşecektir. İnsanlar sabit çalışmanın yanı sıra stres altında da görev yapmaktadır. Stres ise vücuda gerilim yüklemektedir.” ifadelerine yer verdi.  

Sosyal çevreden uzaklaşan çocuklara 5 önemli tavsiye

Pandemi sürecinden çocuğun ruhsal gelişiminin olumsuz etkilenmemesi için alınması gereken önlemler hakkında önemli tavsiyeler ve uyarılarda bulunan Uzman Klinik Psikolog Mine Şahbaz, “Covid-19 virüsünün neden olduğu pandemi sürecinde ev, bütün çocukların tek yaşam alanı oldu. Çocuklar, bir yıldan beri arkadaşlarıyla bir araya gelerek vakit geçiremiyor. Birbirleriyle temas kurarak oyun oynayamıyorlar. Okul çağı çocukları da eğitimlerini ve sosyal ilişkilerini sadece ekran üzerinden sürdürmek durumunda kalıyorlar. Arkadaşlarıyla ve öğretmenleriyle sadece ekrandan ilişki kurabiliyorlar. Bu uzak iletişim tarzı, bizim kültürümüze çok yabancıdır. Bu farklı düzende anne ve babalar ise bu açığı kapatmak için çeşitli rollere bürünüyorlar.” dedi.

Akran Gereksinimini Anne Baba Karşılayamaz

Çocukların ruhsal gelişiminde duygusal bağ kurmanın önemi hakkında önemli bilgiler paylaşan Psikolog Mine Şahbaz, “Bu duygusal bağın temeli ise aile içi destektir. Göz ardı edilmemesi gereken bir diğer gerçek ise çocuğun kendi yaşıtlarıyla kurduğu iletişimdir. Bir çocuğun yaşamında kurduğu arkadaşlık ilişkisi çok önemlidir.

Çocukların akranlarıyla kurduğu ilişkiden aldığı keyif, oyunlar esnasında kurduğu göz teması, ortaklık, aynı ortamda yaşanması ve ses tonu çocuğa tarif edilemez bir mutluluk sağlar. Anne ve babalar, çocuklarıyla oyun oynayarak bu açığı kapatmak için ellerinden geleni yapsalar da akran gereksinimini karşılamalarının imkânsız olduğunu kabul etmek gerekiyor.” ifadelerine yer verdi.

Bireyselliği Ön Plana Çıkarabilir

Çocuğun akranlarıyla yüz yüze iletişim kurması ruhsal gelişiminde nasıl bir rol üstlenmektedir? Pandemi sürecindeki sosyal izolasyon çocuğun psikolojisini nasıl etkilemektedir? Çocuğun akranlarıyla kurduğu yüz yüze iletişimde kendisinin yanı sıra diğer insanlarında duygularını fark etmesine yardımcı olduğunu söyleyen Psikolog Mine Şahbaz, “Çocuklar işbirliğini, paylaşım hissini, hatta çekişmelerin ve hüsranların üstesinden gelmeyi en fazla arkadaşlarıyla yüz yüze iletişim halindeyken deneyimlemektedir. Bu deneyimlerin eksikliği ilerleyen yaşlarda birçok soruna neden olabilir.

Bir seneyi aşkın süredir devam etmekte olan izole yaşam, çocukların kendilerini mutsuz hissetmesine, kaygı bozukluğuna ve öfkeye neden olabilmektedir. Sosyal izolasyon sürecine maruz kalan çocuklar, ilerleyen yaşlarında bireyselliğini ön planda tutabiliyor. Hayal kırıklığına, beklemeye ve hata yapmaya çok daha az tahammül edebiliyorlar. Yaşıtlarıyla yaşanan en ufak bir zorlukta dahi yetişkin desteğine gereksinim duyabiliyorlar. Arkadaşlarına ‘hayır’ yanıtını vermeleri çok zor olduğu gibi istediklerini elde edebilmek için hırçın davranışlar gösterebiliyorlar.” diye konuştu.

İzole Yaşamdaki Çocuklara 5 Önemli Tavsiye

Pandemi sürecindeki izolasyondan çocuğun ruhsal gelişiminin olumsuz etkilenmemesi için Psikolog Mine Şahbaz, 5 önemli tavsiyede bulundu. İşte o 5 önemli tavsiye;

Arkadaşlarıyla İletişim Kursunlar

Çocuk, arkadaşlarıyla sık iletişim kurmalıdır. Bunun için elden geldiğince fırsat yaratılmalıdır. Havaların güzel olduğu zamanlarda açık ortamda çocuğun arkadaşlarıyla iletişim kurması sağlanabilir. Dışarıya çıkmadan evvel çocuğa Covid-19 virüsünden korunması gerektiği mutlaka hatırlatılmalıdır. Maske, sosyal mesafe ve hijyen kurallarını ihmal etmemesi gerektiği ve bunlar hakkında gerekli bilgiye sahip olduğu söylenmelidir. Koronavirüs tedbirlerine uyulduğu sürece sevdiklerimizle görüşmenin güvenli olduğu çocuğa ifade edilerek çocuğun kaygısı giderilmelidir.

Uyarılar Abartılı Olmasın

Çocuk, evden ayrılırken yapılan uyarıların abartılı olmamasına ve sadece gerekli önlemlerin çocuğa söylenerek çocuğun maskeli bir şekilde sosyalleşmesine yardımcı olunmalıdır. Çocuğa, ‘Maskeni sakın indirme, hastalanırsın’ ‘Her yere dokunma, virüs enfekte olur’ ‘Yere oturursan üstün kirlenir’ gibi kaygılı bakışlarla ve yüksek ses tonuyla çocuğa sözel uyarılar yapılmamalıdır. Bu tür uyarılardan kaçınılması, çocuğun sosyal çevresiyle uyumlu olmasına katkı sağlayacaktır.

Tedbirler Oyun Haline Getirilmeli

Covid-19 virüsüyle mücadele için alınan her türlü tedbir oyun haline getirilirse, çocuğun bu tedbirlere uymada anne ve babayla inatlaşma riski azalacağı gibi çocuğun anne ve babayla işbirliğine yatkınlığı artacaktır. Çocuk 3 yaş ve üstündeyse Covid-19 tedbirleri oyun haline getirilmelidir. Mesela ‘Dezenfektan perisi seni çok sevdiği için ara sıra seni fısfıslayacak.’ gibi komik uyarmalarla çocuk rahatlatılabilir.  

Sokağa Çıkmaya Teşvik Edilmeli

Bazı çocuklar, kaygılarından ötürü izolasyon sürecinde içine kapanarak evden dışarıya çıkmak istemeyebilir. Bu durumda çeşitli bahaneler uydurularak çocuk açık havaya çıkmaya teşvik edilmelidir. Çocuğun dış dünyayla yeniden bağ kurması için bu bahanelerin çocuğun yaşına uygun olmasına dikkat edilmelidir. Havanın güzel olduğu zamanlarda yürüyüş yapılması, ip atlanması ve top oynanması gibi bahanelerle çocuğun evden ayrılması sağlanabilir.

Uzman Desteğinden Kaçınılmamalı

Anne ve babaların tüm çabalarına rağmen çocuk evde kalmakta ısrar ediyorsa, bir uzman desteği almaktan kesinlikle kaçınılmamalıdır.  

Önemli uyarı! Aşı olanlar maske taksın

Covid-19 virüsü aşısının iki dozunu vurulanların ‘Ben aşı oldum. Maske takmama gerek yok.’ gibi bir algıya kapılmaması gerektiğini ifade eden Namık Kemal Üniversitesi (NKÜ) Sağlık Uygulama ve Araştırma Hastanesi Başhekimi Göğüs ve Uyku Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Nejat Altıntaş, “Covid-19 virüsü aşısı olanlar korunsa da virüs enfekte olmuş bir vakayla muhatap oldukları takdirde etkileşime girerek virüsü vücutlarına almaktalar. Böylelikle virüsü başkalarına yayıyorlar. Ülkemizde şu an itibariyle aşı olanların maske takmaması gibi bir durum söz konusu değil. Aşının rehavetine kapılarak maske kesinlikle çıkartılmamalıdır.” dedi.

Kimse Rehavete Kapılmasın

İsrail ve ABD’de de nüfusun önemli bir kısmı aşılandığı için vatandaşlarına isterlerse maske takmamaları gerektiği yönünde açıklamada bulunulduğunu kaydeden Doç. Dr. Altıntaş, “Ülkemizde aşılama süreci henüz sürmektedir. Bu nedenle maskelerin çıkartılması için daha erkendir. Aşı olanlar enfeksiyondan korunsa da bu virüsün enfekte olmadığı anlamına gelmemektedir. Yani aşı olanlar, virüsü halen taşıyor olabilirler. Aşı olunup virüse karşı korunma sağlansa dahi virüs enfekte olmuş biriyle iletişime geçildiğinde virüsü alarak başkalarına yayabilirler.

Ülkemiz koşulları henüz maske çıkartmaya elverişli değildir. Ülkemizdeki aşılama oranı İsrail ve Amerika’daki gibi yüzde 50’lere, yüzde 60’lara ulaşırsa dışarıda ve evde maske takmaya gerek kalmaz. Aşı olup da maske takmayanlar şu an için kendilerini korusalar da başkalarını koruyamazlar. Aşının rehavetine kapılarak maskenin çıkartılması çok yanlış bir davranıştır.” ifadelerine yer verdi.

Tek Maske Korur

Tek maske takmanın koruyucu olacağı kanaatinde olduğunu ifade eden Doç. Dr. Altıntaş, “Cerrahi maskelerden her koşulda virüs enfekte olmaktadır. Maske takmaktaki amaç virüsün kendimize enfekte olmasından ziyade maskeyle başkalarına enfekte olmasını önlemektir. Özellikle Covid-19 virüsü aşısını vurduranlara, aşı sizi korusa dahi ağız ve burun içerisine enfekte olan virüs etrafta bulunanlara bulaşmaktadır uyarısını yapmak istiyorum. Ama maske takıldığı takdirde ağızdan çıkacak olan salya, tükürük virüsün etrafa yayılmasını engelleyecektir.

Virüsün yayılımını engellemek adına aşı olanların maske takması önemlidir. Tek maske takılması yeterli geldiğinden çift maske takmanın bir anlamı yoktur. Bir dönem bende çift maske taktım. Çift maske takıldığı zaman üsttekini düzelteyim derken alttaki elleniyor. Bu da düzensizliğe neden oluyor. Bu da fayda yerine daha fazla zarar veriyor.” diye konuştu.

Aşılanan İnsanlara Virüs Enfekte Oluyor

Covid-19 aşısıyla ilgili insanların kafasını en fazla aşı karşıtlarının karıştırdığını belirten Doç. Dr. Altıntaş, “Aşıya karşı olanların aşıyla alakalı ifade ettiği Hint Okyanusu’nda bir ada var. Bu adanın ismi Seyşeller Adasıdır. Bu adanın yüz bine yakın nüfusu bulunmaktadır. Bu adadaki halkın yüzde 70-80’i aşılanmıştır. Buna rağmen virüs halen yayılmayı sürdürüyor. Hatta halk aşılandıktan sonra virüs daha hızlı yayılmaya başladı.

Aşı karşıtları ise bu adayı örnek göstererek bu adanın halkının aşılandığı halde virüsün yayılmaya devam ettiğini dile getiriyor. Bu noktada unuttukları bir husus var. Bu adanın toplamda 100 bin nüfusu var. Aşı uygulandıktan sonra rehavete kapılarak maske takmadılar ve çok sayıda turist aldılar. Kendi nüfuslarından daha fazla günlük turist aldılar. Turistler adaya geldiklerinde PCR testi yapmadıkları gibi PCR testlerine gereken önemi de vermediler. Bu da turistlerin virüsü adaya taşımalarına neden oldu. Aşı olunsa dahi bu adadakiler gibi dikkat edilmediği zaman yani sosyal mesafeye, maskeye ve yurt dışından gelecek turistlere dikkat edilmediği zaman virüsün yayılma riski artmaktadır. Bu açıdan bu ada bizim içinde çok güzel bir örnektir.” şeklinde konuştu.

Ağustos Ayına Kadar Kurallara Dikkat Edilmeli

Ülkemizde vaka sayısında ciddi bir azalma olduğuna değinen Doç. Dr. Altıntaş, “Vaka sayısı düştükçe sayıyı düşürmek de zorlaşıyor. Herkesin daha fazla tedbir almasına gereksinim var. Bu tedbirler alınırken de vatandaşların daha dikkatli olması gerekmektedir. Biz hastanelerde elimizden gelen özeni göstermekteyiz. Hastanelerdeki vaka oranlarına, yoğun bakım ve poliklinik oranlarına bakıldığı zaman biz vaka sayısını net olarak görmekteyiz. Ülkemizde ve özellikle de Tekirdağ bölgesinde vaka sayısında ciddi bir düşüş var. Televizyonda verilen verilerle sahada tespit edilen rakamlar birbirleriyle örtüşmektedir. Vaka sayısının daha fazla azalması için sosyal mesafe, maske ve hijyen kurallarına en azından ağustos ayına kadar dikkat edilmelidir.” dedi.

Covid-19 sonrası kimyasal kokular koklamaktan kaçının

Covid-19 enfeksiyonunun neden olduğu koku ve tat kaybının geçip geçmediğinin anlaşılması için deterjan, parfüm ve çamaşır suyu gibi kimyasal maddelerin koklamasındansa nane, kahve ve gül yaprağı gibi kokuların koklamasını öneren Kulak Burun Boğaz Hastalıkları ve Baş Boyun Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Esin Yalçınkaya, “Koku ve tat algısı üzerine uzun zamandan beri çalışmalar yürütmekteyiz. Nezle ve grip gibi enfeksiyonlarda da koku ve tat kaybı yaşanmaktadır. Ancak bu nadir görülen bir durum olduğu için toplum tarafından çok fazla bilinmemektedir.

Covid-19 virüsü enfeksiyon sürecinde koku ve tat kaybı yaşanma riski, influenza virüsünden çok fazla olmaktadır. Her 100 hastadan 50’sinde görülebildiği için sayısal olarak yüksek olmasının yanı sıra koku ve tat kaybının derecesi de oldukça yüksektir.

Birçok nedenden dolayı koku ve tat kaybı yaşanabilir. Bu konu ile ilgili yapılan araştırmalar halen sürmektedir. Covid-19 virüsünün koku sinir hücrelerini tutması, virüsün vücuda enfekte olduğuna dair bilinen en önemli sebep olarak değerlendirilmektedir.” dedi.

Tedaviye Erken Başlanması Kalıcı Olma Riskini Azaltıyor

Vücuttaki diğer sinirlere kıyasla koku sinirlerinin daha açıkta ve hassas bir yapıda olduğuna değinen Doç. Dr. Yalçınkaya, “Koku sinirlerinin geçiş yolu üstünde yer alması, Covid-19 virüsü enfeksiyonu esnasında bu bölgede kanlanma azalmasına ve ödeme neden olarak koku ve tat kaybına, özellikle de koku kaybına yol açabilmektedir. İnsanlarda koku kaybı olduğu zaman tat kaybı da doğal olarak olmaktadır. Birçok insan uzun süreden beri koku ve tat kaybı yaşadı. Koku ve tat kaybının kalıcı olma riski bir hayli fazladır. Koku ve tat kaybının kalıcı olup olmadığının ise hasta tarafından anlaşılmasının imkanı yoktur. Koku ve tat kaybı iki hafta içerisinde geçmeyen hastaları değerlendirmek için muayene etmemiz gerekiyor. Çünkü tedaviye mümkün olduğunca erken başlanması kalıcı olma riskini azaltmaktadır. Böylelikle yüz güldürücü sonuçlar elde edilme şansı artıyor.” ifadelerine yer verdi.

Sigaradan Kaçınılmalı

Covid-19 virüsü enfeksiyon sürecinde koku ve tat kaybı yaşayan vakalara önemli tavsiyelerde bulunan Doç. Dr. Yalçınkaya, “Koku ve tat kaybının tedavisi kişiye özel olarak düzenlenmelidir. Koku ve tat kaybı uzun süreden beri devam ediyorsa mutlaka doktor kontrolünden geçmek gerekmektedir. Doktor kontrolünden geçilmeden sürecin evde geçirilmeye çalışılması çok yanlış bir davranıştır. Vakaların bir sağlık kuruluşuna ulaşmaları zorsa organik kokular koklanarak koku kaybının geçip geçmediği test edilmelidir. Bunun için içeriğinde kimyasal madde barındırmayan nane, gül yağı ve kahve gibi doğal kokuların koklanması çok daha sağlıklıdır.

Ayrıca buruna tuzlu çekmeninde faydası olsa da dozun çok iyi ayarlanması gerekmektedir. Bundan dolayı da eczanelerden okyanus suyu satın alınması çok daha iyidir. Ödemin ilk oluştuğu dönemlerde tuzlu su faydalı olmaktadır. Ancak uzun zamandan beri koku alamayan vakalar için bu kesin bir tedavi yöntemi değildir.” diye konuştu.

Kimyasal Kokulardan Kaçının

İçeriğinde kimyasal barındıran maddelerin koklanmasından kesinlikle kaçınılması gerektiğinin altını önemle çizen Doç. Dr. Yalçınkaya, “Koku alıp almadığını denemek isteyen vakalar, deterjan, parfüm ve çamaşır suyu gibi içeriğinde kimyasal madde barındıran bu şeyleri çok sık koklarlarsa ciddi sağlık problemlerine neden olabilir. Bu tür maddeleri koku ve tat kaybı olmayan kişilerin sık koklaması dahi sağlık problemlerine neden olabilir. Ayrıca sigara içen kişiler, sigara tüketimini kesinlikle bırakmalıdır. Yine B ve D vitaminlerinin yanı sıra çinko tedavisi de fayda sağlayabilir. Mineral ve vitamin takviyeleri ile ilgili sürekli yayınlar yapılsa da vakanın o vitamine gereksinimi olmayabilir, yani vakada B vitamini yeterli miktarda olabilir. Bu durumda B vitamini kullanılması iyi sonuçlar doğurmaz. Bu nedenle doktor kontrolünden kesinlikle geçilmelidir.” şeklinde konuştu.  

Dr. Ender Saraç’tan metabolizmayı hızlandıran, iştah kesen çay tarifi

Kilo vermek isteyen insanların zorlandığı konulardan birisi sürekli olarak aldığı fazla kalorili besinlerden vazgeçememesi veya önerilen oranda azaltmakta zorluk yaşamasıdır. İnsanlar iştahı açık olduğu müddetçe sürekli olarak belirli besin gruplarını tüketebilmektedir. Haliyle kilo verme konusunda yüksek oranda sıkıntı yaşamaktadır. Bu konuda bulunan çözümler ve yapılan uygulamalar çoğu zaman yetersiz kalır. Ancak uzman doktorların önerileri dikkate alındığında kilo problemlerinin aşılmasının güç olmadığı gözlemlenmiştir. İnsanların günlük oranda alacağı besin miktarını çeşitli takviyeler ile en aza çekmesi ve sağlıklı bir şekilde kilo vermesi mümkündür. Bunun için doğru takviyeyi alması yeterli olacaktır.

Ender Saraç’tan Metabolizmayı Hızlandıran, İştah Kesen Çay

Konu hakkında detaylı çalışmalar yapan ve araştırmaları sonucunda olumlu etkiler sağlayan Prof. Dr. Ender Saraç iştah kesme konusunda doğal çözümlere sahip olan nadir doktorlardan birisidir. Televizyon programlarında da çeşitli noktalara değinen ve insanların merak ettiği konuları aydınlatan Ender Saraç birçok kilo problemi olan insanı sağlıklı bir şekilde problemlerinden arındırmıştır. Ender Saraç’ın tariflerinin hazırlanması ve uygulanması çok kolaydır. Aynı zamanda bu tarifler düzenli periyotlar ile uygulandığında olumlu sonuçlar göstermektedir. Ender Saraç’ın hem kendi resmi sitesi üzerinden hem de resmi kanallar aracılığı ile vermiş olduğu bitkisel çay tarifleri iştah kesme konusunda ideal ürünlerden birisidir.

Ender Saraç metabolizma hızlandırıcı çay tarifi:

Günlük olarak uygulanan diyet listelerine ilave olarak öğün aralarında tüketilmesi mümkün olan çeşitli çay tarifleri bulunmaktadır. Çay tariflerinin düzenli olarak uygulanması çok önemlidir. Bazı çaylar sürekli olarak tüketilemez ancak birçok tarifin iştahı yüksek oranda kestiği ve metabolizmayı hızlandırdığı doğrudur. Dr. Ender Saraç’ın önerileri doğrultusunda listelenen iştah kesici çay tarifi şu şekildedir;

Malzemeler: 

  • Ayva kabuğu,
  • 1 tutam ıhlamur,
  • 1 tatlı kaşığı mate,
  • 1 çay kaşığı zerdeçal

Hazırlanışı:

Cezvenin içerisine 1 kupa miktarı kadar su koyun. Suyun içerisine ıhlamur, mate, zerdeçal ve ayva kabuklarını ilave edilerek karıştırın. Cezve 1 kez fokurdayıncaya kadar kaynatın ve 6 dakika kadar demlenmeye bırakın. Hazırlanan karışım öğün aralarında tüketilebilir.

Nasıl tüketilir?

Hazırlanan çay içerisine dileyenler nane ilave edebilir. Nane ferahlık hissi vereceği gibi sindirim sistemi içinde faydalı bir bitkidir. Nane uygulamasının dinlenme aşamasında yapılması gerekir. Daha sonra ise çay tüketime hazır hale getirilir. Hazırlanan karışım günde 2 defa tüketilebilir. Öğün aralarında tüketilebileceği gibi kahvaltıdan önce ve yatmadan önce 2 kez içilerek iştah tamamen kesilir.

Özellikle gece yatmadan önce sürekli olarak atıştıran insanlar ciddi oranda kilo almaktadır. Bu tür atıştırmalıkları kesmek için hazırlanan çayın tüketilmesi yeterli olacaktır. Dr. Ender Saraç’ın çeşitli detoks tarifleri ile gün içerisinde kendinize farklı karışımlar hazırlayabilirsiniz. Ayrıca diyet listenize bu karışımları ilave edebilirsiniz.

0-3 ay, 3-6 ay, 6-12 ay bebek oyuncakları nasıl olmalı?

Bebekler için oyuncak seçimi gerek gelişimlerinin daha sağlıklı ve hızlı olması için gerek keyif almaları için önemli bir noktadır. Bu nedenle aileler oyuncak seçimi yaparken bir takım detaylara dikkat etmelidir. Oyuncağın; bebeğin ayına uygun olup olmadığı, gelişimini ne yönde etkileyeceği ya da kalitesi önemlidir. Ayrıca bebeğimiz için oyuncak satın alırken içerisinde zararlı maddeler olmamasına dikkat etmeliyiz.

Oyuncak Seçiminde İlk 6 Ay

Öncelikle çocuklara oyuncak satın alırken çocuk sağlığına zarar vermeyen, lisanslı ve https://www.otoys.com.tr/3-6-ay adresi gibi bilindik yerlerden alınmasını tavsiye ediyoruz.

Bebekler özellikle ilk 2 aylarında işitme konusunda daha duyarlıdırlar. Bu nedenle hoşlarına giden müzikler onlara iyi gelir ve sakinleştirir. Bu dönemde özellikle yataklarının üzerine asabileceğiniz müzikli ve figürlü dönenceler dikkatlerini çekecektir. Ayrıca ses seviyesini düşük seviyede ayarlarsanız bebeğiniz sakinleşerek rahat bir şekilde uykuya dalacaktır. Çünkü bu dönemde bebekler yüksek sesten hoşlanmaz ve kulakları da zarar görebilir. Yüksek sesli bir oyuncak seçmeniz halinde kalıcı işitme kayıpları bile meydana gelebilir. Çıngırak, ya da sıkınca ses çıkartan oyuncaklar ile de bebeğinizi sakinleştirebilir ve dikkatini çekebilirsiniz.

2 aydan sonra bebekler artık elleri ile sürekli bir şeylere dokunma isteğinde olacaktır. Nesneleri sıkma, ağzına götürme konusunda ısrarlı olan bebekler elleri ile kavrama konusunu da geliştirmiştir. Ayrıca görme duyuları da bu dönemde oldukça gelişmiş olur. Bu nedenle oldukça renkli, dikkat çekici oyuncaklar tercih edilmelidir. Ellerine alıp oynayabilecekleri çıngıraklar, beşiklerine, bebek arabalarına takılabilecek müzikli oyuncaklar bebekler için idealdir. 4-5 aylık bebekler genelde sağ tarafa daha fazla baktığı için dönencelerin sağ taraflarına takılması da fayda olur. Ayrıca bu dönemde seçilecek oyuncakların üzerinde 0-6 ay uyarısı olmasına dikkat edilmelidir. Bebeğin yutabileceği kadar ufak parçalı oyuncaklar asla tercih edilmemelidir. Elinde oynayacağı oyuncağın keskin kenarları, kesici kısımları ya da parmaklarının sıkışmasına neden olacak delikleri olmamalıdır. Oyuncağın içeriğinde zararlı maddelerin olmamasına da dikkat etmek gerekir.

7-9 Ay Döneminde Oyuncak Seçimi

Bebekler bu aylarda artık kendi kendilerine oturarak oyun oynayabilecek duruma gelirler. Bu dönemde her yerinden ses ve ışık çıkartan oyuncaklar seçilebilir. Bu oyuncakların etrafında çeşitli düğmeler vardır ve bebek bu düğmelere basarak müziği ya da ışıkları değiştirebilir. Ayrıca diş çıkartma dönemi de olduğu için bebeğinizin eline dişlerini kaşıması için tasarlanmış yumuşak ve zararsız kaşıyıcıları verebilirsiniz. Bebeğinizi eğitecek ve gelişimini olumlu yönde etkileyecek olan renkli kartlar, rahat tutabileceği küçük oyuncaklar, arabalar, üst üste dizilen halkalar ya da iç içe koyulan irili ufaklı kutular bu dönemde tercih edilebilir. Sıkıldığında ses çıkartan oyuncaklar ve ağzına sokamayacağı büyüklükte olan toplar da bu dönemdeki bebeklerin çok ilgisini çeker. Bebeğiniz ile yüz yüze temas kurup şarkılar söylemeniz ya da ona komik hareketler yapmanız da çok hoşuna gidecektir. 6-9 ay emekleme dönemi olduğu için fırlatabilecekleri hafif oyuncaklar, emekleme arkadaşı ya da tutup sürükleyebilecekleri tarzda oyuncaklar satın alabilirsiniz.

10-12 Aylık Bebeklerde Oyuncak Seçimi

Bu dönemde bebeğiniz yeni şeyler öğrenme ve dokunma konusunda hevesli olacaktır. Yüksek ses çıkartan, titreşimli, tuşlu ve müzikli oyuncaklar çok ilgilerini çeker. Bu dönemde olan bebekler için tasarlanmış olan davullar ve müzik aletleri en çok hoşlandıkları oyuncaklar arasındadır. Renkli toplar, kartondan yapılmış ve müzik çalan eğitici kitaplar da keşfetmeyi sevdikleri oyuncaklar arasındadır. Peluş oyuncaklar ile de oynamaktan hoşlanan bebekler bu dönemde yürüme konusunda girişimde bulunuyor ya da yürümeye başlamış olabilir. Özellikle kendileri itebilecekleri, müzikli, düğmeli yürüteçler çok hoşlarına gdier. Bir kutu içerisine uygun şekillerin yerleştirilebildiği oyuncaklar da bebekler için idealdir. Böylece bebeğiniz kare şeklini kare olan boşluğa, üçgeni, üçgen şeklinde olan boşluğa bırakarak şekilleri öğrenir ve gelişimi olumlu yönde etkilenir.

1 ve 2 Yaş Döneminde Ne Gibi Oyuncaklar Seçilmelidir?

1 yaş dönemdeki bebekler başkaları ile birlikte oyun oynamaktan oldukça keyif alır ve fiziksel aktivitelerden hoşlanır. Parçaların tamamlanmasını gerektiren ve kendi güçleri ile hareket ettirebildikleri oyuncaklar da sevdikleri seçenekler arasındadır. Oyuncak mutfak eşyaları ile oynamaktan oldukça keyif alırlar. Fincan ve tabakları sürekli üst üste koymak tabakların içine oyuncak sebze ve meyveler koymak hoşlarına gider. Bu dönemde arabalar, peluş ya da yumuşak oyuncaklar ve ses çıkartan oyuncaklar ile de oynamayı çok severler.

2 yaş dönemindeki bebekler ise dikkat gerektiren oyuncaklardan hoşlanır. Özellikle değişik renklerde olan legolar bu yaştaki bebekler için oldukça keyiflidir. Hatta uzun süre sıkılmadan legoları birbirlerine takıp çıkartabilirler. Oyuncak mutfak eşyaları, marangoz malzemeleri, doktor takımları da 2 yaş dönemi bebekleri için vagzeçilmezdir. Kürek ve kova ile toprakta oyun oynamak da bu dönemdeki bebekler için eğlendiricidir. Oyun kumu ve oyun hamuru ile de tanışan bebekler hayal güçlerini geliştirme yönünde adımlar atar. Renkli ve eğitici masal kitapları ya da kartlar tercih ederek de bebeğiniz ile kaliteli vakit geçirebilirsiniz.

İlginizi çekebilir:

Ölümcül hastalıklarda kalp-damar ve dolaşım sistemi hastalıkları ilk sırada

Pandemi sürecinde insanların evlerine kapandığını ifade eden Prof. Dr. Erol, “Pandemi sürecinin kaçınılmaz bir sonucu olan bu hareketsiz yaşam tarzı obezite riskini ve stresi artırdı. İnsanlar yakınlarını kaybetmeye başladığından doğal olarak üzüntüleri de arttı. Pandemi sürecinin getirdiği bu olumsuz etkilerden dolayı kan basıncı ve kalp-damar hastalıklarında risk yükseldi.” ifadelerine yer verdi.

Maskenizi Takarak Tempolu Yürüyüş Yapın

Dünya Hipertansiyon Günü münasebetiyle önemli açıklamalarda bulunan ve vatandaşları uyaran Prof. Dr. Erol, “Ülkemizde her yetişkin 3 kişiden 1’i yüksek tansiyon hastasıdır. Yüksek tansiyon hastalarının ise diyetlerine çok dikkat etmesi gerekmektedir. Hipertansiyon hastaları kesinlikle tuzsuz diyeti bırakmamalı, evlerinin salonlarında ve kordirunda yürüyüş yapmalı, ev içerisinde hareket etmeyi ihmal etmemeli, basit kültür-fizik, pilates gibi hareketleri yapmalı, canları her sıkıldığında yemek yememeli, ideal kilolarını korumalı ve kısıtlı kalori almalıdırlar. Sokağa çıkma kısıtlamasının olmadığı saatlerde maskelerini takarak ve sosyal mesafe kuralına uyarak tempolu yürüyüşler yapmalı ve ilaçlarını zamanında almayı ihmal etmemelidirler.” diye konuştu.

Hipertansiyon Semptomları Dikkate Alınmalı

Hipertansiyon rahatsızlığının çok sinsi seyrettiğini ve semptomlarının da çok silik olduğunu kaydeden Prof. Dr. Erol, “Hipertansiyon rahatsızlığının en önemli semptomları arasında baş dönmesi, baş ağrısı ve kulak çınlaması yer almaktadır. Ancak tansiyon kronik olarak yükseliyorsa bu semptomlar da görülmeyebilir. Kan basıncı kronik olarak yükseliyorsa böbrek yetmezliği, kalp-damar rahatsızlığı, beyin kanaması, kalp yetmezliği ve felç riski artmaktadır.” şeklinde konuştu.

Kalp-Damar ve Dolaşım Sistemi Hastalıkları En Ölümcül Hastalıklar

Pandemiye odaklanan insanların kalp-damar rahatsızlıkları gibi kronik rahatsızlıkların tedavi sürecini ihmal ettiğini belirten Prof. Dr. Erol, “Pandemi sürecinden itibaren insanların ana odak noktası Covid-19 virüsü oldu. Bu yanlış bir davranış tarzı olmasa da insanlar ölümcül kronik rahatsızlıklarla mücadele etmeyi bırakmamalıdır. Pandemiden evvel ki 2019 senesi ülkemizin ölüm istatistikleri incelendiği zaman kalp-damar ve dolaşım sistemi rahatsızlıkları yüzde 37 ile ilk sırada yer almaktaydı. Aşılama yaygınlaştıktan sonra bu pandemi süreci elbette sona erecek. Ama ölümcül kronik rahatsızlıklar etkinliğinden hiçbir şey kaybetmeyecek. Bundan dolayı da pandeminin kalp-damar rahatsızlıklarının risk faktörlerine olan olumsuz etkilerinin en aza indirilmesi gerekmektedir. Hareketli yaşam tarzı ve spor kesinlikle bırakılmamalı, dengeli ve sağlıklı beslenilmeli, tansiyon yüksekse yemekler tuzsuz olmalı, sigara tüketilmemeli, diyabet varsa kontrol altına alınmalı, ilaçlar vaktinde alınmalı, kolesterol seviyeleri yüksekse tedavisi aksatılmamalıdır. Bunlar ihmal edilmediği takdirde pandemi sürecinde kalp-damar rahatsızlığı ilerlemez.” değerlendirmesinde bulundu.

Herkesin Kan Basıncı Ölçülmeli

Tanısı yeni konan hipertansiyon hastaları için pandeminin etkisini gösterecek herhangi bir çalışma yapılmadığını söyleyen Prof. Dr. Erol, “Pandemi sürecindeki olumsuz yaşam koşulları, kilo alma, hareketsiz yaşam tarzı ve stres hipertansiyonda yükseltici etki yapabilir. Herkes dönem dönem kan basıncını ölçtürerek değerini bilmelidir. Eğer büyük tansiyon 140 mmHg’nin, küçük tansiyon ise 90 mmHg’nin üstündeyse mutlaka bir doktora başvurulmalıdır. Sağlık sistemimiz güzel işlemektedir. İnsanlar maske, hijyen ve sosyal mesafeye dikkat ederek tedavi olmak için hastaneye gelebilir. Bütün hastanelerimizde ve aile sağlığı merkezlerimizde polikliniklerimiz hizmetini sürdürmektedir.” dedi.

Kalp ve Damar Hastalıklarında Sayı Artabilir

Pandemi sürecinin kalp-damar rahatsızlıkları risk faktörlerine olumsuz etki ettiğini ve bu etkinin teorikte ilerleyen süreçte kalp-damar rahatsızlığı riskinde artmaya neden olabileceğini aktaran Prof. Dr. Erol, “Türk Kardiyoloji Derneği tarafından pandemi sürecinde kalp krizi nedeniyle hastaneye yatışı yapılan hasta sayısında azalma olduğu gözlemlendi. TURKMI-2 araştırmasında da bilimsel olarak bunu gösterdik. Türkiye’yi temsil etmekte olan 50 büyük hastaneye, pandemi sürecinde yatırılarak tedavi altına alınan kalp krizi hastalarını, pandemi boyunca ardışık olarak 15 gün kaydettik. Buradan elde edilen sonuçları aynı hastanelerde 2018 yılı sonunda yapılan TURKMI-1 araştırmasında elde edilen sonuçlarla karşılaştırdık. Kalp krizi nedeniyle hastane başvurularında yüzde 47 gibi çok ciddi bir düşüş olduğunu gözlemledik.

Bu orana bakıldığı zaman kalp krizi geçiren iki hastadan birinin hastaneye müracaat etmediğini, müracaat eden hastaların ise pandemi sürecinden evvelki döneme kıyasla zamanında müracaat etmediğini belirledik. Kalp krizi geçirilen ilk saatler altın kadar kıymetlidir. Tıkalı olan damarın bir an evvel açılması gerekir. Tıkalı olan damar ne kadar erken açılırsa kalp kası o kadar kurtarılabilir. Pandemi sürecinde kalp krizi nedeniyle hastaneye müracaat eden hastalar zamanında müracaat etmediği için hastane içi kalp yetmezliği, şok ve ölüm vakalarında sayı ikiye katladı. Diğer taraftan da hastaneye hiç müracaat etmeyen ve kaydı dahi bulunmayan hastaların bir kısmı hayatını kaybetti.

Hayatı kurtulan hastaların ise erken dönemde gerekli tedaviyi alamadıklarından dolayı kalp kasında hasar oluştuğundan ilerleyen süreçte kalp yetmezliği havuzundaki hasta sayısında ciddi artış olacak. Bu çalışmadan elde edilen sonuçlar, Dünya Kalp Günü dolayısıyla halkımızla paylaşıldı. Halkımıza kalp krizi şüphesiyle evde vakit geçirmemelerini, 112 ile irtibat kurarak ambulansla hastaneye gelmelerini, maske, temizlik ve sosyal mesafe ile Covid-19 virüsünden rahatlıkla korunulabileceğini ve kalp krizinin evde geçirilemeyeceğini her platformda halkımıza söyleyerek sürekli uyarmaktayız.” ifadelerine yer verdi.

Lazer epilasyon yan etkileri, zararları neler, hamileyken yapılır mı?

Lazer epilasyon, cilde zarar vermeden istenmeyen tüylerin alınmasına yardımcı olur. Bu süreç genellikle hızlıdır. Elbette tedavi edilen bölgeye bağlı olarak, süre değişiklik gösterebilir. Lazer epilasyondan sonra bazı insanlar birkaç yan etki yaşayabilir. Şimdi lazer epilasyonun yan etkileri hakkında bilmeniz gerekenlerden söz edelim.

Lazer Epilasyonla İlgili Olası Riskler

Lazer epilasyon işleminden sonra küçük yan etkiler yaşayabilirsiniz. Bunların çoğu geçicidir. Ancak bu etkiler şiddetlenirse dermatoloğunuza danışmanız önemlidir. Lazer epilasyon uygulamasından sonra meydana gelme ihtimali bulunan yan etkiler şu şekilde sıralanabilir:

Cilt Kızarıklığı ve Tahrişi

Ciltte kızarıklık ve tahriş, lazer epilasyonunun yaygın yan etkileridir. Vücudunuzun hassas bir bölgesinden tüy alınıyorsa, bu durum daha olasıdır. İlgili alandaki cildiniz hassas olabilir ve kızarıklık, tahriş ve şişlik fark edebilirsiniz. Bu etkiler, ağda ya da diğer tüy alma prosedürlerinden sonra fark ettiğinize benzer. Tahriş genellikle işlemden sonraki bir saat içinde azalır. İyileşmeyi hızlandırmak için bir buz uygulaması yapabilirsiniz.

Cilt Pigmentlerinde Değişim

Lazer epilasyonun yan etkileri arasında bir diğeri de cilt pigmentlerindeki değişim olabilir. İşlemden sonra cilt tonunuzda değişiklikler de fark edebilirsiniz. Daha açık ten rengine sahip olanlar ciltlerinde koyu lekeler görebilir. Daha koyu tenli olanlarda ise koyu lekeler ortaya çıkabilir. Bu değişiklikler geçici olsa da, çok şiddetli görünüyorsa doktorunuzla konuşmanızda yarar vardır.

Ciltte Kabuklanma

Ciltte meydana gelen kabuklanmalar da lazer epilasyonun yan etkileri arasındadır. Bazı kişiler etkilenen bölgede kabuklanma yaşayabilir. Küçük de olsa, bu sorun aynı zamanda yara izi ya da derin kabuklanmaya da neden olabilir. Etkilenen bölgeye nemlendirici sürmek bu sorunun giderilmesini kolaylaştırabilen bir uygulamadır.

Lazer Epilasyonun Nadir Yan Etkileri

Yukarıdaki etkiler genellikle küçük ve geçicidir. Nadir durumlarda, bazı ciddi yan etkiler de yaşanabilir. Bunlar arasında en yaygın olanları:

  • Cilt dokusunda değişiklik: Bu durum, yakın zamanda bronzlaştıysanız olabilir.
  • Aşırı tüylenme: Bu son derece nadirdir. Ancak bazı kişiler tedavi edilen bölgede aşırı tüylenme problemi yaşayabilir.
  • Kabarcıklar: İşlemden hemen sonra cildinizi güneşe maruz bırakırsanız kabarcıklar oluşabilir. Lazer epilasyon düzgün yapılmazsa da kabarcıklar gözlemleyebilirsiniz.

Unutulmamalıdır ki, lazer epilasyon uygulaması, tüyleri kalıcı olarak yok etmez. Sadece tüylerin bir süre uzamasını geciktirir.

Hamileyken Lazer Epilasyon Yapılır Mı?

Lazer epilasyonun yan etkileri hakkında bilgi verdikten sonra bu işlemin hamileler için uygun olup olmadığından söz edelim. Uzmanlar hamilelikte lazer epilasyon önermiyorlar. Bu dönemde lazer epilasyonun güvenliğini kanıtlayan hiçbir bilimsel veri bulunmamaktadır. Hamilelik, birçok hormonal değişikliğe neden olarak istenmeyen yerlerde fazla tüylerin çıkmasına neden olur. Bu tüy büyümesi rahatsız edici olsa da, genellikle kendi kendine azalır. Bu sebeple, lazer epilasyon yaptırmak istiyorsanız, hamilelik sonrasında deneyebilirsiniz.

Safra kesesi çamuru nedir, neden olur, nasıl tedavi edilir?

Safra kesesi çamuru sıklıkla karşılaşılan bir sağlık sorunudur. Safra kesesi ve karaciğer rahatsızlıkları olanlarda safra kesesi çamuru görülme oranı yüksektir. Tükettiğimiz her yağlı besin mideye ulaştıktan sonra hormonlar aracılığı ile safra kesesine ulaşır. Safra kesesi kasılarak gönderilen yağlı sıvıyı onikiparmak bağırsağından içeri alarak papilla denilen bir delikten boşaltır. Tam da bu noktada safra kesesi çamuru nedir sorusuna bulduğumuz yanıtı haberimizin devamında bulabilirsiniz.

Safra Kesesi Çamuru Nedir?

Safra kesesinde biriken tortulara safra kesesi çamuru denilir. Yapılan araştırmalara göre pankreas iltihaplanması, safra kesesi şişmesi veya iltihaplanması rahatsızlığı olanlarda safra tortularına daha sık rastlanır. Bu durum beraberinde safra kesesi taşları gibi katı madde birikimlerine neden olur.

Safra kesesi çamuru üç farklı yönde seyreder. Bazen biriken bu çamur bir daha geri dönmemek üzere kaybolur. Ya da kaybolduktan bir süre sonra tekrarlanır. Son olarak ise çamurla birlikte safra kesesi taşları ile yoluna devam eder.

Sarılık ve Pankreas Bezi İltihabına Neden olabilir!

Safra kesesi çamuru vücudun kritik fonksiyonlarını etkileyen sorunlara yol açabilir. Safra kanallara akarken kasılır ve toplanan çamur ve taşları yerinden oynatır. Büyük katı maddelere göre küçük tortular daha fazla risk yaratır. Biriken bu tortular, safra kanallarını tıkayarak sarılık ve pankreas bezi iltihabına neden olabilir!

Yemek Sonrası Karında Şişlik ve Karın Ağrısını Pas Geçmeyin!

Safra kesesi çamuru başlangıçta sessizce ilerler. Ancak yeterli birikime ulaşınca özellikle yağlı yemekler sonrasında kişiyi rahatsız eder. Yemek sonrası karında şişlik ve ağrı yapar. Kimi hastalarda sırt ağrıları ile birlikte mide bulantısı görülür. Bu durum safra kesesinin kasılması neticesinde kanala göndermeye çalıştığı tortulardan kaynaklanır. O nedenle safra kesesi çamuru olan hastaların beslenmesine dikkat edilmesi beklenir. Özellikle yağlı besinler ile yumurtadan kaçınılır.

Laparoskopik Ameliyat İle Safra Çamuru Tedavisi

Kapalı veya açık uygulanabilen laparoskopik yöntem ile safra kesesi çamuru ve taşları tedavi edilir. Kapalı uygulamada karından girilerek operasyon yapılır. Bu yöntemde iltihap riskinin olması uzmanları açık operasyona yönlendirir.

Laparoskopik ameliyat ile safra çamuru tedavisi sonrasında hasta 1 gün sonra taburcu edilir. Hasta günlük yaşantısına çabuk döner. Operasyon öncesinde hastaya ortalama 6 hafta süren ilaç tedavisi uygulanır. Ayrıca safra çamuru endoskopi işlemi ile temizlenmesi mümkündür.

Evde doğal Şems Arslan kolajen maskesi nasıl yapılır? Ne işe yarar?

Şems Arslan Kolajen Maskesi, genel olarak yaşlanma karşıtı olan bir maskedir. Yüz bölgesinin gergin, sıkı ve daha genç görünmesini sağlayan maske cildinizin esnekliğini artırır, cilt dokunuzu yeniler. Şems Arslan katıldığı canlı yayın programında kolajen maskesini açıkladı.

Şems Arslan Kolajen Maskesi Ne İşe Yarar
Şems Arslan Kolajen Maskesi Ne İşe Yarar

Şems Arslan Kolajen Maskesi Ne İşe Yarar

Son yıllarda verdiği mucize güzellik reçeteleri ile ünlü olan Şems Arslan, kolajen maskesinin evde doğal yollarla nasıl yapıldığı, kolajen maskenin ne işe yaradığı herkes tarafından merak edilmiştir. Kolajen, birçok işlev ile birlikte vücudun eklemlerini, bağlarını, kemiklerini ve tendonlarını etkileyen önemli rol oynar. İnsanlardaki eklemleri ve kemikleri bir arada tutmaya yardımcı olur. Aslında kolajen insan vücudundaki bütün proteinlerin yaklaşık %30’unu oluşturur, amino asitler olarak bilinen yapı taşları tarafından oluşturulmaktadır.

Vücuttaki Kolajenin Azalmasına Ne Sebep Olur?

  • Çok fazla şeker kullanımı,
  • Yetersiz uyku,
  • Yaralanmalar ve duygusal stres nedeniyle yüksek bir kortizol, antioksidan içerikli yiyecekleri az tüketmek,
  • Güneşe maruz kalmak ve hareket eksikliği,
  • Kötü bağırsak sorunu,
  • C vitamini ve çinko eksiklikleri ve serbest radikaller gibi faktörlerdir.

Cilt uzmanı Arslan, yaşlanma karşıtı kolajen maskenin tarifini vermiştir. Evde rahat bir şekilde bulunabilecek malzemelerden oluşan kolajen maske kırışıklıkların gitmesine yardımcı olan tariflerin arasında yer almaktadır. İşte tarifi!

Evde Doğal Şems Arslan Kolajen Maskesi Nasıl Yapılır?

Cildin gergin, sıkı ve genç görünmesini sağlayan Arslan Kolajen maskesini yapmak için 1 yemek kaşığı patates nişastası, 5 çay kaşığı havuç suyu, 1 çay kaşığı bal, 2 su bardağı ılık süt, 1 çay kaşığı süt kaymağı ve 1 yemek kaşığı sıvı moomyo malzemelerini kasede iyice karıştırın.

Şems Arslan Kolajen Maskesi Nasıl Kullanılır?

Yağlı kağıttan yüz maskesi kesin ve sıcak sütün içerisinde kalıbınızı ısıtın. Yüzünüzü tamamen temizleyin. Cildinize maskeyi uygulayın. Ardından yağlı kağıdı yüzünüze takın. Yaklaşık olarak 25 dakika kadar bekletin. Daha sonra ılık su ile cildinizi durulayın. Şems Arslan Kolajen maskesini haftada 2 kez uygulayabilirsiniz.

Bunlar da ilginizi çekebilir!

Alın kırışıklığı nasıl geçer, giderilir? Maske ve egzersiz

Yapılan mimiklerden kaynaklı olarak alın bölgesinde kırışıklıklar ve çizgiler oluşur. Alın bölgesinde çizgi ve kırışıklığa neden olan diğer sebepleri ise genetik faktör, yaş ve güneş ışığına aşırı maruz kalmaktır. Doğal yöntemler tercih edildiği zaman alın bölgesinde bulunan kırışıklıklar ve çizgiler tamamen ortadan kalkabilir.

Cildin ihtiyacı olan nem verildikten sonra kırışıklık oluşumunu daha ileri bir tarihe erteleyebilirsiniz. Kuru ciltler yağlı ciltlere göre çok daha erken kırışıklık oluşumu ile karşı karşıya kalır. Bu sebeple kuru cilt yapısına sahip olan kişilerin mutlaka yoğun nemlendirici kremleri tercih etmesi gerekir. Cildin elastikiyet kazanması kırışıklık oluşumunu erteler. Yaşınız ilerlemeden yoğun nemlendiriciler kullanmaya başlarsanız kırışıklık oluşma ihtimalini en aza indirmiş olursunuz. Kozmetik ürünlerin kullanımı da alın kırışıklıklarına yol açabilmektedir. Bu sebeple cilt bakımında tercihlerinizi daha çok doğal yöntemlerden yana kullanmanızı tavsiye ederiz.

Alın Kırışıklıkları Nasıl Geçer, Giderilir?

1- Muz

Cilt bakımı için en harika meyvelerden biri muzdur. İçerisinde bulunan vitaminler ve aminoasitler sayesinde cildin daha sağlıklı bir görünüm kazanmasına fayda sağlayacaktır. Alın bölgesinde oluşan kırışıklık ve çizgi gibi oluşumların tamamına ortadan kalkmasına yardımcı olur. Son derece kolay bir şekilde uygulandığı için herkes evde yapabilir.

Muzun tamamen pürüzsüz olmasını sağlayacak kadar ezdikten sonra cildinize uygulayabilirsiniz. Cildinize ince bir tabaka halinde uygulamanız daha büyük bir fayda sağlayacaktır. 20 ila 25 dakika arasında beklettikten sonra ılık su yardımı ile cildinizi temizleyin. Cildinizi yıkadıktan sonra pürüzsüz ve son derece nemli bir yapıya geldiğini göreceksiniz.

Haftada iki ya da 3 defa bu işlemi gerçekleştirdiğiniz zaman alın bölgesinde bulunan çizgiler tamamen ortadan kalkacaktır. Fakat düzenli bir uygulama göstermediğiniz takdirde herhangi bir faydası anlamını söz konusu olmaz. Evin ihtiyacı olan nemi büyük oranda sağladığı için cildinizin diğer bölgelerinde de oluşabilecek kırışıklıkların önüne geçmeye yardımcı olur.

2- Turunçgiller

Alın bölgesinde oluşan kırışıklıkları ortadan kaldırabilmek adına turunçgillerde büyük bir önem taşımaktadır. Cilt üzerinde pürüzsüz bir görüntü yakalayabilmek adına turunçgiller farklı şekillerde kullanım gösterebilir. İçerisinde bulunan vitaminler sayesinde cilt sağlığını iyileştirme durum söz konusudur. Portakal, greyfurt ve limon gibi turunçgilleri cildinize uyguladıktan sonra 10 dakika ile 15 dakika arasında bekletip ılık su yardımıyla yıkayabilirsiniz. Aynı zamanda maske kıvamına getirip de uygulamak mümkün olabilir.

Maske formu tercih edildiği zaman daha iyi bir sonuç almak söz konusu olabilir. Bir kase içerisinde çeyrek portakalın suyu eklenir ve maske formunu alabilmesi için bir miktar su eklenir. Alın bölgesindeki kırışıklıklar üzerine uyguladıktan sonra 20 ila 25 dakika bekletip ılık su yardımıyla yıkayabilirsiniz. Turunçgiller içerisinde bulundurduğu C vitamini sayesinde cildin onarılmasını ve kırışıklıkların ortadan kalkmasını sağlar. Haftada bir ya da iki defa bu işlemi gerçekleştirdiğiniz zaman kırışıklıklarının giderek açıldığını ve ortadan kalktığını göreceksiniz.

3- Doğal Yağlar

Alın bölgesinde bulunan karışıklıklar hem kadınları hem de erkekleri rahatsız eden durumlardan biridir. Özellikle zeytinyağı ve Hindistan cevizi yağı bu karışıklıkların ortadan kalkması konusunda son derece önemli bir katkı sağlamaktadır. Kuru cilt yapısına sahip olan kişilerde elastikiyet durumu söz konusu olmadığı için cilt bir süre sonra kırışmaya başlar. Bu sebeple cilde ihtiyacı olan nemi sağlayıp kırışıklıklara ortadan kaldırabilirsiniz. İhtiyaç olan nem sağlandıktan sonra cilt elastik bir yapı kazanmış olur.

Cilde ihtiyacı olan nemi sağlayabilmek için doğal yağları tercih etmek gerekir. Yüzünüzü yıkama işlemini gerçekleştirdikten sonra Hindistan cevizi veya zeytinyağı gibi faydalı yağları uygulayarak kırışıklık oluşumunu ortadan kaldırabilirsiniz.

Sadece alın bölgenize uygulayıp bu alanda masaj yapabilirsiniz. Masaj sonucunu kan dolaşımı hızlandığı için daha kısa süre içerisinde fayda görmeniz mümkün olur. Aynı zamanda birkaç farklı yağı karıştırarak da kullanmak mümkündür. Bu yağları bir gece sürüp bir gece sürmeyerek 2 hafta boyunca devam ettirdiğiniz zaman etkisini görmeniz mümkün olur.

4- Yumurta Akı

Kırışıklık ve yüz çizgilerine ortadan kaldırmanın en iyi doğal yöntemlerinden biri yumurta akıdır. Yumurta akını maske şeklinde uygulamak daha büyük bir fayda sağlayacaktır. Yumurta akı içerisinde bulunan proteinler ve vitaminler sayesinde cildiniz çok daha sağlıklı bir hale gelir. Alın bölgenizde bulunan kırışıklıkları gidermenin yanı sıra cildinizin toparlanmasını ve daha gergin bir görünüm kazanmasını da sağlar. Düzenli bir şekilde kullanıldığı zaman genç bir cilt görünümü elde edebilirsiniz.

1 adet yumurtanın akını kâse içerisinde alıp içerisine 1 yemek kaşığı bal ilave edin. Homojen hale gelene kadar iyice karıştırıp alın bölgenize uygulayın. 15 dakika ile 20 dakika arasında beklettikten sonra soğuk su yardımı ile cildinizi temizleyebilirsiniz. Cildinizde bulunan diğer problemlerini ortadan kaldırma konusunda da büyük bir fayda sağlayacaktır.

5- Alın Egzersizleri

Alın bölgesinde bulunan kırışıklıkları ortadan kaldırabilmek adına en iyi yöntemlerden bir diğeri ise alın egzersizleri olmaktadır. Alın bölgesinde bulunan kasları çalıştırdığınız zaman çizgiler giderek azalmaya başlar. Egzersizlerden fayda sağlayabilmek adına düzenli uygulama yapmanız son derece önemlidir. Aynı zamanda egzersizlere ek olarak doğal yöntemler kullandığınız zaman alın çizgilerinden ve kırışıklıklarından kadar kısa süre içerisinde kurtulmak mümkün olur.

Alın egzersizleri göz kapaklarının sarkması konusunda da engelleyici bir etkiye sahiptir. En etkili olan alın egzersizlerinden biri elleri C şeklinde yaparak göz üzerine koyup göz kapaklarını yukarı doğru gerdirme hareketidir. Bu hareketi yaparken gözlerinizi iyice açık tutmanız gerekir. 5 saniye boyunca bu hareketi gerçekleştirdikten sonra gözlerinize şaşı yapıp 5 saniye bu şekilde beklemeniz gerekir. Alnınızı hem aşağıdan hem de yukarıdan gerdirdiğiniz zaman çizgiler bir süre sonra ortadan kalkar.

Çörek otu sabunu neye iyi gelir, faydaları neler, nasıl kullanılır?

Çörek otu bitkisinin tohumlarından elde edilen ve günümüzde sevilerek kullanılan çörek otu sabunu oldukça faydalıdır. Tamamen doğal olmasının yanında içerisindeki mineraller sayesinde besleyici özelliğe sahiptir. Saç ve cilt için tercih edilen çörek otu sabunu soğuk presleme işlemi ile elde edilen çörek otu sabunu omega6 ve omega9 bakımından oldukça zengindir. Antioksidan özelliği sayesinde cilt problemlerinin tedavi edilmesine olanak sağlamaktadır. Doğru ve düzenli kullanımda sedef ve egzama problemleri ile baş edilmesine yardımcı olmaktadır. %100 bitkisel olan çörek otu sabunu her derde deva olarak bilinen ve oldukça uzun zamandır kullanılan bir sabun çeşididir. Cilt yüzeyinde ki yağ problemlerinin giderilmesi için de tercih edilmektedir.

Çörek Otu Sabunu Nasıl Kullanılır?

Çörek otu sabununun kullanım çeşitliliği oldukça fazladır. Cilt yüzeyinde ki kusura bağlı olarak kullanımı değişkenlik göstermektedir. Cildi kurutabildiğinden yoğun kullanılması tavsiye edilmemektedir. Egzama ve sedef hastalıklarında günde yalnızca bir kez kullanılması tavsiye edilirken, akne problemleri için günde iki kez kullanılması gereklidir. Sabah akşam olmak üzere kullanılan çörek otu sabununun ılık su yardımı ile köpürtülmesi ve sonrasında iyice durulanması gereklidir. Düzenli kullanım da cilt yüzeyinde oluşan sivilcelerde ciddi bir azalma görülecektir. Cilt temizliği için ideal olan antioksidan özelliği sayesinde cilt yüzeyinde ki renk eşitsizliklerinin giderilmesine de olanak sağlamaktadır.

Çörek Otu Sabunu Kullanırken Nelere Dikkat Edilmelidir?

Kullanım şekli ve miktarı oldukça büyük bir öneme sahiptir. Cildin ph ve yağ dengesinin bozulmaması için günde en fazla iki kez kullanılması tavsiye edilmektedir. Ayrıca kullanım sırasında cilde sert davranmaktan kaçınılmalıdır. Hafif hareketler ile cilde masaj yapılarak uygulanması gereklidir. Cilt yüzeyinde alerji problemi olanların kısa sürede vazgeçilmezi olan çörek otu sabunu kullanımında hassas cilt tipine sahip kişilerin dikkatli olması gereklidir. Yoğun miktarda kullanılması cildin reaksiyon göstermesine neden olabilmektedir. Bu sebeple hassas cilt tipine sahip kişiler sabunu az miktarda ve günde yalnızca bir kez kullanmalıdır.

Çörek Otu Sabunu Faydaları Nelerdir?

Cilt, vücut ve saç bakımında tavsiye edilen bir sabun çeşididir. Tamamen doğal olması tercih edilmesinde oldukça etkilidir. Gönül rahatlığı ile kullanılabilen çörek otu sabunu cilt kusurlarının giderilmesi, vücut bakımı ve saç onarımında kullanılmaktadır. Anti bakteriyel özelliğe sahip olduğu bilinen çörek otu sabunu içerisinde besleyici vitamin ve mineraller barındırmaktadır. Ayaklarında kuruma problemi olan kişilere tavsiye edilen çörek otu sabunu düzenli kullanımda etkilerini göstermektedir. Saç bakımında da tercih edilen çörek otu sabunu şampuan yerine kullanılabilmektedir. Saç köklerinin beslenmesine, saç tellerinin onarılmasına ve saçın derinlemesine temizlenmesine yardımcı olduğu bilinmektedir.

  • Cilt yüzeyinde ki lekeleri giderir.
  • Cilt tonunu eşitler.
  • Sedef ve egzama problemlerini ortadan kaldırır.
  • Kırılmış ve yıpranmış olan saçları onarır.
  • Ayaklarda görülen kuruma ve koku problemlerini giderir.
  • Alerjik reaksiyonların azalmasına olanak sağlar.

Koronavirüsü ağır geçirme riskini düzenli egzersizle azaltın

ABD’deki Kaiser Permanente Tıp Merkezi Aile ve Spor Hekimliğince gerçekleştirilen bir araştırmadan elde edilen sonuçlara göre Covid-19 virüsü enfeksiyonunu ağır geçirme riskini düzenli egzersiz azaltıyor. Ülkemizde tam kapanma kararının alınmasından sonra hareketsiz yaşam tarzının daha da artacağına değinen Dr. Öğretim Üyesi Ömer Fikri Eralp, “Tam kapanma sürecinde büyük kas gruplarını harekete geçirecek egzersizlere önem verilmelidir. Mesela çömelip kalkma, uzanma, esneme, el, dirsek ve omuz hareketleriyle birlikte alt extremite kalça ve diz eklemlerini aktif tutacak egzersizler mutlaka yapılmalıdır. Evde yapılan günlük işler bu egzersizlere yönelik set haline dönüştürülebilir.” dedi.

Pandemi süreciyle birlikte hareketsiz yaşam tarzının arttığına dikkat çektikten sonra özellikle 65 yaş ve üstü için önemli uyarılarda bulunan Antrenörlük Eğitimi Bölüm Başkanı Dr. Öğretim Üyesi Ömer Fikri Eralp, “Yaşlıların sağlıklı bir yaşam sürmesi için hareketli yaşam tarzı çok önemlidir. Yaşla birlikte yaşlıların kas hacimlerinde kayıp yaşanır. Bu kas kayıpları eklem hareketleriyle bağlantılı olarak da yaşanır. Yaşlılar, pandemi sürecinde virüsten korunmak için eve kapandıklarından günlük aktivitelerini yerine getiremiyorlar. Günlük yaşamdaki aktivitelerinden uzak kalan yaşlıların kas hacimlerini kaybetme süreci daha da hızlandı.” şeklinde konuştu.

Günlük Aktiviteler Devam Etmezse Kas Kaybı Yaşanabilir

Ev içerisindeki faaliyetlerin kesinlikle sürdürülmesi gerektiğinin önemine vurgu yapan Dr. Eralp, “Ev içerisindeki rutin hareketler düzenli olarak yapılmazsa yaşa bağlı olarak görülen ve tıpta sarkopeni olarak adlandırılan kas kayıplarının yaşanma riski bir hayli artar. Bu kas kayıplarına bağlı olarak herhangi bir düşmede kırıklar görülmesi yüksek bir olasılıktır. Evden çıkamayan yaşlılara mutlaka düzenli egzersiz yapmalarını tavsiye ediyorum. Büyük eklem hareketleri de bu egzersizler içerisinde olmalıdır.” ifadelerine yer verdi.

Ev İçerisinde Hareketsiz Kalınmamalı

Ev içerisinde hareketsiz kalmaktansa diz eklemi ve kalçayı da kapsayan egzersizlerin yapılmasının kasları korumak için önemli olduğuna değinen Dr. Eralp, “Yaşlılarımız koordinasyon egzersizleri yapabilirler. El becerilerini koruyacak küçük sinir kas koordinasyonu egzersizleri ile birlikte uzanmalarda yapılabilir. Büyük kas grubu egzersizlerinin ev içerisinde düzenli yapılmaya dikkat edilmesi önemlidir.” değerlendirmesinde bulundu.

Yürümek Dahi Ciddi Fayda Sağlar

Solunum sistemi ve dolaşım sistemi üzerinde olumsuz etkileri olan koronavirüsün bu etkilerini azaltmak için egzersizin olmazsa olmaz olduğunu da ifade eden Dr. Eralp, “Yaşlılarımız, haftalık 3 veya 4 gün düzenli egzersiz yapmayı ihmal etmemelidir. Yaşlılarımızın ağır egzersiz yapmasını elbette bekleyemeyiz. Uzanmaları, esnemeleri, çömelip kalkmaları, el, dirsek, omuz, kalça ve diz bölgesindeki eklemleri aktif tutacak egzersizleri yapmaları yeterlidir. Hiçbir egzersizi yapmaya güçleri yetmiyorsa da mutlaka yürüyüş yapsınlar. Bunun bile çok faydası olacaktır.

Yaşlılarımızın bir direncin üstesinden gelmelerini beklemek son derece yanlış olur. Diz ve kalça eklemlerini harekete geçirmek için kısa ipler ve küçük toplar kullanılabileceği gibi ön kol kaslarını çalıştırmak içinde avuç içerisinde top sıkabilirler, el parmaklarını açıp kapayabilirler. Omuz bölgesindeki eklemlerin hareket kabiliyeti içinde kolları yana açıp kapayabilirler, tutma, kolları yukarı omuz bölgesinde tutma vb. egzersizleri yapabilirler. Kalça ve diz bölgesindeki eklemler içinde çömelip kalkma hareketleri tavsiye edilebilir. Yaşlılarımız bu egzersizlerden bir kısmını iskemleye oturma şeklinde de yapabilirler. Kendilerini yormadan ve zorlamadan belli sayıda ve tekrarda bu egzersizleri yapabilirler.

Yaşlılarımızı bu egzersizlere motive etmek için ev içerisindeki gençlerde yaşlılarımıza yardımcı olmalıdır. Bu egzersizler gün içerisinde tekrarlanarak bir set haline dönüştürülebilir. Egzersiz yapmanın ve bir şeyleri hala başarabiliyor olmanın motivesi yaşlılarımıza moral olacaktır. Tam kapanma sürecinde sadece yaşlılarımız değil, herkes kendisine yeterli zamanı ayırmalıdır.” diye konuştu.  

Beyin sağlığını destekleyen en iyi egzersiz yürüyüş

İnsan beyni 50 yaşından sonra yaşlanmaya başladığından uzun vadede belirli beyin fonksiyonlarında yavaşlama görülür. Bunun neticesi olarak ilerleyen yaşla birlikte unutkanlık, hafıza sorunları gibi ortaya çıkan beyin fonksiyonları problemlerinin sonu Alzheimer rahatsızlığına kadar gidebilir. Beyin fonksiyonlarının yavaşlamasının geciktirilmesi, hatta böyle bir riskin sıfıra kadar indirilmesi için yapılabilecek en iyi egzersiz yürüyüştür. Beyin ve vücut koordinasyonunu güçlendiren ve vücudun dengesini koruyan yürüyüş, en önemli beyinsel fonksiyonlar arasında yer alan konuşma, davranış, duyma, hafıza, öğrenme ve sosyal fonksiyonları da desteklemektedir.

Hiçbir Egzersiz Yürüyüşün Yerini Tutmaz

Yürüyüş esnasında atılan her adımda kaslar ve lifler sayesinde sinir hücrelerine, doğal olarak da beyne bir takım mesajlar gönderilmektedir. Bu mesajlar sayesinde beyindeki kan akışı hızlandığından beyne daha fazla oksijen gittiği gibi beynin daha fazla besin almasını, yeni sinir hücreleri oluşmasını ve diğer taraftan da mevcut sinir hücreleri arasındaki etkileşimi artırmaktadır. Yürüyüş esnasında oluşan yeni sinir hücreleri sayesinde beyin ve vücut arasında yeni iletişim kanalları açılır. Yürüyüş yapmakla vücuda çok iyi bakılmış olmasının yanı sıra ilerde de işlevlerini sağlıklı bir şekilde yerine getirecek olan bir beyin inşa edilmiş olunur. Ayrıca yürüyüşün beyin sağlığına etkisi üzerine gerçekleştirilen klinik çalışmalar neticesinde yürümenin beyin botunu büyüttüğü ortaya çıktı. Sağlık için yapılan diğer egzersizlerde beyin ve vücut sağlığını elbette destekler ama yürüyüşün yerini hiçbir egzersiz tutamaz.

Beyinde Değişim İlk Adımlarla Başlıyor

İnsanların, yürüyüş ve beyin fonksiyonları arasındaki ilişki ile ilgili merak ettiği konulardan biride beyinde bu değişimlerin ne zaman başladığıdır. Aktif olarak egzersiz yapmayan ve durağan bir yaşam sürenler için ilk adımlardan itibaren beyinde değişimler başlar. Yürüyüş düzenli olarak sürdürüldükçe de sadece birkaç ayda bu değişimin fiziksel yansımaları gözlenir.

Haftanın 5 günü yaklaşık 45 dakika yapılacak tempolu yürüyüş ve bu egzersizin düzenli yapılması beynin erken yaşlanmasını önleyeceği gibi beyin fonksiyonlarının yavaşlamasını da engelleyecektir.

Yürüyüşte Hedef Kilometre Değil, Dakika Olmalı

Yürüyüş yaparken hedef kilometreler yerine dakikalar olmalıdır. Örneğin bugün 4-5 kilometre yürümeyi hedeflemek yerine 40-45 dakika yürümeyi hedeflemelidir. Aynı zamanda yaşanılan sakatlık ya da geçirilen hastalık durumlarında vücudun travmalarla başa çıkmasını kolaylaştıracağı gibi fiziksel olarak da vücudun güçlenmesini sağlayacaktır. Eğer geçirdiğiniz herhangi bir hastalık yürümenizi dahi zorlaştırıyorsa bir havuz içerisinde yürümeye çalışın. Normal yürüyüşü daha kolaylaştıracak ve sorunsuz hale getirecek bu egzersiz sayesinde beyin ve vücut sağlığınızı koruyabilirsiniz.

Yürüyüş günümüzde birçok insan tarafından yapılan egzersiz türü olsa da insanların çoğu yürüyüş yaptığı esnada suçluluk hissine kapılmaktadır. Çünkü sadece yürüyüşün sağlığı korumak için yeterli olmadığı gibi çok basit bir egzersiz olduğu düşünülmektedir. Bu düşüncenin altında yatan temel etken ise acı yoksa, kazançta yok felsefesinin bir şekilde beynimize kazınmış olmasıdır. Bu felsefe yüzünden de kendimizi spor yapmış saymak için ağır bir egzersiz yapmamız gerektiğine inanıyoruz. Oysa yürüyüşün insan sağlığına faydası bütün egzersizlerden daha fazladır.  

Koronavirüsün bulaş riskini sıcak hava ve uzun süre güneş ışığı düşürüyor

 Sıcak hava ve güneş ışınlarının daha uzun süreli görüldüğü bölgelerde Covid-19 virüsünün yayılım hızını araştıran bir grup bilim insanı, bu bölgelerde Covid-19 virüsünün yayılımının azaldığını tespit etti. Yani sıcak hava ve uzun süre güneş ışını alan bölgelerde koronavirüsün bulaş riski düşüyor.

Vaka Sayısında Yüzde 4,3’lük Artış Görüldü

Bir grup bilim insanı tarafından yapılan bu araştırmanın sonuçlarını ‘Scientific Reports’ dergisi yayımladı. Ülkelerin güneş ışınlarından faydalanma süresi, sıcaklık ve nem oranı ülkelerin coğrafi konumlarına göre değişkenlik göstermektedir. Bu faktörleri dikkate alarak Covid-19 virüsünün yayılım hızını araştıran bir grup bilim insanı, ekvator çizgisinden uzaklaştıkça her 1 derecelik enlem artışına milyon kişi başına Covid-19 vaka sayısında yüzde 4,3 gibi ciddi bir artış olduğunu belirledi.

Sıcak İklim Koşullarında Vaka Sayısı Azalıyor

Bir grup bilim insanı tarafından çok büyük bir titizlikle gerçekleştirilen bu araştırmada 117 ülkenin hava sıcaklığı, nem ve güneş ışınlarından faydalanma süresi gibi bilgiler haricinde ülkelerdeki Covid-19 test yoğunluğu, ülkelerin yaşlı nüfus sayısı, şehirleşme ve sağlık hizmetlerine ayrılan harcamalar gibi verilerin analiz edilmesinin de sonuca büyük katkısı oldu.

Araştırmadan elde edilen bulgular incelendiği zaman sıcak iklim koşullarının etkili olduğu ülkelerde görülen Covid-19 vaka sayısının, soğuk iklim koşullarının etkili olduğu ülkelere göre çok daha az olduğu görülüyor.

Bulgular Yanlış Yorumlanmamalı

Isı ve güneş ışığının Covid-19 virüsünün bulaş hızını düşürdüğü hipotezi uzan zamandan beri tartışma konusu olurken, bir grup bilim insanı tarafından yapılan bu araştırmadan elde edilen sonuçlarda halen tartışılan bu hipotezi doğrular nitelikte. Ancak bu bulguların yanlış yorumlanmaması gerektiği hususunda bilim insanları tarafından özellikle uyarı yapıldı. Yani havaların ısınmasıyla birlikte Covid-19 tedbirlerini rafa kaldırmamak gerekiyor.

Önlemlere Destek Olur

Araştırmadan elde edilen bulguların Covid-19 virüsünün yayılımının yaz mevsiminde duracağı ya da ekvatoral bölgelerde salgının olmayacağı anlamına gelmediğine özellikle değinen ve önemli uyarılarda bulunan araştırma ekibindeki bilim insanları, “Yaz mevsiminde görülen yüksek sıcaklık ve ultraviyole ışınlarının daha yoğun alınması, Covid-19 virüsünün yayılımını önlemek için alınmış olan tedbirlere ciddi bir destek olur.” ifadesine yer verdiler.

Yeni Varyantlar Bu Tezi Geçersiz Kılabilir

Bu araştırmadan elde edilen bulguların salgının başladığı tarihten itibaren Ocak 2021 tarihine kadar olan süreyi kapsadığını belirten araştırmacılar, Covid-19 virüsünün yeni gelişen varyantlarında bu araştırma sonuçlarının geçerli olup olmadığının bilinmediğinin altını özellikle çizdiler. Yani Covid-19 virüsünün yeni varyantlarının yayılım hızını sıcak havanın kesip kesmediği henüz net olarak bilinmiyor.

Covid-19 aşılarının etkinliği 3. doz hatırlatma aşısıyla kalıcı olacak

Şu an uygulanmakta olan Covid-19 aşılarının virüse karşı bağışıklık kazanılmasında ve doz miktarına dair önemli açıklamalarda bulunan Ankara Üniversitesi (AÜ) Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. İsmail Balık, “Covid-19 virüsü salgınıyla mücadele edebilmek için uygulanmakta olan toplumsal aşı etkinliğinde 2. doz uygulandıktan belli bir süre sonra uygulanacak olan 3 doz hatırlatma aşısının yanı sıra her sene uygulamada olan aşılardan herhangi birinin tek doz olarak uygulanmasıyla birlikte aşı kalıcı hale gelecektir.” dedi.

Dünyada 5 Aşı Uygulanıyor

Dünyada geliştirilen BioNTech, Moderna, SinoVac, AstraZeneca ve Sputnik V Covid-19 virüsü aşılarının dünyanın çeşitli ülkeleri tarafından kullanıldığını ifade eden Prof. Dr. Balık, “Ülkemiz yurt dışından aşı tedarik edebilmek için girişimlerde bulunduğu gibi yerli aşı geliştirmek için çalışmalara da ağırlık verdi. Ülkemiz SinoVac ve BioNTech aşılarının tedariki için gerekli anlaşmaları yaptıktan sonra vatandaşlarımız iki aşıdan birini yaptırmak için sağlık kuruluşlarından randevu almaya başladı. Ayrıca Sputnik V aşısının ülkemizde üretilmesi için Rusya ile gerekli anlaşmaların imzalanmasının ardından aşının ülkemize gelmesiyle birlikte vatandaşlar üçüncü bir aşı seçeneğine kavuşmuş olacak.” ifadelerine yer verdi.

Her Aşı İki Doz Şeklinde Uygulanıyor

Dünyada uygulamada olan bütün aşıların belirli aralıklar içerisinde iki doz olarak uygulandığını kaydeden Prof. Dr. Balık, “SinoVac aşısında ilk dozun uygulanmasının ardından ikinci doz 28 gün sonra uygulanmaktadır. BioNTech aşısında yaşanan son gelişmeden sonra ikinci doz ilk doz uygulandıktan 4-8 hafta sonra uygulanacak. Sputnik V aşısında ise ikinci doz ilk dozun uygulanmasının ardından 28 gün sonra yapılmaktadır.” diye konuştu.

Hatırlatma Dozlarının Salgın Sonlanana Kadar Yapılması Gerekiyor

Şu an uygulamada olan mevcut aşıların etkisinin kalıcı olabilmesi için iki doz uygulandıktan ve belli bir süre geçtikten sonra hatırlatma dozunun yapılması gerektiğinin bilimsel çalışmalar ile ortaya konduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Balık, “Salgın süreci sonlanana kadar her kişi için hatırlatma dozlarının yapılması gerekiyor. Şu ana kadar yaptığımız gözlemlerden elde ettiğimiz sonuçlara göre inaktif aşılarda 6 ayda bir, diğer aşılar için ise 8 ay ile 1,5 yıl aralığında tek doz hatırlatma aşısının yapılması gerekmektedir.” şeklinde konuştu.

Aşıların Etkisi 6 Aydan Sonra Azalmaya Başlıyor

Hatırlatma aşılarına dair önemli bilgiler paylaşan Prof. Dr. Balık, “Bazı aşılar ilk aşamada tek, iki veya üç doz şeklinde uygulanmaktadır. Mesela Hepatit B aşısı peş peşe üç doz uygulanırken, Hepatit A aşısı peş peşe iki doz olarak uygulanmaktadır. Covid-19 virüsü çok hızlı yayıldığı için faz-3 çalışmalarının sonucu beklenmeden ön raporlar doğrultusunda acil durum onayı verilerek aşılama faaliyetlerine başlandı. Aşıların kaç doz uygulanacağına ise faz çalışmalarının ardından karar verildi. Bu tür aşılarda insanlara uygulanan doz miktarı, uygulanan aşının bağışıklık sisteminde etki oluşturması ve kalıcı sonuçlar vermesi için gerekli olan sayıdır.

İlk başta uygulanan aşılar bağışıklık sistemi üzerindeki etkisini zamanla yitirdiğinden dolayı bunun önlenebilmesi için tek doz olarak hatırlatma dozları uygulanmaktadır. Covid-19 virüsü salgını sona ermedikçe de aşıların bağışıklık sistemi üzerindeki etkinliği 6 ayın ardından giderek azalacağından insanların virüsten korunabilmesi için tek doz hatırlatma aşısının yapılması gerekmektedir.” değerlendirmesinde bulundu.

Hatırlatma Dozlarında Kesin Tarih Sonbaharda Açıklanır

Hatırlatma aşısının hangi aralıklarla vurulması gerektiğinin aşıdan aşıya değişkenlik gösterdiğine değinen Prof. Dr. Balık, “Şu andaki öngörülere göre kalıcı etkili bağışıklık süresi BioNTech aşısında daha uzun olacak. Hatırlatma dozlarının hangi aralıklarla yapılacağı aşıdan aşıya farklılık gösterebilir. Bu sürenin kesin olarak belirlenmesi için faz-3 çalışmalarında son raporların çıkması ve kullanımdaki aşıların etkinlik sürelerinin takip edilmesi gerekmektedir. Bu sürenin 8 ay ile 2 yıl aralığında olması öngörülse de faz-3 çalışmalarının kesin sonucunun beklenmesi gerekiyor. Biz de ekim ayı itibariyle başlamış olduğumuz faz-3 çalışmalarındaki gönüllülerimizi bu açıdan takip etmekteyiz. Aşıların ne kadar süreyle koruyucu olduğu faz-3 çalışmalarının son bulmasıyla kesinleşeceğinden dolayı hatırlatma aşısı ile ilgili kesin tarih sonbaharda verilmiş olur.” dedi.  

6-7 saat gece uykusu kalp sağlığını koruyor

Söz konusu çalışma Amerikan Kardiyoloji Koleji Tıp Derneği’nin bilimsel oturumunda da sunuldu. Araştırmada, gece saatlerinde 6-7 saat uyuyan kişilerin, uyku süreleri daha az ya da daha fazla olanlarla karşılaştırıldığı zaman kalp krizi ya da felç geçirme risklerinin çok daha düşük seviyelerde olduğu belirlendi.

Üç Kategoride İncelendi

Çalışmaları ABD’de gerçekleştirilen Ulusal Sağlık ve Beslenme İnceleme Anketi’nde araştırmacılar tarafından 2005-2010 yılları arasında araştırmaya katılan 14 bin 79 orta yaştaki bireylerin bilgileri analiz edilirken, katılımcılar gece uyku süreleri dikkate alınarak üç kategoriye ayrıldı.

Daha sonra araştırmacılar tarafından çalışmaya katılan orta yaştaki katılımcıların damar tıkanıklığına yönelik kalp hastalıkları riskleri incelendi. Araştırmacılar tarafından gerçekleştirilen çalışma sona erdiğinde uyku süresiyle kalp sağlığı arasında doğrudan ve çok ciddi bir bağlantı olduğu tespit edildi.

Uyku Süresinin Az Veya Çok Olması Ölüm Riskini Artırıyor

Kalp hastalıklarını tetikleyen faktörler incelendiği zaman uykunun genellikle dikkate alınmadığını kaydeden araştırma ekibinin lideri ve Henry Ford Hastanesi doktorlarından Kartik Gupta, ‘Ekibimiz tarafından gerçekleştirilen araştırmanın neticesinde günlük uykusu süresinin 6 saatten daha az ya da 7 saatten daha fazla olduğu katılımcıların, kalp hastalıklarına bağlı olarak ölüm riskinin daha fazla olduğu belirlendi. Ayrıca kalp hastalıklarına bağlı ölüm riskinin düşmesinde sadece uyunan uykunun süresi değil, uykunun kalitesi ve derinliği de çok etkili olmaktadır.” dedi.

Kalp hastalıklarını doğrudan etkileyen ve değiştirilmesi mümkün olmayan yaş ve genetik faktörler gibi durumlar ile ilgili karşılaştırma yapıldığı zaman beslenme tarzı ve bağımlılık yapıcı maddelerin kullanılması gibi uyku düzeninin de kişilerin kontrol edebileceği bir durum olduğuna araştırmacılar tarafından özellikle vurgu yapıldı.

Mükemmeliyetçi annelere 9 önemli uyarı

Her annenin çocuğunun biricik ve özel olduğunu ifade eden Uzman Psikolog Cansu İvecen, “Her anne, çocuğunun mutluluğunu ve onların yaşamda iyi yerlere gelmesini arzular. Ancak bu duygunun altında iyi niyet yatsa da başarılı ve mükemmel bir çocuk yetiştireyim derken anne çocuk ilişkisi olumsuz etkilenebilir ve çocuğu da psikolojik anlamda olumsuz etkileyerek çocuğun kendine karşı güven duymasına ve başarıya olan inancına zarar verebilir.” dedi.

Pandemi Süreci Anne Çocuk İlişkisini Etkiledi

Koronavirüs pandemi sürecinin neden olduğu aşırı kaygının, belirsizliğin, ofisin eve taşınmasının ve online eğitim sürecinin anne ve çocuk ilişkisini olumsuz etkilediğine değinen Psikolog İvecen, “Bu süreçte mükemmeliyetçi annelerin yetersizlik hissine kapılması kendilerini suçlu ve çaresiz hissetmelerine neden olmaktadır. Bu durumda da annenin çocuğuyla yaşadığı çatışmalar artmakta ve anne çocuk ilişkisinde olumsuz duygular hakim olmaktadır. Bu kısır döngü ise annede tükenmişlik sendromuna ve yorgunluk hissine neden olurken, çocuk ise aşırı kontrollü ilişki içerisinde kendisini mutsuz hissettiğinden davranışsal problemler geliştirmektedir.” ifadelerine yer verdi.

9 Mayıs Anneler Günü münasebetiyle mükemmeliyetçi annelik sendromunun annelerde ve çocuklarda neden olduğu sorunlar hakkında önemli açıklamalarda bulunan İvecen, mükemmeliyetçi annelere 9 önemli uyarıda bulundu.

Mükemmeliyetçilik Sendromunun Çocukta Neden Olduğu Sorunlar

Başarı Anksiyetesi

Çocuğuyla ilgili gerçekçi olmayan beklentiler içerisine giren ve çocuğun kapasitesine uygun olmayan seviyede başarı bekleyen annelerin bu davranışı çocuklarında başarıya karşı anksiyete geliştirmektedir. Yine annenin, anneliğine dair inançları ve beklentileri doğrultusunda bunları karşılayamaması da çocukla sorun yaşamasına neden olduğundan başarısızlık anksiyetesi buna bağlı olarak da gelişebilir.

Davranış Sorunları

Çocuklar yaşadığı çatışma ve negatif duyguları bir takım davranış sorunları göstererek ailesine ve çevresine yansıtmaktadır. Bu noktada çocuğun sergilediği sorunlu davranıştan ya da bu sorunlu davranış tarzının nasıl sonlandırılacağından daha da önemli olan bu sorunlu davranışla hangi gereksinimini ifadeye çalıştığının anlaşılmasıdır. Çocuğa bu bakış açısıyla yaklaşmak çok önemlidir. Çocuk çatışma yaşadığı ya da negatif duyguya kapıldığı zamanlarda saç koparma, tırnak yeme, ağlama nöbetleri ve karşı gelme gibi rutin dışı davranışlar sergileyebilir.

Kaygı

Pandemi sürecinde Covid-19 virüsü salgınının belirsizliğini koruması ve evde yapılabilecek etkinliklerin oldukça kısıtlı olması mükemmeliyetçi yapıdaki anneler ve çocuklarının çatışmasında en etkili faktörlerden biri oldu. Mükemmeliyetçi yapıdaki annelerin ev içerisinde geçirilen vakti en iyi şekilde kontrol etmeye çalışması çocukların kaygı seviyelerini artırdı.

Depresyon

Pandemi sürecinde rutin hayatın değişmesiyle birlikte evde her şeyin sorunsuz ve kusursuz olmasını bekleyen mükemmeliyetçi yapıdaki annenin strese girmesi çocukların yetersizlik duygusunun pekişmesine ve kendilerini daha depresif hissetmelerine neden oldu.

 

Mükemmeliyetçilik Sendromunun Annelerde Neden Olduğu Sorunlar

Tükenmişlik

Annelerin hali hazırda var olan işlerinin devam etmesi, yemek, ev temizliği, çocuk bakımı derken tüm bunlara yetişmekte zorlanan anneleri tükenmişlik sendromuna sürükleyebilir.

Artan Aile İçi Problemler

Ev ortamında hem kendisi, hem de diğer aile bireyleri için yüksek beklentiler içerisine giren annenin bu beklentilerinin karşılanmaması aile içi problemleri artırmaktadır. Gerek çocuğa yaklaşım tarzıyla ilgili fikir ayrılıklarında, gerekse de ev ortamındaki düzenle ilgili mükemmeliyetçi yapıdaki annenin eşini kontrol altında tutmak istemesi aile içerisinde çatışmalara ve huzursuzluklara yol açabilmektedir.

İşyerinde Artan Problemler

Mükemmeliyetçi yapıdaki bir anne sadece ev ortamında değil, iş ortamında da mükemmeliyetçi bir yapıda olduğundan işlerini kusursuz yapmaya çalışmaktadır. Ev ortamındaki sorunların sürmesi anneyi duygusal olarak çökerttiği gibi dikkat ve konsantrasyon zorluğuna da neden olmaktadır. Bu durum ise iş verimini düşürebilmekte ve korkulan sonuçlar ile tekrar karşılaşmaya neden olabilmektedir.

Öfke Sorunları

Aile içerisinde yolunda gitmeyen şeyler olduğunun düşünülmesi aile içerisindeki iletişime olumsuz etki etmekte ve aile bireyleri birbirlerine karşı öfke duyabilmektedir. Bu duyguyla baş edilemediğinde aile bireyleri öfkelerini birbirlerine yansıtmakta ve birbirlerine psikolojik olarak zarar vermektedirler.

Mükemmeliyetçi Annelere 9 Önemli Uyarı

9 Mayıs Anneler Günü münasebetiyle Uzman Psikolog Cansu İvecen, mükemmeliyetçi annelere 9 önemli uyarıda bulundu. İşte o uyarılar;

Çocuğun zayıf yanları olduğu kadar güçlü yanları da vardır. Bu güçlü yanlarının keşfedilerek gelişimine destek vermek gerekir.

Çocuğa yaklaşılırken yaşına ve gelişimine uygun davranılmalı ve her çocuk kendi özelinde değerlendirilmelidir.

Çocuğun kapasitesine ve gelişimine uygun seviyede başka çocuklar veya kendi çocukluğunuz ile herhangi bir kıyaslamaya girmeden ilk olarak üstesinden gelebileceği küçük hedefler konulmalıdır.

Çocuğunuz kendisinden beklenenin aksine davranış sergilediyse çocuğa yönelik olumsuz söylemlerden ve davranışlardan kaçınmakta fayda vardır.

Çocuğun davranışları sizin beklentinizle örtüşmeyen sonuçlar elde edilmesine neden olabilir. Böyle durumlarda sonuca odaklanarak değil, süreç içerisinde gösterdiği çaba takdir edilerek çocuğa yaklaşılmalıdır.

Çocukların hata yapması gayet olağandır. Çocukların öğrenme süreci yaptıkları hata ve ebeveynlerinin rehberliği doğrultusunda ilerleyecektir. Çocuk her zaman mükemmel ve doğru davranamaz. Böyle bir şey çocuktan kesinlikle beklenmemelidir. Çocuğunuzun bir şeyi yeterince iyi yapmadığını düşünüyorsanız, tekrar denemesi için onu cesaretlendirmelisiniz.

Çocukların yeterli seviyede iyi yapmayı başaramadığı durumların yerine bir takım şeyleri yapması için ona fırsat verilmelidir. Bu fırsat verilirken de onun başarabileceği ve onun seviyesine uygun sorumluluklar belirlenmelidir.

Fark ederek veya fark etmeyerek çocuk üzerinden bir başarı gerçekleştiği zaman mükemmel olmasına yönelik beklentilerin yetişkin olarak sizdeki karşılığını keşfedin. Zorlandığınız zamanlarda ise kendi bedeninizi gözden geçirerek ne olup bittiğini anlamaya çalışın ve duygularınızı yeniden düzenleyebilmek için mola verin.

Çocuk beklentinin aksine davrandığı zamanlarda cezalandırılması yerine bu davranışının altında yatabilecek olan gereksinim sorgulanmalıdır.

O ilaç erken süreçte covid-19’a karşı etkili

Covid-19 virüsü enfekte olan vakaların tedavi sürecinde kullanılan Favipiravir adlı ilacın erken süreçte etkili olduğunu ifade eden Kayseri Erciyes Üniversitesi (ERÜ) Tıp Fakültesi Farmakoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Dr. Ahmet İnal, “PCR testi pozitif çıkan bir vakanın öksürük ve boğaz ağrısı semptomları varsa Favipiravir ilacı bu semptomların etkisini azaltmaktadır. Yine PCR testi pozitif çıktıktan sonra akciğer tutulumu yaşanıyorsa Favipiravir ilacı bu semptoma karşıda etkili olmaktadır. Hidroksiklorokin adlı ilacın Sağlık Bakanlığı tedavi kılavuzundan çıkarılmasının nedeni ise uzun dönem çalışmalar sonucunda bu ilacın Covid-19 virüsüne karşı herhangi bir etkisinin olmadığının ve risk tespit edilmesidir.” dedi.

Favipiravir İlacının Yan Etkisi Yoktur

Covid-19 virüsü çok yeni bir enfeksiyon olduğundan dolayı sürekli mutasyona uğrayarak kendisini güncellemektedir. Bu doğrultuda enfeksiyon ile ilgili bulunan yeni bulgular ise tedavinin güncellenmesini gerektirmektedir. Bu nedenle de vakaya Covid-19 virüsü tanısının konmasının ardından Favipiravir ilacı kullanılmaktadır. Bu noktada Hidroksiklorokin ile Favipiravir ilaçlarının aynı olmadığını belirtmek gerekiyor. Favipiravir henüz yeni bir ilaç olsa da şu ana akadar herhangi bir ciddi yan etkisine rastlanmadı.

Erken Dönemde Etki Ediyor

Favipiravir ilacının bir özelliği olduğunun altını çizen Dr. İnal, “Favipiravir ilacı vakaya Covid-19 tanısının konmasının ardından erken süreçte enfeksiyona etki etmektedir. Vakanın PCR testi pozitif çıktıktan sonra öksürük ve boğaz ağrısına etki ederek semptomların etkisini azaltmaktadır. PCR testi pozitif çıktıktan sonra akciğer tutulumu görülen vakalarda da Favipiravir ilacı etkili olmaktadır. Ancak hasta enfeksiyon sürecinde yoğun bakım aşamasına gelmişse ve yoğun bakımda tedavi görüyorsa Favipiravir ilacının enfeksiyona etki etmediği tespit edildi. Bu nedenle yoğun bakım sürecinde kullanılan ilaçlar farklıdır.” diye konuştu.

Semptom Görülmese Dahi Kullanılmalı

Favipiravir ilacının etkisini göstermesi için ilk semptomlar görüldüğü zaman kullanılması gerekmektedir. Bu nedenle vakalar, filyasyon ekiplerinden ilacı alır almaz kullanmaya başlamalıdırlar. En büyük sıkıntı ise semptom göstermeyen vakaların semptom göstermediğini ileri sürerek ilacı kullanmak istememesidir. Enfeksiyonun ilk 5 gününde bu ilacı kullanan vakalar, sabah 8 ve akşam 8 tane olmak üzere bir günde 16 tane içtiklerinden panikleyerek korkuya kapılmaktalar.

İlaç İçilmezse Enfeksiyon İlerliyor

Vakalar günde 16 tablet ilacı içtikleri zaman ‘Acaba zehirlenir miyim?’ düşüncesiyle büyük bir korku yaşamaktadırlar. Enfeksiyon sürecinde ilaç kullanılmadığında ise bazı vakalarda enfeksiyonun ilerlediği görülüyor. Bundan dolayı PCR testi pozitif çıkan her vaka semptom göstersin ya da göstermesin filyasyon ekibi tarafından verilen ilacı kullanmalıdır.

İlaç Farklı Saatlerde İçilmelidir

Kronik rahatsızlığından dolayı ilaç kullanan vakalara da önemli uyarılarda bulunan Dr. İnal, “Covid-19 virüsü enfekte olan vakaların sürekli kullandıkları ilaçlar varsa bu ilaçlarını kesmemelidirler. Yani Covid-19 virüsü enfekte oldu diye hipertansiyon ilacını veya diyabet ilacını kesmemelidir. Böyle yapan vakalar çok yanlış yapar. Bu sefer vaka Covid-19 virüsü enfeksiyonundan kurtarayım derken hipertansiyonun veya diyabetin komlikasyonuna maruz kalır. Yani hangi kronik rahatsızlığı varsa onun komplikasyonuna maruz kalır. Enfeksiyon sürecinde de ilaçların kesilmeden içilmesi gerekmektedir. Vakalar, Favipiravir ilacını içtikleri zaman diğer ilaçlarla etkileşimi olup olmayacağını düşünebilirler. Bunun için Favipiravir ilacı ile diğer ilaçların aynı saatte alınmamasına dikkat edilmelidir.” şeklinde konuştu.

Pandemi süreci kalp hastalıklarını tetikledi

Pandemi sürecinin özellikle kalp rahatsızlıklarına yakalanma riskini artırdığını söyleyen Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Cengiz Köksal, “İnsanlar, pandemi sürecinde bulduğu her fırsatta hareket etmeyi ihmal etmemelidir. Bu süreçte hareketsiz kalmamaya ve özellikle de kilo kontrolü sağlamaya özen göstermelidir. İnsanların göğüs ağrısı ve nefes darlığı gibi şikayetlerinde ise derhal bir sağlık kuruluşuna müracaat etmeli ve tedaviye başlamada geç kalmamalıdır.” dedi.

Pandemi Süreci İnsanları Hareketsizleştirdi

Pandemi sürecinin bir buçuk yıldan bu tarafa sürdüğünü ve ne zaman biteceğinin de kesin olarak belli olmadığını ifade eden Prof. Dr. Cengiz Köksal, “Pandemi süreci en fazla kalp hastalıkları bakımından büyük risk oluşturmaktadır. Bu süreci kalp hastalıkları açısından büyük risk taşıyan 65 yaş üstü vatandaşlarımız başta olmak üzere bütün halkımız evlerinde izolasyonda kalarak geçirdi. Vatandaşlarımız sadece zorunlu koşullarda sınırlı şartlarla dışarıya çıkabildiğinden fiziksel aktiviteleri ister istemez kısıtlandı. Pandemi sürecinde salgının yayılımını engellemek için spor salonlarının kapatılması ise ayrı bir dezavantaj oluşturdu. Pandemi boyunca hareket kabiliyetleri kısıtlanan ve bunun neticesinde de kilo alan insanların kalp ve kalbe giden damarlarında bir sıkıntı olsa da hareketsizlikten kaynaklı herhangi bir şikayetleri olmadığından hekime zamanında müracaat ederek tedaviye başlayamamaktadır.” ifadelerine yer verdi.

Amerika’da Yüzde 30-40 Oranında Düşme Var

Pandemi sürecinde Amerika’da kalp hastalıklarından dolayı sağlık kuruluşlarına müracaatların yüzde 30-40 oranında düştüğüne vurgu yapan Prof. Dr. Köksal, “Kalp rahatsızlıklarında hareket esnasında görülen göğüs ağrısı ve nefes darlığı gibi şikayetlere hastalığın ilerleyen safhalarında istirahat esansında da rastlanmaktadır. Ancak hareketsizlikten dolayı kalp rahatsızlığına erken safhada tanı konulma şansı kaybedilmektedir. Kalp hastalığı ileri safhalara vardığı zamanda evde kalp krizi geçirme ve akciğerin su toplaması olarak semptom gösteren kalp yetmezliği riski artmaktadır.” diye konuştu.

Maske Takılması ve Evde Kalınması Hareketi Engellememeli

Kalp rahatsızlığının ilk aşamasında genellikle ilaç tedavisi ve yaşam tarzında değişikliklerle rahatsızlığın kontrol altına alındığını ve ilerlemesinin engellendiğini kaydeden Prof. Dr. Köksal, “Kalp rahatsızlığının ilerleyen safhalarında şikayetlerin istirahatte görülmesiyle birlikte tedavi süreci genellikle hastaneye yatarak yapılmaktadır. Bu süreçte ise tedavideki başarı girişimsel yöntemlere ve yapılacak kalp operasyonuna bağlıdır. Kalp rahatsızlığının ilerleyen safhalarında hasta evde kalp krizi geçirmezse ve akciğer ödemi oluşmazsa tedavide başarı şansı yükselmektedir.” şeklinde konuştu.

Maske takmanın ve evde izolasyonda kalmanın hareket etmeye engel teşkil etmemesi gerektiğinin altını çizen Prof. Dr. Köksal, “İnsanlar pandemi süreci boyunca her fırsatta hareket etmelidir. Bu süreçte hareketsiz kalmamaya ve ideal kilolarını korumaya çok dikkat etmelidirler. Hareket esnasında ya da hareketsizken göğüs ağrısı ya da nefes darlığı gibi şikayetlerinde ise derhal bir sağlık kuruluşuna müracaat etmelidirler. Günlük yaşamında çalışma sürecini sürdüren ve hareketli insanlar, kalple ilgili herhangi bir şikayet yaşadıklarında derhal hekime müracaat ederlerse hastalık ilerlemeden ve hasta kalp krizi geçirmeden ilaç tedavisi ve tavsiyelerle hastalık kontrol alınarak ilerlemesi engellenebilir.” değerlendirmesinde bulundu.

Hızlı testler ile yüz yüze eğitim sürdürülebilir

Okullarda yüz yüze eğitimin başlamasının mayıs ayı sonlarında mümkün olabileceğine değinen Sağlık Bakanlığı Koronavirüs Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Levent Akın, “Bütün okulların ve sınıfların yanı sıra 1’inci ve 2’inci sınıfların açılması da özellikle öğrencilerin okul disiplini kazanması bakımından çok önemlidir. Okullarda yüz yüze eğitim devam ederken de okullarda yeni vakaların tespit edilebilmesi için hızlı testlerden yararlanılmalıdır. Bunun için hızlı antijen testleri mevcut. Bu testler hiç olmazsa haftalık olarak uygulanırsa okullardaki yeni vaka durumları değerlendirilerek okulun Covid-19 virüsü tehdidi altında olup olmadığı rahatlıkla anlaşılabilir.” dedi.

Bir okulda görülen vaka sayısında artış varsa o okulun kapatılması gerektiğinin altını çizen Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Levent Akın, “Okulların tümüyle kapatılmasını doğru bulmuyoruz. 5-6-7-8 yaş grupları gibi küçük yaş gruplarında yani 1’inci ve 2’inci sınıflarda çok önemli bir sıkıntı yoktur. Okullardaki en büyük sıkıntı, vaka sayısı toplumda artmaya başladığında virüsün öğrencilere doğru gitmesi ve öğrencilerinde bu virüsü evlerine taşımasıdır. Bu nedenle toplumdaki vaka sayısı yükseldikçe öğrenciler tehdit altına girmektedir. Yani Covid-19 virüsü öğrencilere enfekte olmaya başlıyor.” ifadelerine yer verdi.

Yeni Vakalar Rahatlıkla Tespit Edilebilir

Okulların mayıs sonlarında yüz yüze eğitime başlayabileceğine değinen Prof. Dr. Akın, “Şu anki gidişat onu gösteriyor. Ama sınıf bazında değil, bütün okullar yüz yüze eğitime başlayabilir. Okullarda 1’inci ve 2’inci sınıfların açılması öğrencilerin okul disiplini kazanması bakımından çok önemlidir. Yüz yüze eğitim devam ederken de yeni vakaların tespit edilebilmesi için hızlı testlerden yararlanılmalıdır. Bunun için hızlı antijen olarak uygulanan testler var. Bu testler içerisinde yeterli veya yetersiz olanları var. Özellikle seçilmiş antijen testleriyle çocuklara testler uygulanabilir. Haftalık olarak uygulanacak bu testler sayesinde okullardaki yeni vaka sayıları tespit edilerek okulun Covid-19 virüsü tehdidi altında olup olmadığını rahatlıkla anlamak mümkün. Bu antijen testleri düzenli olarak uygulanırsa okullarda yüz yüze eğitim sürdürülebilir.” diye konuştu.

Virüs Kalabalık Ortamlarda Kümeleşerek Yayılıyor

Cenaze törenlerinde ve düğünlerde kalabalığın kesinlikle azaltılması gerektiğini kaydeden Prof. Dr. Akın, “Geçen seneden alınan ders gösteriyor ki cenazelerdeki, düğünlerdeki ve nişanlardaki kalabalıklar ve eğlenceler, Covid-19 virüsünün kümeleşerek yayılmasına neden olmaktadır. Bu da büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Biz, bu tabloyu bu senede yaşadık. Bir de düğünlerde farklı şehirlerden gelen ve düğün esnasında kendilerine enfekte olan Covid-19 virüsünü gittikleri yerlere taşıyan insanlar buralarda da Covid-19 virüsünü yaymaya başlıyorlar. Bu nedenle düğün ve cenazelere katılım çok sınırlı olmalı ve bu konuda kısıtlama sürdürülmelidir.” şeklinde konuştu.

Aşı Mutlaka Yaptırılmalı

Toplumun yüzde 60-70’i aşılarla bağışıklık kazanabilirse bazı kurallara dikkat ederek günlük yaşamdaki bütün faaliyetlerin yürütülebileceğini söyleyen Prof. Dr. Akın, “Şu an ki mevcut aşıların bir kısmı 16, bir kısmı ise 18 yaş altına yapılamamaktadır. Bu ise yaklaşık 20 milyonluk bir nüfusa tekabül ediyor. Bu 20 milyonluk nüfus düşüldüğü zamanda geriye 65 milyon nüfus kalıyor. Bu 65 milyon ise yetişkin nüfustan oluşmaktadır. Bütün toplumun yüzde 70’i aşılanırsa yaklaşık 55-60 milyon nüfus aşılanmış olur. 65-70 milyon nüfus 2 doz aşılandıktan sonra ülkemiz çok büyük bir rahata kavuşur. Bunun zamanı ise aşı stokuna, aşı tedarikine, aşı uygulamalarına ve toplumun kurallara uymasına bağlıdır. Önümüzdeki yaz sürecinde insanlar açık alanlarda daha fazla vakit geçireceği için virüsün bulaşma riski düşecektir. Burada düğünler ve diğer toplu etkinlikler kastedilmiyor. Sadece açık alanda geçirilecek vakit daha fazla olacağı için vaka sayısı ciddi seviyede düşecektir. Toplumun aşılanmasıyla da eylül ve ekim aylarına daha rahat girilecektir. Yeter ki insanlar aşılarını zamanın yaptırarak ihmal etmesinler.” değerlendirmesinde bulundu.

Vaka Sayısı 10 Binin Altına Düşmeli

Vaka sayılarının düşmesi ve bunun sağlayacağı rahatlığın ‘yalancı rahatlık’ olarak adlandırılabileceğini belirten Prof.Dr. Akın, “Bu rahatlama özellikle toplumsal kısıtlamalardan kaynaklı bir rahatlama olacaktır. Bu kısıtlamalar kaldırıldığı zaman vakalar yeniden hızla yükselişe geçer. Aşı programı istenilen şekilde hızlı gitmiyorsa kısıtlamaların kaldırılmaması gerekiyor. Bu kısıtlamalar ile kalabalık ortamların oluşması engellenmelidir. Böylelikle kalabalıklaşarak vakit geçirmenin önüne geçilebilir. Açık alanlarda herhangi bir sıkıntı gözükmüyor.

Bayramdan sonra vaka sayıları yüksek ihtimalle 10 binin altına düşecektir. 10 bin rakamı 60 bin rakamıyla karşılaştırıldığı zaman vaka sayılarında 6 kat bir düşüş olduğu görülüyor. Ama bunun iyi olduğunu düşünmemek gerekiyor. Geçen sene mart-nisan aylarında vaka sayısı 6 bine ulaştığı zaman nasıl tedirgin olduğumuzu hatırlamalıyız. Bütün ülke çok tedirgin olmuştu. Geçen sene 6 bin vakadan korkulurken, bu sene 10 bin vaka sayısıyla kimse işler yoluna girdi diyemez. Bizim bir nebzede olsun rahatlamamız için vaka sayısının hiç olmazsa 10 binin altına düşmesi gerekiyor. Bunun başarmanın tek yolu da vatandaşların kurallara uyması ve aşılama programının etkinliğidir.” dedi.

Aşıda yan etki 2 günden fazla sürerse test yaptırılsın

Covid-19 virüsüyle mücadele edebilmek için uygulanan aşıların yan etkileriyle Covid-19 virüsü semptomlarının birbirine çok karıştırıldığını ifade eden Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Ümit Savaşçı, “Aşı uygulandıktan sonra bazı belirtiler birbiriyle karıştırılabiliyor. Bunların aşı belirtilerine yorulmaması gerekir. Vücuda uygulanan Covid-19 aşılarının yan etkileri genelde 2 ya da 3 gün sürmektedir. Bu belirtiler daha uzun süreli devam ediyorsa ve gittikçe de belirginleşiyorsa test yaptırılmasının kesinlikle ihmal edilmemesi gerekiyor. Bu kişilere virüs enfekte olmuştur ve uygulanan aşı ise henüz koruyucu seviyeye gelmemiştir.” dedi.

Aşı Yan Etkileri İki Güne Geçmiyorsa Koronavirüs Riski Yüksek

Kişinin koronavirüs aşısı yaptırmış olabileceğini, bu aşının BioNTech, SinoVac ya da Sputnik V aşılarından biri olabileceğini söyleyen Doç. Dr. Savaşçı, “Aşının uygulandığı günün akşamında kolda hafif bir ağrı, halsizlik, baş ağrısı, özellikle BioNTech aşısı uygulananlarda daha yoğun eklem ve kas ağrılarının yanı sıra halsizlik ve bulantı hissi olabilmektedir. Aşı uygulanan bazı kişilerde görülen belirtiler ilk dozdan sonra ağır olabilirken, genellikle ikinci doz uygulandıktan sonra belirtilerin daha ağır olduğu gözlemlenmektedir.

BioNTech aşısı mRNA aşısı olduğundan dolayı vücut daha fazla antikor üretmeye çalıştığından aşının yan etkileri daha yoğun olarak görülebiliyor. Bu yan etkilerin kişi tarafından bilinmesi elbette önemlidir. Ama bu belirtiler haricinde ateş 38 derecenin üstündeyse, boğazdaki ağrı şiddetliyse, öksürük, geçmeyen baş ağrısı, tat ve koku kaybı, eklem ağrıları ve ishal gibi belirtiler 2 gün geçmesine rağmen halen devam ediyorsa bu kişiye Covid-19 virüsü enfekte olmuş olabilir. Aşı yaptıran kişiler aşılarını sağlık ocaklarına veya sağlık kuruluşlarına giderek yaptırmakta ve yoğun bir ortamın içerisine girmekteler. Sağlık kuruluşlarında veya iş ortamlarında bu kişilere Covid-19 virüsü enfekte olmuş olabilir. Aşının yan etkilerinin çok iyi irdelenmesi gerekiyor. Her aşının yan etkisi virüs olmasa da sorgulanmasında fayda var.” ifadelerine yer verdi.

Yan Etkiler 2 Günden Fazla Sürüyorsa Test İhmal Edilememeli

Aşıdan kaynaklı Covid-19 virüsü enfekte olmasının imkansız olduğunu kaydeden Doç. Dr. Savaşçı, “Sahada gözlemlediğimiz belirtiler aşı uygulandıktan 3-5 gün sonra Covid-19 virüsü belirtileri göstererek testi pozitif çıkan vakalarımız oluyor. Bu nedenle aşı uygulanan kişilerin kendi şikayetlerini çok iyi gözlemlemesi lazım. Şunu özellikle belirtmek gerekiyor ki bu aşılar hiçbir şekilde canlı aşı olmadığından dolayı aşıdan kaynaklı Covid-19 virüsü enfekte olma ihtimali çok düşüktür. Bundan dolayı da kimsenin aşı olduğu için Covid-19 virüsü enfekte olduğu yönünde bir düşünceye kapılmaması gerekiyor.

BioNTech aşısında görülen yan etkiler daha yoğun olsa da bu şikayetler 2 günden daha fazla sürüyorsa ve halsizlik, ateş, eklem ağrıları gittikçe belirginleşiyor, tat ve koku kaybı, sırt ve göğüs bölgesinde ağrı, ishal gibi belirtilerden herhangi biride gözleniyorsa PCR testinin yapılmasının ihmal edilmemesi gerekiyor.” diye konuştu.

4’üncü PİK Fazla Beklenmiyor

Günlük vaka sayılarının son günlerde çok ciddi şekilde düştüğüne de değinen Doç. Dr. Savaşçı, “Bu durumu özellikle sahada gözlemlemekteyiz. Günlük bin 500 civarında poliklinik başvurusu alırken, bu başvuru sayısı bugünlerde 500’e kadar geriledi. Yani poliklinik başvurularında 3’te 1 oranında düşme var. Burada kapanmanın etkisi kadar aşılamanın da büyük etkisi var. Aşı uygulanan kişilerde de testi pozitif çıkanlar oluyor. Aşı olduğu halde testi pozitif çıkanlar enfeksiyon sürecini çok hafif belirtilerle atlatmaktadır. Hastaneye yatma gereksinimi duymamaktadır. Halkımızın buna inanması ve aşılarını yaptırması gerekiyor. Sağlık Bakanımız 240 milyon doz aşı için anlaşmanın imzalandığını söyledi. Aşıya her zaman ihtiyacımız olacak.

Ağustos ayına kadar 18 yaş üstü vatandaşlarımız aşılanırsa Eylül ayından itibaren koronavirüsün dünya savaşını kazanmış olacağımızı net bir şekilde ifade edebiliriz. Bunun için aşılanma sürecinin sağlıklı bir şekilde ilerlemesi gerekiyor. Ülkemizde 4’üncü pik ve vaka sayısındaki artışları bu saatten itibaren beklemiyoruz. Aşılama politikası planlandığı gibi yürürse Eylül ayından itibaren koronavirüs ciddi şekilde gündemimizden düşer.” şeklinde konuştu.

Covid-19 enfekte olan erkeklerde kısırlık riski

Pandemi süreciyle birlikte çocuk sahibi olmak isteyen çiftlerde hem doğal gebeliğin, hem de kısırlık (İnfertilite) tedavilerinin Covid-19 virüsünün neden olduğu endişelerden dolayı duraksamaya neden olduğunu ifade eden Doç. Dr. Bakırcıoğlu, “Tedavi sürecinde yaşanması muhtemel enfeksiyon haricinde virüsün uzun ve kısa vadede ne gibi etkiler doğuracağının bilinmemesi insanları endişeye sevk etmektedir. Pandemi sürecinde virüsün erkeklerde ve kadınlarda doğurganlık ve üreme organlarına etkisinin ne olduğunun anlaşılması için çalışmalara hız verildi. Bu çalışmalar halen hız kesmeden sürmektedir. Şu ana kadar ki araştırmalarda Covid-19 virüsü enfekte olan bazı erkeklerin testislerinde ağrı şikayetinin olduğu belirlendi. Covid-19 virüsünün hücre içerisine girdiği ve bazı reseptörlerin belirlenmesi erkeklerde testisi etkileme ihtimalini ortaya koymuştur.” ifadelerine yer verdi.

Sitokin Fırtınasına Yol Açıyor

Uluslararası çalışma ve makaleleri derleyen ve sonuçları ile ilgili görüşleri hakkında bir takım bilgileri paylaşan Doç. Dr. Bakırcıoğlu, “Dünyadaki farklı ülkelerde ve farklı gruplar üzerinde gerçekleştirilen araştırmalar halen sürmekte ve biz, bu araştırmalardan elde edilen sonuçları yakından takip etmekteyiz. Covid-19 virüsünün erkek üreme sistemine etkileri hakkında hem çocuk sahibi olmak için sorun yaşayan, hem de çocuk sahibi olmayı planlayan çiftlerin endişelerine son verecek ve kafasındaki soruları yanıtlayacak araştırmalar halen sürmektedir.

Erkek üreme sağlığı ile ilgili Covid-19 virüsü enfekte olan erkeklerde gerçekleştirilen araştırmalardan bir takım sonuçlara ulaşıldı. Testosteron hormonundan dolayı Covid-19 virüsünün erkeklerde en çok sitokin fırtınasına neden olduğu belirlendi.” diye konuştu.

Erkekler Enfeksiyonu Ağır Geçiriyor

Covid-19 virüsünün erkekleri daha fazla etkilediğini ve erkeklerin enfeksiyonu daha ağır geçirdiğini kaydeden Doç. Dr. Bakırcıoğlu, “Testosteron hormonundan dolayı Covid-19 virüsünün erkeklerde daha çok sitokin fırtınasına neden olduğu ve erkeklerin enfeksiyonu daha ağır geçirdiği düşünülmektedir. Erkeklerde virüsün ağır geçirilmesindeki bir diğer hipotez ise ACE2/TMPRSS2 reseptörlerinin erkeklerde kadınlara kıyasla daha çok olması ve androjen yani hormon yüksekliğinin bu duruma neden olmasıdır. Ayrıca yaşı ilerlemiş erkeklerde damar, kalp ve akciğer rahatsızlıkları gibi kronik rahatsızlıkların yanı sıra sigara ve alkol kullanımı da kadınlara kıyasla erkeklerde çok yüksek olduğundan virüs, erkeklerde ölüme daha fazla neden olmaktadır.” şeklinde konuştu.

Testosteron Seviyesi Enfeksiyon Sürecine Etki Ediyor

Doç. Dr. Emre Bakırcıoğlu tarafından ele alınan araştırmalardan birinde İtalya Floransa Üniversitesi Careggi Hastanesi’nde yoğun bakımda tedavi süreci devam eden 31 erkek üzerinde gerçekleştirilen araştırmada, sağlık durumu ağır seyreden erkeklerle sağlık durumu iyiye giden vakalar karşılaştırılmış, sağlık durumu ağırlaşan ve enfeksiyon süreci ölümle sonuçlanan vakalarda testosteron seviyelerinin sağlık durumu düzelen erkeklerden çok ciddi oranda düşük olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca İtalya’da prostat kanserinden dolayı tedavi gören ve testosteron düşürücü ilaçlar alan 4 bin 532 hasta ile bu ilaçları almayan aynı kanser rahatsızlığına yakalanan erkekler üzerinde yapılan araştırma neticesinde testosteron düşürücü ilaç alan erkeklerin virüsten çok ciddi seviyede daha az etkilendikleri tespit edildi.

Virüse Karşı Tek Silah Aşı

Erkeklerde sperm üretimini üstlenen genlerin araştırılmasıyla ilgili çalışmada beraber görev yaptığımız Miami Üniversitesi Androloji Bölüm Başkanı Dr. Ranjith Ramasamy’nin Covid-19 virüsü aşılarının spermler üzerinde ne tür etki oluşturduğunun araştırılması için çalışma başlattığını ifade eden Doç. Dr. Bakırcıoğlu, “Aşıların sperm üzerinde ne tür etki oluşturduğuna dair elimizde henüz bir veri bulunmuyor. Ancak enfeksiyonun ağır seyrettiği erkeklerde testislerin etkilendiğini tespit ettik. Bundan dolayı da Covid-19 virüsünün neden olabileceği riski almaktansa, aşıların uygulanarak virüse karşı koruma sağlanması elimizdeki tek silah. Ayrıca Amerika ve Avrupa Üreme Sağlığı Dernekleri de aşının, virüs ve etkilerinden korunmak için en etkili yol olduğunu bizzat açıkladı.” değerlendirmesini yaptı.

Enfeksiyondan 3 Ay Sonra Bebek Planlaması Yapılmalı

Kapsamı daha geniş ve net neticelerin elde edilmesi için çalışmaların halen sürdüğünü söyleyen Doç. Dr. Bakırcıoğlu, “Covid-19 virüsü gibi belli bir hastalığın tedavisi için alınan ilaçlarında spermleri etkileyebileceğinin unutulmaması gerekiyor.

Bebek isteyen ve bunun için tedavi gören çiftler, Covid-19 virüsünden korunmak için alınması gereken tedbirleri kesinlikle ihmal etmemelidir. Ateşli, orta seviyede ya da ağır semptomlarla enfeksiyon sürecini geçiren vakaların çocuk sahibi olmaya yönelik tedaviye başlamak için en az 3 ay beklemeleri daha sağlıklıdır.” dedi.  

Önemli uyarı! Bayram ikramlığı tatlılar vücutta zehre dönüşmesin

Bu senede Ramazan Bayramı Covid-19 virüsü salgınının neden olduğu pandemi sürecinin gölgesinde geçecek. İnsanlar birbirlerini ziyaret edemeyecek ve koyu bayram sohbetleri yapamayacak olsalar da bayramların olmazsa olmazı olan tatlı, çikolata, şekerleme vb. ikramlıklar ile ilgili önemli uyarılar yapan Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Dr. Cafer Kaya, “Bayramda tatlı türlerini yemeden evvel iki defa düşünmek lazım. Özellikle hazır alınan tatlıların birçoğunun içeriğinde nişasta bazlı şeker vardır. Bu da kalp damar rahatsızlıkları başta olmak üzere diyabet rahatsızlığını ve uzun vadede ise kanseri tetiklemektedir.” dedi.

İslam alemi bu senede Ramazan Bayramını gönlünden geçtiği gibi kutlayamayacak. Covid-19 virüsü salgınından dolayı önce sağlığa önem veren Müslümanlar, aile büyüklerini ziyaret edemeyecek. Bayramın en büyük neşesi olan çocuklar ise kapı kapı gezerek şeker toplayamayacak. Bayramın olmazsa olmazı baklavalar, kadayıflar, çikolata ve şekerlemeler ise yalnızca aynı çatı altında yaşanılan aile içerisinde tüketilecek. Ancak her ne olursa olsun ikramlık hazırlamak Türk halkının geleneği olduğu için işin uzmanı Dr. Cafer Kaya, vatandaşlara önemli uyarılarda bulundu.

Şeker Tüketimine Çok Dikkat Edilmeli

Market ve pastane raflarında çıtır çıtır görünse ve parlaklığıyla göz kamaştırsa da tatlı türlerinden uzak durulmasının önemine vurgu yapan Endokrinoloji ve Metabolizma Uzmanı Dr. Cafer Kaya, “Bayramda şeker tüketimi hususunda çok dikkatli olmak lazım. Tatlı ve şeker ürünlerini yerken iki defa düşünmek gerekiyor. Özellikle diyabet rahatsızlığı olanların sağlıkları için çok dikkatli olmasında fayda var. Nişasta bazlı şeker tüketildikten sonra şeker koması dahil birçok komplikasyon görülme riski yükselmektedir. Kalp ve damar rahatsızlıkları başta olmak üzere diyabet rahatsızlığına neden olabilir. Diyabet rahatsızlığı ise uzun vadede bazı kanser türlerini tetiklemektedir. Özellikle bağırsak kanserinde riski ciddi seviyede yükseltebiliyor.” ifadelerine yer verdi.

Kan Şekerini Çok Hızlı Yükseltmektedir

Baklava, çikolata vb. tatlılar hazırlanırken içerisine katılan nişasta bazlı şekerin sağlığa zararlarına değinen Dr. Kaya, “Nişasta bazlı şeker, kan şekerinin çok hızlı yükselmesine neden olmaktadır. Zaten nişasta bazlı şeker, basit şekerler grubunda yer almaktadır. Nişasta bazlı şekerler içeriğinde glikoz barındırmaktadır. Nişasta bazlı şeker daha fazla tatlı, çikolata, kraker, bisküvi ve şekerleme gibi gıdalarda kullanılmaktadır.” diye konuştu.

Meyveli Tatlılar Tüketilmeli

Meyve ile hazırlanan tatlıların tüketilmesinin daha sağlıklı bir tercih olduğunu kaydeden Dr. Cafer Kaya, “Tatlıların miktarı arttıkça glikoz içeriğinin de arttığının unutulmaması gerekiyor. Bu tür tatlıları tüketerek basit şeker almaktansa, içeriğinde ceviz, fıstık, kuruyemiş veya meyveler barındıran tatlıların tüketilmesi daha sağlıklıdır. İnsanlar raflardaki parlak görünümlü tatlılara baktığı zaman içerdiği glikozu ve yüksek kalori değerlerini unutmamalıdır. Bu ikisinin kilo aldırıcı güçlü etkisi günümüzde herkes tarafından bilinmektedir. Görünüme aldanmaktansa içeriğini iyi okumak lazım. Kalori değerlerini inceleyelim ve almadan evvel iki defa düşünelim.” şeklinde konuştu.

Amaç Raf Ömrü Değil, Sağlık Olmalı

Basit şekerin tatlılarda kullanılmasının en önemli nedeninin raf ömrünü uzatmak olduğunu söyleyen Dr. Kaya, “Raf ömrü uzun olsun diye tatlılarda glikoz şurubu kullanılmaktadır. Bu durum ise hem alan kişinin, hem de satan kişinin işine gelse de sağlıklı olduğu kesinlikle söylenemez. Her şeyde olduğu gibi tatlı tüketiminde de taze ve günlük tüketim çok önemlidir. Buradaki amaç raf ömrünün uzatılmasından ziyade sağlık olmalıdır.” değerlendirmesinde bulundu.

Birçok Hastalığa Neden Oluyor

İçeriğinde basit şeker içeren barındıran tatlıların birçok hastalığa neden olduğuna dikkat çeken Dr. Kaya, “Kalp ve damar hastalıklarını tetikleyebiliyor. Diyabet rahatsızlığına neden olma riski oldukça yüksektir. Diyabet rahatsızlığının ise günümüzde bazı kanser türlerini ciddi ölçüde tetiklediği bilinmektedir. Bağırsak kanserinde de riski ciddi seviyede yükseltiyor.” dedi.  

Sezaryen doğum çocukta astım riskini artırıyor

Dünya Astım Günü münasebetiyle önemli açıklamalarda bulunan Doç. Dr. Akelma, “Astım, dünyada en sık görülen kronik rahatsızlıklar arasında yer almaktadır. Ayrıca astım, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından da global bir halk sağlığı problemi olarak kabul edilmiştir. Astım sürekli ilaç kullanmayı gerektiren, atakları çok sık görülen ve hastanın yaşam kalitesini düşüren ciddi bir rahatsızlıktır. Hatta astımın kontrol altına alınmadığı durumlarda hasta hayatını dahi kaybedebilir.” dedi.

Astımın Görülme Sıklığı Artıyor

Astım hasta sayısının dünyada 339 milyonu bulduğunu ifade eden Doç. Dr. Akelma, “Son 50 yıl içerisinde astım hastalığına çok sık rastlanıyor. Bu da hastalığın artış eğiliminde olduğunu göstermektedir. Astım hastalığının çocuklarda görülme oranı yüzde 15 seviyelerindedir. Bu da dünyadaki her 8 çocuktan birinde astım rahatsızlığı olduğunu gösteriyor. Yetişkinlerde de astım hastalığının görülme oran yüzde 7-9 seviyelerindedir. Bu da dünyadaki her 10-11 yetişkinden birinin astım rahatsızı olduğunu gösteriyor. Astım hastalığının görülmesinde genetik faktörlerde etkili olmaktadır. Anne ya da babanın birinde astım varsa çocukta astım görülme riski yüzde 25 artarken, anne ve babanın her ikisinde de astım varsa bu risk yüzde 50 artmaktadır.” ifadelerine yer verdi.

Sezaryenle Doğum Astım Riskini Artırıyor

Astım hastalığında görülen artışın önemli faktörlerinden birinin de doğum şekli olduğunu kaydeden Doç. Dr. Akelma, “Sezaryenle doğum arttıkça alerjik rahatsızlıkların görülme sıklığı da artıyor. Astımda bu alerjik rahatsızlıklardan biridir. Bu nedenle herhangi bir sağlık problemi bulunmuyorsa doğumun normal yollardan yapılması taraftarıyız. Doğum sezaryen yöntemiyle gerçekleştiğinde bebek, anneden alması gereken yararlı bakterileri alamıyor. Bu da bebekteki bakteriyel çeşitliliği azaltmaktadır. Ülkemizde ise sezaryenle doğum yöntemi oldukça yüksek seviyelerdedir. Neredeyse her iki çocuğumuzdan biri sezaryen yöntemiyle dünyaya gelmektedir. Sezaryen doğumun azaltılmasına yönelik Sağlık Bakanlığı tarafından yürütülen çalışmalar mevcut.” diye konuştu.

Anne Sütü Astım Riskini Azaltıyor

Bebeğin beslenme tarzının da astım hastalığında önemli bir etken olduğunu kaydeden Doç. Dr. Akelma, “En az 1 yıl anne sütüyle beslenen çocukların astım rahatsızlığına yakalanma riski düşmektedir. Bu nedenle bebeklerin anne sütüyle beslenmesi teşvik edilmelidir.

Astım riskini artıran diğer bir önemli faktör ise antibiyotik tarzı ilaçların çok sık kullanılmasıdır. Sağlık problemlerinden dolayı kullanılan antibiyotikler doğru ve akılcı kullanılmalıdır. Hekimin bilgisi haricinde antibiyotik kesinlikle kullanılmamalıdır. Çünkü antibiyotikler, vücuttaki faydalı bakterileri de öldüren ve astım rahatsızlığını tetikleyen ilaçlardır. Yine beslenme tarzı da astım rahatsızlığını tetiklemektedir. Raf ömrü çok uzun olan besinler ile paketlenmiş besinler ve işlenmiş besinlerden kesinlikle kaçınmak gerekiyor. Bu tür gıdalar yerine sağlıklı, taze ve mevsiminde gıdalar tercih edilmelidir.” şeklinde konuştu.

Obezite Astımı Tetikliyor

Obezitenin de astımı tetikleyen ve kontrol altına alınmasını zorlaştıran önemli bir faktör olduğunun altını çizen Doç. Dr. Akelma, astım riskini düşürmek için düzenli egzersizin yanı sıra sağlıklı diyet yapılmasına önemle vurgu yaptı.

Çocukla aynı evde kalan kişilerin çocuğun yanında sigara içmese dahi içilen sigaranın çocuğun sağlığına olumsuz etki yaptığına da değinen Doç. Dr. Akelma, “Ülkemizin önemli sağlık problemlerinden biride pasif sigara içiciliğidir. Bu nedenle insanlar sigara ve tütünden kesinlikle uzak durmalıdır. Sigara içenlerin ise sigarayı bırakması büyük önem taşımaktadır.” dedi.

Yerli aşıda faz-3 aşamasına gelindi

Ülkemizde 11 Mart 2020 tarihinde görülen ilk Covid-19 virüsü vakasından sonra salgının hızla yayılmasıyla birlikte salgınla mücadele edebilmenin en etkili yolları arasında yer alan aşının yerli imkanlarla üretilebilmesi için aşı çalışmalarına büyük bir hız verildi.

18 Yerli Aşı Çalışması Mevcut

Ülkemizde yürütülen yerli aşı çalışmalarına Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı (TÜSEB), Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) tarafından destek veriliyor. Ülkemizde şu an itibariyle 18 yerli aşı çalışmasının olduğu bildirildi.

Bu aşı çalışmaları içerisinde en hızlı ilerleme kaydeden Erciyes Üniversitesi’nin geliştirdiği inaktif Covid-19 virüsü aşısında Faz-1 aşamasındaki çalışmalar Kasım 2020 itibariyle tamamlanmış ve Şubat 2021 itibariyle de Faz-2 çalışmalarına geçilmişti.

Erciyes Üniversitesi tarafından yürütülen aşı çalışmalarında Faz-1 aşamasında 44 gönüllüye, Faz-2 aşamasında ise 250 gönüllüye Covid-19 virüsü aşısı uygulanmıştı. Mayıs ayında başlanacak olan Faz-3 aşamasında ise aşılama çalışmalarının yaygın bir şekilde yapılması hedefleniyor.  

Diğer Aşılarda Çalışmalar Sürüyor

Şu an bir inaktif aşıda Faz-1 aşamasındaki çalışmaların sürdüğü, iki inaktif aşının ise Faz-1 aşamasına geldiği öğrenildi. Yerli çalışmalar arasında yer alan virüs benzeri parçacık (VLP) aşısında çalışmalar büyük bir hızla ve başarıyla sürerken, bu aşamada tüm gönüllülere ilk doz aşının uygulandığı ve VLP aşısında şimdilik bir sorunun olmadığı açıklandı.

Uygulaması intranazal sprey olarak yapılan koronavirüs aşısında ise Faz-1 aşamasındaki çalışmalara yakın bir zaman içerisinde başlanması hedefleniyor. Adenovirüs temelli koronavirüs aşısında ise Faz-1 aşamasına geçilebilmesi için araştırma ürünü üretim çalışmaları hızla sürüyor. Yerli aşı çalışmalarında şu ana kadar herhangi bir sorunla karşılaşılmaması başta uzmanlar olmak üzere herkesi sevindiriyor.

Vertigo hastalığından doğal kürler ile kurtulun!

Baş dönmesi olarak adlandırılan vertigo hastalığının en sık nedeni iç kulaktaki mekanik sorundur. En etkili tedavisi ise kekik ve portakal tohumu ile yapılan bitki çayıdır. İç kulakta dengemizi sağlayan sıvı içinde kristaller bulunur ve bu kristaller vücut pozisyonumuza göre şekil alarak dengemizi sağlar. Vertigo hastalığı nedeni ile oluşan denge kaybı ve baş dönmesi sorunları gündelik yaşamımızı olumsuz etkiler . Aşağıda yer alan doğal kürler ile vertigo hastalığının tedavisi mümkün.

Kekik Vertigo Hastalığında Neden Etkilidir?

Kekik ilaç sektörü tarafından romatoid artrit, fibromiyalji ve multipl skleroz gibi patolojileri baskıladığı ve tedavi ettiği için oldukça sık kullanılmaktadır. Kan basıncını düzenlemede, potasyum, demir ve kalsiyum gibi mineraller eksikliklerini gidermede oldukça etkili olduğu kadar kan hücrelerinin yeniden oluşmasında, doğal vertigo tedavisinde de çok etkili sonuç verir. Aşağıda yer alan bitkisel çayı birkaç gün kullanmak bile vertigo tedavisinde çok etkili sonuçlar doğuracaktır.

Kekik İle Vertigo Tedavisi Nasıl Yapılır?

Malzemeler:

  • 5 dal kurutulmuş kekik ,
  • Yarım su bardağı kadar portakal çekirdeği,
  • 1 su bardağı kadar su.

Hazırlanışı:

Demliğe bir bardak su konulur ve kaynatılır. Kaynayan su ateşten alınır, içerisine 5 dal kurutulmuş kekik atılarak 10-15 dakika kadar demlenmesi beklenir. Dilerseniz bu çayı hazırlarken bitki çayı süzgeçlerini kullanabilirsiniz. Bunun için yapmanız gereken kaynayan suyu fincana almak, içine kekik çayını koyduğunuz süzgeci fincanın içinde 10 dakika bekleterek demlenmesini sağlamak.

Kekik çayını bardağa sıcak olarak doldurun ve süzgeç ile portakal çekirdeklerini içine bırakın, demlenmesini bekleyin. Sabahları uyanınca ve akşam yatarken bir bardak için. Hafta içi her gün bu tedaviyi uygulayın ve 1 haftada şikayetleriniz yarı yarıya azalacaktır.

Vertigo Hangi Yaş Aralığında Sık Görülür?

Bir kez daha belirtelim vertigo bir hastalık adı değil, değişik hastalıklarda gördüğümüz denge bozukluğu ile kendini gösteren bir belirtidir. Her yaş grubunda görülebilir. Vertigonun en sık görüldüğü hastalıklardan biri olan olan Meniere Hastalığı kadınlarda erkeklere oranla daha sık görüldüğü için vertigo da kadınlarda daha sık görülmektedir. 20 ile 60 yaş arasında herhangi bir dönemde ortaya çıkabilir.

Uzmanlar tedavi sonucu netleşen vertigo çeşidine göre farklı bitkisel tedavi metotları sunuyor: 

Kansızlıktan oluşan;

Kansızlığa kırmızı et ve sığır karaciğeri çok iyi gelir. Demir içeren gıdalar tüketmesi gerekmektedir. Ispanak ve kereviz bolca yenebilir. Kırmızı pancar da etkili bir yiyecektir. Pancarı haşlayıp suyunu sabah öğlen ve akşam bir bardak içmelisiniz.

Kulak nedeniyle;

Karayılan otu birebirdir. Günde sadece 1 bardak içilmelidir. 10 gram karayılan otunu 1 su bardağı suyun içerisine konularak, 5 dakika kaynatılır. Demleyip ılıttıktan sonra içilir.

MS hastalığı nedeniyle: 

Alkol ve sigara bırakılmalı. 3 beyazdan (şeker, un, tuz) tamamen uzak durulmalı. Sabah ve akşam olmak üzere 1 su bardağı zerdeçal çayı içmek faydalıdır. Ayrıca çayınıza yarım limon sıkın.

Sebep menier hastalığı ise: 

Toz halindeki çörek otunu, 1 tatlı kaşığı saf süzme balla karıştırıp yiyin. Her sabah aç karnına bu yapılmalı. Bir bardak sütün içerisine 1 yemek kaşığı zencefil ve karanfil ekleyip ısıtın. Her akşam uyumadan önce için. Diğer yöntem ise 1 yemek kaşığı toz bektaşi üzümünü ile 1 kaşık kişniş tohumunu karıştırın. Bir bardak sıcak suyun içerisinde sabaha kadar bekletip için.

Ema sirkesi: 

Baş dönmesinin nedeni kan basıncı ya da kan şekerindeki dengesizlik olursa, elma sirkesiyle buna çözüm bulabilirsiniz. İçeriğinde sitrik asit, mineral, vitamin, asetik asit, amino asit ve doğal enzimler bulunan elma sirkesi çok sayıda derde deva olabilir. Günde 2 defa ballı elma sirkesi içerek baş dönmesinden kurtulabilirsiniz.

Papatya: 

Yatıştırıcı özelliği olan bu bitki, hastalarda olan mide bulantısına ve baş dönmesine iyi gelir. 1 su bardağı kaynamış suyun içine, 1 tatlı kaşığı papatya koyarak demleyin. Bunu her gün içerek vertigo nedeniyle oluşan baş dönmesinden kurtulabilirsiniz. Özellikle stresi azaltan, sindirimi rahatlatan papatya, hastaların baş dönmesi yakınmalarını azaltır. Ayrıca nane, kereviz, yeşil çay, ökse otu, kabak gibi bitkilerde baş dönmesine iyi gelir.

Zencefil:

Özellikle taze zencefil baş dönmesi tedavisinde etkili olan doğal şifalı bitkilerin içinde en önemlisidir. Bunun için 3 su bardağı kaynamış suyun içine, birkaç parça taze zencefil atın. Kısa sürede kaynatarak demlenmeye bırakın. Çayı süzerek, her gün 3 defa içmek etkili olur.

Ginko biloba: 

Antioksidan ve anti inflamatuar etkisi olan bu bitki, vertigo dışında başka rahatsızlıklar içinde etkili olur. Bunun hap şeklinde hazırlanmış şekilleri vardır. Bunların kullanımı kulakta basıncı dengeleyerek, baş dönmesi etkisini giderir. Fakat hamile ve emziren kadınlara önerilmemektedir.

Alman papatyası:

 Çok sayıda rahatsızlığa iyi gelen bu şifalı bitki, içeriğindeki partenolit gibi kimyasal bileşenlerle vertigo etkilerinin giderilmesinde faydalı olur. İster çay olarak içebilir, isterseniz hap olarak hazırlanmış uygulamalardan faydalanabilirsiniz.

Not: Şikayetiniz artıyorsa doktorunuzla iletişime geçmelisiniz. Doktor tavsiyesiyle kürleri kullanınız.

Aloe vera nedir, nasıl kullanılır, yenir mi ve faydaları neler?

Aloe vera bitkisinin içerisindeki meraller ve yapısından dolayı, cilt bakımı, ağız ve diş bakımı, mide sağlığı gibi birçok alanda faydalı olmuştur. Çay ve maske olarak sık bir şekilde kullanılmaktadır. Tam bir şifa kaynağı olan bu bitkiyi birçok farklı şekilde kullanabilirsiniz. Faydası adeta saymakla bitmiyor. Özellikle cilt bakımında oldukça etkili olan bu bitki, birçok kozmetik ürünlerinin vazgeçilmezi konumunda. İşte faydaları saymakla bitmeyen aloe vera bitkisinin insan sağlığına faydaları ve diğer merak edilen cevaplar;

Aloe Vera Yenir mi?

Hemen herkes tarafından en çok merak edilen sorulardan bir tanesi de ‘Aloe vera yenir mi?’ sorusu oldu. Aloe vera özünde yenen bir bitkidir. Ancak dikkat etmeniz gereken bir husus şu; kendi yetiştirdiğiniz aloe vera yenmez. Birçok evde Aloe vera bitkisi yetişmektedir. Ancak bu bitkilerin birçoğu yetiştirilme biçiminden dolayı tüketilemez durumdadır. Bunun yerine marketlerde yenilebilir aloe vera bitkilerinden satın almalısınız.

Aloe Vera’nın Faydaları Nelerdir?

Aloe vera bitkisinin birçok farklı faydası bulunmaktadır. Aloe vera iki temel şekilde kullanılabilir. Birincisi tüketerek bir diğeri ise cildinize maske şeklinde uygulamaktır. İkisinde de alınan faydalar elbette farklı olacaktır. Bu faydalar ayrı başlıklar altında anlatıldığında daha yararlı olacaktır. İşte aloe vera bitkisinin cilde faydaları;

  • Aloe vera bitkisinin yaprağını ortadan ikiye keserek içerisindeki jelimsi yapıyı maske olarak kullanabilirsiniz.
  • Cilt üzerinde kullanılan aloe vera maskesi ya da aloe vera içeren kozmetik ürünler, sizi sakinleştiriyor ve cildinizi rahatlatıyor.
  • Beta karoten bakımından oldukça zengin olan bu bitki, erken yaşlanmayı önlüyor ve kırışıklığa adeta çözüm kaynağı oluyor.
  • Cilt lekelerinin giderilmesi için en etkili maske yöntemlerinden bir tanesidir. Cilt lekeleri. Güneş yanığı ve böcek ısırması gibi durumlarda oldukça etkili olmaktadır.
  • Kas ve eklem bölgelerindeki ağrıyı hafifletiyor. Aloe vera jelini ağrıyan bölgeye masaj yaparak sürün. Kısa süre sonra ağrıların dindiğine şahit olacaksınız.
  • Cildin yağ seviyesini dengelediği için akne ve sivilceler için başarılı sonuçlar veriyor.
  • Saç dökülmelerine ve saç kırılmaları gibi saç sorunlarına çözüm olabiliyor. Aloe vera bitkisi içeren şampuanlar kullanarak bu sorunları ortadan kaldırabilirsiniz.
  • Cildi nemlendirir ve daha uzun süreli canlı görünmesini sağlar.
  • Yaraların iyileşmesinde oldukça etkilidir. Yaralanan bölgeye aloe vera jelini sürün. Yara kısa sürede iyileşene kadar bu işlemi yapın. En kısa sürede yaranız iyileşecektir.

Aloe vera bitkisinin cilde faydaları bu şekilde sıralanabilir. Fakat bundan daha önemli faydaları da elbette vardır. Aloe vera bitkisini çay yaparak ve yiyerek tüketebilirsiniz. (Fakat dikkat etmeniz gereken bir husus bulunmaktadır; Aloe vera bitkisini tüketmek için tüketime uygun olarak üretilen aloe vera bitkisini seçmelisiniz, her aloe vera bitkisi yenmez.) Tüketildiğinde de oldukça etkili olacak faydaları bulunmaktadır. Kabızlık problemleri ve iltihap sorunlarını giderici özelliklerinin yanı sıra birçok farklı faydası da bulunmaktadır. İşte, aloe vera bitkisinin insan sağlığına faydaları;

Bağışıklık sistemini güçlendirir

Aloe vera bitkisini çay olarak ya da diğer farklı şekillerde tüketebilirsiniz. Bunun size birçok faydası olacaktır. İlk olarak bağışıklık sisteminizi güçlendirecek ve muhtemel olan hastalıklardan korunmuş olacaksınız. Bunun yanı sıra kalp damar hastalıklarına karşı korunduğu da birçok kaynak tarafından belirtilmektedir. Aloe vera suyunu doğal detoks olarak tüketebilirsiniz. Bu su sindirim sisteminizin daha iyi çalışmasını ve sindirim sisteminizin rahatlamasını sağlayacaktır.

Diş, diş eti ve ağız bakımında etkilidir

Ağız içerisindeki plaklardan dolayı birçok kez diş eti kanaması, kötü ağız kokusu ve diş lekeleri gibi can sıkıcı durumlarla karşılaşırız. Fakat aloe vera bitkisinizi kullanarak bunlardan kurtulabilirsiniz. Aloe vera bitkisinin jelini bir diş macunu gibi kullanabilirsiniz. Diş fırçanızın üzerine biraz aloe vera jeli koyun ve dişlerinizi fırçalayın. Ya da aloe vera suyu ile gargara yapabilirsiniz. Bu şekilde ağzınız ve diş etleriniz daha sağlıklı olacaktır.

Kabızlıktan kurtulmak için etkilidir

Aloe vera jelini su ile karıştırarak tükettiğinizde kabızlık sorununuz ortadan kalkacaktır. Bunu yapmak yerine hazır satılan aloe vera içeceklerinden de tüketebilirsiniz. Kabızlık için tüketirken dikkat etmeniz gereken durumlar olacaktır. Aloe vera bağırsakları çalıştırdığı için fazla tüketildiği takdirde kabızlıktan kurtararak ishal yapabilecektir. Bunun için yeteri kadar tüketmeli ve fazlasından kaçınmalısınız.

Mide bulantısı ve kusmayı kesiyor

Aloe vera sindirim sistemi için oldukça faydalı bitkidir. Bağırsakların içerisindeki zararlı bakterilerin atılmasına yardımcı olur. Kolon kanseri gibi kanser hastalıklarından korunmayı sağlar. Bunun yanı sıra mide bulantısı, kusma ve mide yanması gibi durumlarda etkili olabilmektedir. Bu durumlarda, aloe vera jeli ile hazırlanmış sudan birkaç yudum içerek rahatlayabilirsiniz.

Aloe veranın cilde ve sağlığa faydaları bu şekildedir. Fakat kullanmadan önce kullanmanıza angel durumların olmadığından emin olmak için doktorunuza danışın ve tüketilebilir aloe vera bitkisini seçtiğinizden emin olun.

Trafik gürültüsü kalp hastalığında riski yükseltiyor

Dünya Sağlık Örgütü tarafından trafik gürültüsü ve kalp sağlığı arasındaki ilişkiyle ilgili yeni bir rapor yayınlandığını belirten Kardiyolog Prof. Dr. Ali Metin Esen, “Dünya Sağlık Örgütü tarafından epidemiyolojik çalışma sonuçlarının değerlendirildiği komisyon raporunda her türlü trafik gürültüsü ile kalp rahatsızlıkları riski arasında güçlü bir ilişki olduğuna değiniliyor. Trafikte meydana gelen bütün gürültüler, 50 desibelden sonra her 10 desibelde kalp ve damar rahatsızlıklarında riski yüzde 8 ila 10 oranında yükseltiyor.” dedi.

Havalimanı, Demiryolu, Karayolu Yakınında Oturanlarda Risk Fazla

Araç trafiğinin yanı sıra demir ve havayolundan oluşan bütün gürültülerin risk teşkil ettiğine değinen Prof. Dr. Esen, “Araç, demiryolu ve havayolu trafiğindeki gürültü kan basıncının yükselmesine, kalp ritimlerinin bozulmasına, gece uyku düzeninin bozulmasına, anksiyete ve kaygının artmasına neden oluyor. Karayolu, demiryolu ve havalimanı yakınında oturduğu için buradaki taşıtların oluşturduğu yoğun trafik gürültüsüne maruz kalanlarda kalp ve damar hastalığı riski ilerleyen yıllarda yükseliyor.” diyerek önemli uyarılarda bulundu.

İnsanların El Sıkma Şekilleri İncelenmiş

Araştırmada dikkat çeken hususlar hakkında da önemli bilgiler paylaşan Prof. Dr. Esen, “Kişilerin el sıkışma özellikleri de araştırma kapsamında incelenmiş. Güç biliminden yararlanılarak el sıkışmanın seviyeleri belirlenmiş. Seviye belli bir derecenin altında kalıyorsa ilerleyen zamanda kalp ve damar hastalıklarına yakalanma riskinin arttığı, kalp krizi ve felç geçirme riskinin yükseldiği ifade edilmiş. Orta yaştan itibaren bir insan elini ne kadar güçlü sıkabiliyorsa kalp ve damar sağlığı bakımından o kadar sağlıklıdır. Bir insan elini zayıf sıkıyorsa gücü az olsa dahi kalp ve damar sağlığı için kontrolden geçmelidir. Kalp sağlığı ile el sıkma arasında böyle bir ilişki olması el sıkmayla alakalı kardiyovasküler sorunlardan dolayı bir güç problemi olup olmadığını insanın aklına getiriyor.” diye konuştu.

Öfke Riski 5 Kat Artırıyor

Araştırmada dikkat çeken bir diğer sonucunda öfkenin kalp krizi riskini artırdığı olduğunu söyleyen Prof. Dr. Esen, “İnsan öfkelendiği zaman seyreden 2 saat içerisinde kalp krizi geçirme riski 5 kat yükseliyor. Kişi sık sık öfkeleniyor ve kendisini kontrol etmekte zorlanıyorsa, öfke krizleri geçiriyorsa mutlaka bir psikolog ya da psikiyatristten yardım almalıdır. İnsan öfkelendiği zaman kandaki stres hormonları seviyesi çok hızlı yükseliyor. Bu stres hormonları içerisinde adrenalin ve nöradrenalin başı çekiyor. Bu stres hormonlarının kandaki seviyesinin artması kalp ritmini hızlandırıyor.

Tansiyon ani bir şekilde yükseliyor ve kalp damarları içerisindeki plaklarda çatlama meydana geliyor. Daha sonra o bölgede bir pıhtılaşma problemi yaşanıyor. Öfke patlamalarını sık sık yaşayan kişilerde damarlar sürekli etkileniyor, damar içerisindeki kan akışı yavaşlıyor, kan basıncı çok yüksek seviyelere çıkıyor, kalp hızı arttığından kalbin oksijene olan gereksinimi artıyor. Yine öfke patlamaları kan akışkanlığının azalmasına neden oluyor. Tansiyon ve nabızda da ciddi yükselmeler görülüyor. Kalp daha fazla oksijene gereksinim duyuyor. Tüm bu etkenler ise kalp krizine zemin hazırlıyor.” şeklinde konuştu.

İş Yerinde Geçirilen Süre Kalp Sağlığını Etkiliyor

İnsanların çalışma süresinin de kalp sağlığına etki ettiğinin araştırmadan elde edilen bir başka sonuç olduğunu ifade eden Prof. Dr. Esen, “İnsanların haftalık çalışma süresinin 55 saatin üstünde olması, 35 ila 40 saatlik haftalık çalışma süresine göre kalp krizinde riski yükseltiyor. Çalışırken oturma süresinin günlük 11 saati geçmesi kalp ve damar hastalığına yakalanma riskini 3 kat yükseltiyor. Ortalama ömrü ise 3,5 yıl kısaltıyor. Oturmaya sigaranın da eşlik etmesi özellikle evde çalışanların sağlığını ciddi şekilde tehdit ediyor. Otururken enerji içeceklerinin içilmesinin ve tüketilen atıştırmalıkların alışkanlık haline getirilmesi de kilo almaya neden olabilir.

İnsanlar sessiz sedasız bir şekilde kalp krizi geçirebilir. Aile öyküsünde erken yaşta kalp krizi geçirenler varsa bu kişiler, benzer yaşa geldikleri zaman kalp kontrolünden geçmelidir. Kalp krizini tetikleyen ve sağlıksız yaşama neden olan kolesterol, tansiyon, sigara, şeker, hareketsiz yaşam tarzı ve aşırı kilo gibi etkenlerle savaşmak gerekiyor.” ifadelerine yer verdi.

Polen koronavirüsü tetikliyor

Bahar aylarında görülen polenlerin bağışıklık sistemini zayıflattığına değinen İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Deniz Bilimleri ve Teknoloji Enstitüsü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğan Yaşar, “İnsanlar, bahar aylarında çok zorunlu olmadıkça evlerinde vakit geçirmeli ve dışarıya çıkmamalıdır. Dışarıya çıkılmasının zorunlu olduğu hallerde ise mutlaka partikül tutucu maske takmalıdırlar. Bahar aylarında yaygın olarak görülen polenler, bağışıklık sistemini zayıflattığı için koronavirüsün daha da tehlikeli hale geldiği tespit edildi.” dedi.

İçerisinde bulunduğumuz bahar aylarında spor polenler daha fazla görülmeye başlandı. Bu polenler, koronavirüs salgınının neden olduğu pandemi sürecinde daha tehlikeli olmaya başladı. Spor polenler nedeniyle zayıf düşen bağışıklık sistemi yüzünden kişi, koronavirüse karşı korunaksız hale geliyor.

Bahar Alerjisine Dikkat

Baharın gelmesi ve havaların ısınmasıyla birlikte bitkilerin yeşillenmeye başladığını, doğanın daha güzel hale geldiğini ve verimliliğin arttığını dile getiren Prof. Dr. Yaşar, “Ancak bahar aylarında görülen spor polenlerin neden olduğu bahar alerjisine çok dikkat etmek gerekiyor. Şu günlerde bahar ayları içerisinde bulunduğumuz için bu polenler yoğun olarak görülüyor. Önümüzdeki günlerde hava sıcaklıklarının artmasıyla birlikte bu polenler daha fazla yoğunlaşacak. Bu spor polenler bağışıklık sistemini zayıflatarak vücut direncini düşürmektedir.

Almanya merkezli 31 ülkede gerçekleştirilen ve çeşitli milletlerden birçok bilim adamının katıldığı geniş kapsamlı araştırma sonucunda, spor polenlerin bağışıklık sistemini zayıflattığı ve koronavirüsü daha da tehlikeli hale getirdiği belirlendi. Koronavirüse karşı vücudu daha açık hale getiren spor polenlerden korunmak için partikül tutucu maskelerin takılması ihmal edilmemelidir. Normal cerrahi maskelerin bu polenlere karşı herhangi bir koruyuculuğu yoktur.” ifadelerine yer verdi.

Yoğunluk Nisanın İlk Haftasında Artacak

Nisan ayının ilk haftasında spor polenlerin daha yoğun olacağını ifade eden Prof. Dr. Yaşar, “Son 10 günden bu tarafa polen var. Bu polenleri özellikle bahar alerjisi olanlar çok yoğun hissediyor. Bu polenler, Nisan ayının ilk haftasıyla birlikte daha da yoğunlaşacak. Avrupa ve ABD’de bu dönemde bahar alerjisi olanların zorunlu olmadıkça dışarı çıkmayı tercih etmedikleri biliniyor. Gelişmiş ülkelerde görev yapan hekimler, bahar alerjisi olanların zorunlu olmadıkça dışarı çıkmamasını veya dışarıya çıkıldığı zamanda partikül tutucu maske takmalarını tavsiye ediyor. Kul tedbiri almalı, takdir Allah’tan.” diye konuştu.

Pandemi ruh sağlığını tehdit ediyor

Pandemi sürecinin Covid-19 virüsü enfekte olanların, virüsten dolayı yakınlarını kaybedenlerin ve sürekli virüs bana da enfekte olacak mı tehdidiyle çalışanların psikiyatrik sağlığını zorladığını belirten Bülent Ecevit Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nuray Atasoy, “Pandemi sürecinin insan psikolojisine üzerine etkisiyle ilgili yapılan araştırmalardan elde edilen sonuçlar gösteriyor ki pandemi süreciyle birlikte depresyon ve kaygı bozuklukları başta olmak üzere bazı psikiyatrik rahatsızlıklarda görülen yaygınlıkta ciddi artış oldu.” dedi.

Dünyada 1 Yılı Geçti

Pandemi süreci dünya genelinde 1 yılı geride bırakırken, insanların ruhsal sağlığı ise bu süreçte tahmin edilenin çok üstünde olumsuz etkilendi. Covid-19 virüsünün insanların ruhsal sağlığını bozduğunu belirten Prof. Dr. Atasoy, “Covid-19 virüsü enfekte olmuş, bir yakını enfeksiyon sürecinde yoğun bakım tedavisi görmüş ya da yaşamını yitirmiş kişiler, psikiyatri polikliniklerine başvurarak yardım talep ediyorlar. Psikiyatri polikliniklerine başvuru yapan hasta sayısında çok ciddi artış yaşandı. Sürekli virüs tehdidine maruz kalanların ruhsal sağlıklarında bazı problemler baş gösterebilir.

Virüsün enfekte olduğu kişilerin, yakınlarını kaybedenlerin, sürekli virüs tehdidi altında yaşayan ve çalışanların, bana da virüs enfekte olacak mı korkusuyla yaşayanların psikolojileri pandemi sürecinde kısıtlanan yaşamında etkisiyle fazlasıyla olumsuz etkilendi. Bu süreçte depresyon ve kaygı bozuklukları başta olmak üzere psikiyatrik rahatsızlıklarda ciddi bir yaygınlık görüldü. Covid-19 virüsünün enfekte olduğu, yakınlarına Covid-19 virüsü enfekte olan ya da yakınlarını virüsten dolayı kaybeden insanların sayısı çok fazla. Özellikle de yoğun bakım tedavisine gereksinim duyulduysa pandemi sürecinin travmatik anıları ve etkileri oldu. Yeniden hastalanma, sağlığına tekrar kavuşamama ve sağlık sistemine bağlı kalarak yaşama korkusu çok fazla hissedildi.” ifadelerine yer verdi.

Toplumsal Strese Neden Oldu

Pandemi sürecinde Covid-19 virüsünün doğrudan etkisinin yanı sıra bu sürecin toplumsal stres yaşanmasına da yol açtığına değinen Prof. Dr. Atasoy, “Pandemi sürecinin neden olduğu toplumsal stres, çocuklarımızın eğitim hayatından uzak kalması, kadınlarımıza ev işinin üstüne birde eğitim yükünün eklenmesi, iş kayıpları ve bunun sonucunda yaşanan ekonomik sıkıntılar insanlarımızın psikolojisini olumsuz etkiledi.

Tüm bu etkenlerin insan psikolojisini nasıl yıktığını hastalarımızda rahatlıkla gözlemleyebiliyoruz. Yaşlıların ve çocukların izolasyon süreciyle birlikte sosyal ortamdan uzak kalması psikolojilerine olumsuz etki yaptı. Yaşlılarda bilişsel gerilemeler daha sık gözlenir oldu. Hafıza ve aktivite problemlerine rastlanıyor. Pandemi sürecinin ülkemizde ve dünyada neden olduğu ciddi sıkıntılar stres ve kayıplarla ilerliyor. Pandemi süreci çok zorlu geçiyor.” diye konuştu.

Pandemi Sürecinin Stresiyle Başa Çıkamayanlar Destek Almalı

Pandemi sürecinin neden olduğu stresle baş etmek için herkesin ilgisini çeken aktivitelere daha fazla yönelmesi gerektiğini kaydeden Prof. Dr. Atasoy, “Bu süreçte güvenilir haber kaynaklarından doğru bilgiye ulaşılmalıdır. Negatif ve güvenilir olmayan haber kaynaklarından uzak durmak stresli dönemlerde stresle mücadelede etkili bir yöntemdir. Pandemi sürecinde Covid-19 virüsü enfekte olan her vaka hayatını kaybedecekmiş gibi bir izlenim oluşturuluyor. Böyle bir şey söz konusu değil.

Covid-19 virüsünün neden olduğu enfeksiyon yüzde 3 kadar ağır seyrediyor. Gençlerin önemli bir kısmı ayakta atlatıyor. Buradaki hedef pandemi sürecini sona erdirmek için virüsün yayılmasının önüne geçmek. Maske, sosyal mesafe ve hijyene önem verilmelidir. Bu süreçte yoğun bir duygusal problem yaşanıyorsa, yoğun stres ve günlük yaşama olumsuz etki eden yoğun duygu durumları varsa kesinlikle psikiyatrik destek alınmalıdır. Aktiviteyi artırıcı etkinlikler yapılabilir. İnsanların ilgilendikleri aktivitelerle uğraşması kendilerini daha iyi hissetmelerini sağlayacaktır.” şeklinde konuştu.

Son Haberler